Kurucu Dış Politika’da Birinci Perde Irak
Türkiye’nin son on yıldır izlediği dış politika söylem ve uygulamaları ilginç bir seyir izledi. Karar alıcıların belirlediği ve kullandığı söylemleri belirli politikalar takip etti. Bu sürece kısaca göz attıktan sonra, son dönemde dillendirilen “kurucu dış politika” söylemini anlamlandırmak daha anlamlı olacaktır.
15 Temmuz darbe girişiminin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “oyunları bozacağız” vurgusu kendini birçok yerde gösterdi. Doğu Akdeniz, Suriye, Irak, Libya, Kıbrıs gibi birçok bölgede Türkiye’ye rağmen veya Türkiye’nin aleyhine kurulan denklemlerin çalışmadığını gördük. Bu bölgelerin her birini elbette Türkiye istediği gibi dizayn edemedi, böylesine bir beklenti de zaten gereksizdi. Bedel ödenmiş olsa da Türkiye’nin kendi çabası ve imkanları ile bunu başarmış olması oldukça önemli.
Bu durumun birçok aktör tarafından anlaşılması üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan “dostlarımızı artıracağız, düşmanlarımızı azaltacağız” söylemini tedavüle soktu. Makul bir süre içinde ve koşullar olgunlaştıkça birçok ülke ile normalleşme görüşmeleri hız kazandı ve sonuç verdi. Farklı düzeylerde ilişkilerin bozulduğu Yunanistan, Mısır, BAE gibi ülkelerle yeni bir düzleme geçildi.
Kurucu söylem ve pratikler
‘Kurucu dış politika” söyleminin bir süredir Türkiye’nin karar alıcıları tarafından dillendirilmesi oldukça dikkat çekici. Özellikle Dışişleri Bakanlığı koltuğuna oturduktan sonra Hakan Fidan’ın bu söylemi vurgulu bir şekilde kullandığını ifade etmek mümkün.
Bu söylemin hangi anlamda kullanıldığı, Türkiye’nin hangi bölgelerde ya da düzeyde kurucu bir rol üstleneceğine dair detaylı bir açıklama yok, olmaması da gayet doğal. Bununla birlikte söylemin tebarüz ettiği bağlam ve pratik uygulamalar uç vermeye başladı denilebilir. Bağlamdan kasıt, karar alıcıların uluslararası sisteme dair okuması. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sistemin önemli boşluklar yarattığını, ortaya çıkan çatışma alanlarına dair çözüm üretemediği iddiasını açık bir şekilde dile getirdiği malum.
Türkiye’nin düzen kuruculuk iddiası da bu düzlemde anlam kazanıyor. Düzen kurmaktan kasıt, elbette yeni bir uluslararası düzenin ihdası değil, mevcut krizlerin yarattığı boşlukları anlamlı, somut ve uzun süreli iş birlikleri için değerlendirmek. Öte yandan uluslararası ilişkilerin “parçalanması” ve ikili ilişkilerde bile iş birliği ile çatışmanın aynı anda seyrediyor olması da kısa ve uzun vadeli iş birlikleri için bir motivasyon sağlamaktadır. Bu şartlar birçok aktörü dış politika ve güvenlik stratejilerini güncellemeye zorlamaktadır.
Her şeyden önce iddia sahibi birçok aktörün benzer bir yaklaşıma sahip olduğunu dikkate almak gerekir. Başka bir deyişle sistemde yer tutma, alan genişletme, enerji kaynaklarından pay alma kavgası, birçok aktörün iştahını kabartmış durumda. Böylesi bir düzlemde küresel düzeyde kurucu olma iddiası gütmek ve bu iddiayı pratize etmek hiç de kolay görünmüyor.
ABD’nin maliyetten kaçınmak için müttefiklerinin ulusal güvenliklerini hiçe saydığı, Rusya’nın genişleme iştahı, Çin’in sistem düzeyinde alternatif bir aktör olma isteği, AB’nin kaybettiği irtifayı Doğu Akdeniz enerji kaynakları ile telafi etme hırsı risk üreten başlıca politikalar.
Buna mukabil Türkiye’nin maksimalist bir yaklaşıma sahip olmaması, mümkün olanı gözetmesi, stratejik bir bakış açısı ile hareket ediyor olması ve gerektiğinde çatışmayı göze alıyor olması önemli.
Irak ve Somali ile imzalanan iş birliği ve ittifak anlaşmaları tam da böylesi stratejik bir bakış açısını yansıtmakta ve “kurucu dış politika” söyleminin somut uygulamaları olarak ortaya çıkmaktadır.
Somali ile yapılan anlaşmayı başka bir yazıya bırakarak Türkiye ile Irak arasında tebarüz eden yeni iş birliğini tam da bu bağlamda değerlendirelim.
Birinci perde: Irak
Bilindiği üzere, Türkiye ile Irak arasında terörle mücadele konusunda bir ittifak gerçekleşti. Buna göre Irak hükümeti PKK’yı tehdit olarak tanımakla kalmadı, aynı zamanda Türkiye ile ortak operasyonlar yapmayı da kabul etti. Ortak düşman ya da ortak tehdit algısı üzerinden gerçekleşmiş olması dolayısıyla realist perspektiften de bakıldığında oldukça önemli ve uygulanabilir. Anlaşmanın nasıl pratize edileceği ve hangi mekanizmalarla yürütüleceği de üç aşağı beş yukarı belli.
Türkiye ile Irak arasında planlanan ikinci büyük iş birliği ise Kalkınma yolu projesi. 2005 yılından beri gündemde olan proje üzerindeki müzakereler uygulama aşamasına gelmiş durumda. Terörle ortak mücadele, aslında bu projeye zemin hazırlayacak niteliğe sahip. Güvenlik ve siyasi istikrar dünyanın her yerinde ve özellikle bölgemizde büyük yatırımların olmazsa olmaz şartı. Dolayısıyla bu iki proje birbirini tamamlayan niteliklere sahip.
Kalkınma yolu Türkiye ile Irak ilişkilerini derinleştiren ve uzun dönemli ekonomik iş birliğini geliştirme kapasitesinin yanında birçok açıdan önem arz etmektedir. On yıllardır bir çatışma ve istikrarsızlık sarmalına giren Irak için yeni bir toparlanma fırsatı sunmaktadır. 1980 yılından itibaren İran’da sekiz yıl süren savaş, 1991’de birinci Körfez Savaşı olarak adlandırılan fakat özü itibari ile bir Amerikan müdahalesi olan çatışma süreci, yine 1990’lı yıllarda Kuzey ve Güney bölgelerine yönelik Saddam Hüseyin iktidarı tarafından gerçekleştirilen operasyonların bıraktığı yaralar ve yine 2003’te gerçekleşen ikinci Amerikan işgalinin yol açtığı iç savaş, terör problemi, mezhepsel kutuplaşma, toplumsal çözülme ve devasa petrol kapasitesine rağmen yaşanan ekonomik krizler Irak’ın on yıllarının heba olmasına neden olan olaylar serisi idi. Bu çatışma, çözülme ve işgal süreçleri çok büyük potansiyele sahip olmasına rağmen Iraklılar, elektrik, su, ulaşım, gibi en temel hizmetlerden mahrum kalmış durumda.
Tam da Türkiye bu noktada Irak’ın siyasi ve ekonomik olarak yeniden toparlanmasına fırsat verebilecek bir projeyi sunmuş oldu. Bu projenin gerçekleşmesi durumunda Irak, Orta Doğu’nun Türkiye üzerinden yeni bir bağlantı noktasını teşkil edecek.
Projenin bölgesel düzeydeki en önemli etkisi ise bir model oluşturma potansiyeli. Başka bir deyişle bu iş birliği yaklaşımını Türkiye farklı bölge ülkeleri ile benzer bir modelle ilişkileri geliştirme iradesini ortaya koymuş oldu. Pratik düzeydeki önemi ise Türkiye’nin yeniden Ortadoğu’nun derinlikleri ile pozitif bir ilişki kurma noktasına gelmiş olması.
Projenin, alternatif ulaşım ve etkileşim koridorlarının tartışıldığı bir dönemde ortaya çıkması dolayısıyla da küresel bir boyuta sahip. Çin’in Kuşak ve Yol projesine karşı G-20’de tartışılan Hindistan merkezli IMEC koridor savaşları olarak nitelendi. Kalkınma Yolu da bu anlamda yarışa katılan yeni bir unsur durumunda.
Bütün bunlar gerek ittifak anlaşmalarının gerek daha uzun erimli bir proje olan Kalkınma Yolu projesinin gerçekleşmesine karşı potansiyel meydan okumalara işaret ediyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
İsrail ile Hamas arasında varılan esir takası kapsamında serbest bırakılan Filistinli kadınlar, İsrail hapishanelerinde yaşadıkları işkenceyi ve kötü muameleyi anlatarak, özgürlüğe kavuşmanın getirdiği duygusal anları paylaştı.
Japonya'daki terkedilmiş evler, hızla azalan nüfus ve artan yaşlılık oranlarının bir sonucu olarak kentsel, banliyö ve kırsal alanlarda büyük bir sorun haline geliyor. Hükümet, bu boş mülkleri yenilemek ve tekrar kullanıma kazandırmak için çeşitli…
Mozambik’te yaşanan son olaylar, siyasi gerilimler, güvensizlik ve sosyal çatışmaları bir araya getiren krizleri gözler önüne seriyor.
Kartalkaya Kayak Merkezi'nde bir otelde çıkan yangında en az 10 kişi hayatını kaybederken, 32 kişi ise yaralandı.