Veysel Kurt

Veysel Kurt
Doç. Dr. Veysel Kurt, Lisans eğitimini 2006 yılında Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladı. “Liberal Yurttaşlık Düşüncesinin Komüniteryen Yaklaşım Açısından Eleştirisi” ile yüksek lisans, “Otoriter Arap Rejimlerinde Süreklilik Değişim ve Ordu: Karşılaştırmalı Perspektiften Mısır ve Suriye başlıklı tezi ile doktora derecesini aldı. Çalışmalarını Orta Doğu güvenliği, ordu-siyaset ilişkileri ve devlet dışı örgütler üzerine yoğunlaştırdı. Halen İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Siyasal Bilgiler
devamını oku daha az oku Fakültesi’nde öğretim üyesidir.

Trump’ın Planı: Ölümü Gösterip Sıtmaya Razı Etmek 

Trump’ın Planı: Ölümü Gösterip Sıtmaya Razı Etmek 
14 Ekim 2025

Yaklaşık bir aydır Gazze’de uygulanan soykırım ve Filistin konusunda birçok alanda gelişmeler yaşanıyor. İki yıldır İsrail’in Gazze’de uyguladığı acımasız ve ahlaksız katliamların sona erdirilmesi öncelik taşıdığı için bu sürecin de en önemli gündem maddesi haline geldi.  

Batılı ülkelerin, kendi kamuoylarında yükselen tepkilerin de etkisi ile Filistin Devleti’ni tanıyacaklarını ilan etmesi ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda (BMGK) bu gündemin öne çıkması karşısında İsrail ve Trump yönetimi karşı hamle yapmakta gecikmedi. ABD yönetimi, Mahmud Abbas’ın vizesini iptal ederek BM’ye katılımını engelledi.  

Öte yandan Trump oluşan dalganın üzerinde sörf yapmanın yollarını ararken, İsrail artık kaçınılmaz hale gelen ateşkes sürecinden stratejik kazanımlar elde etmenin peşine düştü. Üçüncü tarafların içindeki Türkiye ve Katar gibi bir kısım ülkeler ateşkes sürecini samimiyetle benimseyip kısa vadede Gazze ve Filistin lehine sonuçlar doğurması için çabalarken büyük bir kısmı ise ortaya çıkan siyasi maliyetlerden kaçınmak ve Trump yönetimi ile ilişkilerini konsolide etmenin yaratabileceği avantajlardan yararlanmak için görüntü verme yarışına girdi.  

Trump’ın planı ne vadediyor? 

Ve nihayet Trump, BMGK marjında, İslam ülkelerinin liderleri ile görüştükten sonra Washington’da Netanyahu ile görüştü ve 29 Eylül günü Gazze’ye ilişkin yirmi maddelik planını açıkladı. Yirmi maddelik planda Gazze ile ilgili olumlu yaklaşımı yansıtan çeşitli maddeler yok değildi. Ateşkesin sağlanması, Gazzelilerin yerinden edilmeyeceği, Gazze’nin yeniden inşa edilmesi bu anlamda göze çarpan ifadeler. Bunların tümü aslında İsrail’in işlediği cürümlerin sonucunda ortaya çıkan ihtimallerdi ve Trump bu konularda daha önce dillendirdiği pozisyonunu değiştirme lütfunda bulundu.  

Ancak yirmi maddelik planda bırakın İsrail’e hesap sorulmasını, Gazze’ye yönelik büyük çaplı saldırıların yeniden başlamayacağına yönelik bir garanti de yok. Hamas’ın koşulsuz bir şekilde kendini feshetmesinin beklenmesi ise bütünüyle İsrail’in taleplerini yansıtan bir yaklaşım. Halbuki Hamas’ın kendini feshetme konusunda takındığı esnek tavrın kaynağı, Filistin meselesinin çözümüne yönelik uluslararası kamuoyunun benimsediği ve BMGK’nın da gündemi olan iki devletli çözümün devreye girmesi; İsrail’in bir şekilde dizginlenmesidir. Ancak Trump’ın planında bu konulara dair bir ifade de yok.   

9 Ekim günü Mısır’da imzalanan ateşkes, esir takası ve İsrail’in belirlenen hatların gerisine çekilmesini içeren anlaşma Trump’ın ortaya koyduğu iradenin bir sonucu olarak ortaya çıktı.  

Tel Aviv’den Şarm el Şeyh’e  

Bu gelişmelerin yol açtığı olumlu hava üzerine Trump, teatral tarzı ile ölçek büyüterek sahneye çıktı. İsrail’e indiği saatlerde Hamas İsrailli esirleri serbest bıraktı. Böylece Trump, iki yıldır Netanyahu hükümetinin benimsediği en önemli hedef olan ‘esirlerin geri getirilmesi’ni İsrail kamuoyuna hediye olarak sunmuş oldu.  

Netanyahu, esirlerin bu şekilde geri gelmesinden çok hoşnut olmasa da başka çaresi de kalmadı. Dahası, Knesset’te yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı Herzog’a “Netanyahu’nun rüşvet suçlarını affetmesini” önererek çıkış yolunu da göstermiş oldu. Trump ayrıca İsrail’in her türlü silah taleplerini karşıladıklarını ve bir Hristiyan olarak doğan kızının nasıl Yahudiliğe döndüğünü anlattı.  

İsrail kamuoyunda şovunu yapan Trump, kendisini bekleyen yirmiden fazla devlet ve uluslararası kuruluş temsilcisi ile zirve toplantısı için Mısır’a geçti. Türkiye, Mısır, Katar ve ABD’nin imza töreni için bu kadar liderin hatta Tony Blair ve FİFA Başkanı gibi isimlerin bile koşa koşa Mısır’a gelmesi dikkat çekiciydi. Kaldı ki, bu ülkeler arasında 7 Ekim’den beri İsrail’e doğrudan ya da dolaylı olarak destek veren ülkeler de vardı. Yazının başında ifade ettiğim gibi bu ülkeleri kabaca beş kategoriye ayırmak mümkün: İsrail’i durdurmak için büyük çaba sarfeden Türkiye ve Katar, reel politik gereği bu ülkelere destek veren Mısır gibi ülkeler, farklı ölçeklerde de olsa İsrail’e destek veren ülkeler (ABD, Almanya, BAE), sürecin maliyetinden kaçınma telaşı içinde olan ve dolayısıyla İsrail’i kınamaktan bile geri duranlar. Dolayısıyla zirveye katılan Türkiye, Katar ve Mısır hariç diğer liderlerin telaşı Trump’ın trenine binmekten başka bir anlam ifade etmiyor.  

Zirve’de imzalanan ve gece geç saatlerde kamuoyu ile paylaşılan metne bakıldığında oldukça soyut ifadeler içerdiğini ifade etmek mümkün. Trump’ın barış planına destek verildiği ifadeleri ile başlayan metin, “Gazze’de savaşı sona erdirme, Orta Doğu’da barışın sağlanması, taraflar arasında barış ve diyalogun sağlanması, herkes için güvenlik ve refahın arzu edildiği” şeklinde devam edip, İsrail’in komşuları ile barış içinde yaşamasına yapılan vurgu ile sona eriyor.  

Uluslararası platformlarda Filistin’in haklarını savunan ve İsrail’i durdurmak için büyük çaba harcayan aktörler için Trump’ın adeta tiyatro sahnesine çevirmeye çalıştığı zirveyi katlanılır kılan iki unsurdan birisi, İsrail’in haksız ve hukuksuz bir şekilde esir olarak aldığı Filistinlilerin serbest bırakılması ve Gazze’nin bir süreliğine de olsa nefes alacak olması.  

İkincisi ise sürecin orta vadede Filistin lehine sonuçlar üretmesi için çabanın devam edeceğine dair ipuçları. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan da zirve sonrasında yaptığı gazetecilere yaptığı açıklamada “Anlaşmaya, Filistin sorununu çözen bir belge gözüyle bakmak yanlış olacağını ve mutabakatın özü itibarıyla bir ateşkes düzenlemesi” olduğunu açıkladı. Açıklamanın devamında ise “Filistin davasının yegane çözümünün 1967 sınırları temelinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız, egemen ve coğrafi bütünlüğü haiz bir Filistin devletinin kurulmasından geçtiğini” ve Türkiye’nin de bunun için çalışmaya devam edeceğini ifade etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu yaklaşımı, ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışan Trump’ın planının farkında olduğunu ve meselenin özünü unutturmayacağına dair bir irade beyanı olarak okunabilir.  

Kısacası birkaç aydır İsrail’e karşı devlet düzeyinde yükselen itirazların beklenen sonucu ürettiğini ifade etmek zor. Trump bu itirazları dikkate aldı ve fakat İsrail’in yaklaşımını özümseyerek ustalıkla absorbe etti. Filistin devletinin tanınması ve dolayısıyla İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesi gündemini Gazze’nin işgali ile sınırlandırdı. İsrail saldırganlığının yeniden hortlamasına karşı hiçbir garanti üretmeyen palyatif bir çözüm ile barışı getiren aktör rolünü oynadı.   

Arap Dünyasında Gazze Meselesi

Arap Dünyasında Gazze Meselesi
01 Mart 2024

Gazze elbette ki sadece Arapların ya da Arap dünyasının meselesi değil, birçok yönüyle tüm dünyanı meselesi. Öte yandan özel bağlamında daha çok Müslümanların ve Arap dünyasını tabii olarak daha fazla ilgilendiriyor.  

Ahlaki ve inanç boyutundan söz etmeye gerek bile yok. İsrail’in hiçbir ayrım yapmadan gerçekleştirdiği katliamlardan, Müslümanları evsiz, barksız, okulsuz, hastanesiz bırakmasından, açlığa mahkum etmesinden istisnasız herkes, kendi payına düştüğü kadarıyla sorumlu. Bu durumu not ettikten sonra başlıkta işaret etmeye çalıştığım reel duruma dönmek istiyorum.

Geldiği nokta itibariyle İsrail’in çok belirgin bir strateji ve amaç doğrultusunda devam eden saldırganlığı fırsat/maliyet hesabı yapılacak, idare edilecek, çözümü ertelenecek bir mesele olmaktan çıktı. Aslında bu saptama 1948’den beri geçerli, ancak 7 Ekim süreci bu durumu herkes için görünür kıldı. Bunun temel nedeni, Filistin meselesinin ve bugün artık Gazze’nin Arap dünyası için sahip olduğu özel konumdur. Arap dünyasının siyasal aktörleri –daha net bir ifade ile Arap ülkeleri/devletleri-, ister İsrail’e düşmanlık politikası yürütsün ister İsrail’le barışmayı stratejik bir amaç haline getirsin, Filistin meselesini göz ardı edemez.

Genel anlamıyla bu yargı bütün Arap dünyası için geçerli, çünkü Filistin meselesi sadece ulusal güvenlik meselesi değil; sıradan Araplar için bir onur meselesi. Mısır, Ürdün, Suriye ve Lübnan için ise İsrail reel politik açıdan çok daha önemli ve aciliyet kesbeden bir mesele.  

Dikkat edilirse her bir ülkeden bir şekilde tepki geliyor. Mısır sınırdaki duvarı ve tel örgüleri tahkim etmekle, Ürdün Gazze’ye havadan insani yardım ulaştırmakla ve ateşkesi sağlamak için çaba sarf etmekte. Lübnan ise kurbanlık koyun misali savaşın kendi topraklarına gelmesini bekliyor. Suudi Arabistan ise stratejik bir mesele olarak gördüğü İsrail’le barışmayı nasıl sürdüreceğinin hesaplarını yapıyor. Katar ise ateşkesi sağlamak için esaslı ve sürekli bir çaba içinde ve bu yönüyle diğer ülkelerden pozitif olarak ayrışıyor.  

İsrail’in stratejik amacı

İsrail’in Gazze’ye yönelik mevcut saldırganlığını basit bir intikam duygusu hatta Hamas’ı tasfiye etme amaçlı olarak yorumlamak eksik kalacaktır. 1948’den beri İsrail’in harekat tarzına bakıldığında tarihi Filistin topraklarını işgal etmeye devam etmek üzere kurulu olduğu görülür. Bu işgal farklı biçimlerde, kimi zaman yoğun kimi zaman durağan şekilde de olsa devam etmektedir. Dahası bu işgal toprakları ele geçirme güdüsüyle sınırlı değildir. Aynı zamanda toprakları insansızlaştırma yani soykırım yöntemi ile gerçekleşmektedir. Bütün Filistinlileri öldüremeyeceğine göre Filistinlileri başka topraklara sürmek de bu stratejinin önemli bir parçasıdır.  

7 Ekim’den sonra Gazze’de yaşayan insanları Mısır’a sürmenin yollarını aramaktadır. İsrail’in bu niyeti kimi zaman Netanyahu’nun kimi zaman Savunma Bakanı ya da Göç Bakanı’nın kimi zaman ise ihtiraslı Siyonist emlakçıların söylemlerinde tezahür etmektedir. 2020 yılındaki hükümet programında Batı Şeria’nın %35’inin ilhak planı açık bir şekilde yer almaktaydı. Konjonktür İsrail’i Gazze’ye yönlendirdi. Peki bu durum tarihsel olarak ne anlama geliyor?

1948 savaşından sonra yaklaşık 700 bin, 1967 savaşından sonra da 400 binden fazla Filistinlinin Ürdün, Mısır ve Lübnan’a göç etmesi bu durumun önemli bir tezahürüdür. Bu rakamlar bugün 5 milyonu aşmış durumda. Birçok ülkede açlık ve çaresizlik görüntülerinin yansıdığı Filistin kampları mevcut. Bu çaresizlik görüntüsü kamplarda yaşayan Filistinlilerin değil, İsrail’le mücadele etmeyi başaramayan aktörlerin görüntüsü.  

İsrail Arap devletleri ya da Filistinlilerle yürütülen hiçbir müzakerede bu insanların geri dönmesini bırakın kabul etmeyi, pazarlık konusu yapılmasını dahi kabul etmemektedir. Başka bir deyişle topraklarından göç ettirilen tek bir Filistinli vatanına geri dönememiştir. Dönse bile zaten evi barkı, bahçesi, tarlası, toprakları işgal edilmiş ve temellük edilmiş durumda.  

Lübnan, Mısır ve Ürdün’ü zorlayan tehlike

İsrail gün geçmiyor ki Lübnan topraklarını bombalamasın. Hizbullah üslerini bombaladığını ifade etse de sonuçta Lübnan toprakları. Dahası bu işgalin Lübnan’ın geri kalan kısmına yayılmayacağının garantisi yok.

Ürdün ve Mısır’ı zorlayan tehlikenin boyutları daha geniş ve kritik. Çünkü bu iki ülkeyi bekleyen risk yalnızca İsrail’le çatışmak değil. Aynı zamanda tehlikenin bu iki ülkenin içine taşınmasıdır. Tehlike o kadar yakın ve önemli ki 1973’ten beri İsrail’le çatışmayan bu iki ülke için savaş iyi bir seçenek bile kalabilir.  

Neden mi?

Tarihsel tecrübe bize gösteriyor ki İsrail’in Filistinlileri Arap ülkelerine sürmesi ne Filistinlilerin kendileri ne de İsrail’le çatışmaktan kaçınan Arap ülkeleri için bir çözüm değil. Aksine herkes için yeni bir sorunun başlangıcı oluyor.

Sebebi ve sorumlusu kim olursa olsun, -elbette ki bütünüyle değil- Arap ülkelerinde oluşan Filistin diasporası, Arap ülkelerine siyasi, ekonomik ve kültürel açıdan önemli katkılar yapmıştır. Öte yandan 1970 Kara Eylül olaylarının gösterdiği gibi ciddi problemlere de yol açmıştır. Sonuçta bu sürecin en çok kaybedeni başta Filistinliler ve Arap ülkeleri (devletiyle, iktidarıyla, halkıyla) olmuştur.  

Gazzeliler ölecek mi vatanlarını mı terk edecek!

İsrail bugün Gazzelileri ölmekle vatanlarını terk etmek arasında tercihe zorluyor. Yola çıkanları da bombalıyor ancak bu başka bir mesele. Bütün dünyaya ve Arap ülkelerine de Gazzelileri topraklarına kabul etmedikleri takdirde öleceklerinin mesajlarını veriyor. Gazze’nin coğrafi konumu itibariyle bu meseleye muhatap şimdilik Mısır. Ancak İsrail’in tezlerinin kabul edilmesi durumunda problemin tüm bölgeye yayılacağı da aşikar. Ayrıca yakın zamanda Batı Şeria’da ortaya çıkması benzer senaryoda Ürdün benzer tehditle karşı karşıya kalacak.  

Kaldı ki bu seçenekler bir çözüm değil, yeni problemlerin başlangıcı ve temelini oluşturacak.  

Filistinliler ölür ya da vatanlarını terk ederse İsrail topraklarına el koyacak. Mısır’a yerleşirlerse İsrail için sonuç değişmeyecek. Ve problem Mısır’ın içine taşınmış olacak.  

Çözüm yok mu? Başka bir deyişle Filistinliler ölmekle vatanlarını terk etme seçeneklerinden birini tercih etmek durumunda mı? Elbette ki hayır.  

Tek çözüm yolu İsrail’in durdurulması, Filistin topraklarını terk etmesi ve bir daha saldırmasının önüne geçilmesi. Bu yapılmadığı takdirde meselenin her geçen gün daha da büyümesi tesadüf değil. Bu elbette ki kolay değil ve Arap ülkelerinin elinde bunu temin ede bilecek araçlar da mevcut. Her şeyden önce bu amaçla hareket edilmesi gerekiyor.  

Aksi takdirde Arap ülkeleri yeni bir sarmalın içine girebilir. Arap ayaklanmalarının üç sloganı “ekmek, özgürlük, adalet” idi. Bu süreç büyük oranda ülkelerin kendi koşulları çerçevesinde ortaya çıkmıştı. Ancak sebepleri itibariyle farklı, sonuçları itibariyle benzer bir sarmal tehlikesi mevcut. Başka bir deyişle İsrail, devletleri, iktidarları ve halkalarıyla Arap ülkelerinin ekmeği, adaleti ve Hegelyen anlamda özgürlüğü için yeni bir tehdit kaynağı olmaya doğru ilerliyor. 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.