İran İsrail’i Neden Vurdu, Vurdu da Ne Oldu?

Veysel Kurt
İran, İsrail'e büyük çaplı bir insansız hava aracı ve füze saldırısı düzenledi, ancak etkisi sınırlı kaldı. İsrail, savunma sistemleriyle saldırıyı etkisiz hale getirerek, bölgesel ve uluslararası destek arayışını güçlendirdi. Bu durum, Netanyahu'nun bölge politikalarını şekillendirme ve Arap ülkeleri ile ittifakları pekiştirme fırsatı sunabilir. Bu önemli gelişmeyi Doç. Dr. Veysel Kurt Fokus+ için kaleme aldı.
İran İsrail’i Neden Vurdu, Vurdu da Ne Oldu?
15 Nisan 2024

Bir önceki yazıda İsrail’in 1 Nisan’da İran'ın Şam Büyükelçiliği yerleşkesi içerisindeki konsolosluk binasına düzenlediği hava saldırısını irdelemiştim ve temelde iki hedefin altını çizmiştim: İsrail’in Gazze’de yaşadığı sıkışmışlığı daha büyük bir çatışmayla aşmak ve ABD/Batı’nın devlet ve kamuoyu nezdinde daha etkin desteğini elde etmek. Netenyahu için de İran ya da Lübnan’a saldırmanın oldukça maliyet etkin bir hamle olacağını ifade etmiştim.  

İran’ın da bu saldırı karşısında bir çıkmaza girdiğini, İsrail’e yoğun bir saldırı ile cevap vermesi durumunda büyük maliyetle karşılaşacağını, hiç cevap vermemesi halinde ise caydırıcılığını ve vekil güçler nezdindeki itibarının aşınacağını dolayısıyla ‘cılız bir karşılıkla’ yetineceğini iddia etmiştim. 

Nitekim öyle de oldu. İran, düzinelerce İHA/SİHA ve ardından onlarca balistik füze kullanarak doğrudan İsrail’i hedef aldı. Büyük bir saldırıymış gibi görünse de etkisi bakımından aynı şeyi söylemek mümkün değil. 

İranlı yetkililerin günlerdir İsrail’e yönelik tehdit içeren ifadeleri, İsrail’e yönelik kapsamlı bir saldırı beklentisi oluşturdu. Dün gece de İHA/SİHA’ların İsrail hava savunmasını yorma/şaşırtma amaçlı olduğu, ardından balistik füzelerle asıl saldırının başlayacağına yönelik propaganda yayıldı. Her iki unsur kullanılmış olsa da etkisi bakımından oldukça zayıf bir saldırı dalgası olarak kayda geçti. Hatta sonuçları itibariyle İsrail’in ve Netanyahu’nun kısmen istediğini vermiş oldu. Sonuçlarına geçmeden önce saldırının İran nezdindeki rasyonalitesine bakalım.  

İran neyi hedefledi?  

Saldırının hedeflerine ulaştığını iddia eden İran’ın en üst otoritesi olan Devrim Rehberi Hamaney dahil İranlı yetkililerin açıklamaları biri siyasi öteki askeri olmak üzere iki temel argümana işaret ediyor. Siyasi argüman İsrail’i ilk defa doğrudan vurduklarına dair yaptıkları vurguyu içerirken, askeri argüman ise İsrail savunma gücünü bir tür teste tabi tuttukları iddiası.    

Şimdiye kadar destek verdiği örgütler üzerinden İsrail’in tehdit ve saldırılarına cevap İran’ın, İsrail’i ilk defa doğrudan vurma cesaretini gösterdiği doğrudur. Bu saldırı karşısında İsrail vatandaşlarının paniğe kapıldığı görüntüler de medyaya yansıdı. Ancak bunun İran için siyasi bir kazanım olduğunu iddia etmek mümkün değil. Devlet organizasyonuna sahip olmayan, çok daha düşük kapasiteye sahip olan örgütlerin saldırıları da benzer etkiler yaratabiliyor. Hatta Hamas’ın 7 Ekim saldırısının bu anlamda çok daha etkili olduğu iddia edilebilir. Bazı yorumculara göre İran çok daha kapsamlı bir saldırı yapabileceğini göstermiş oldu. Bu ifadeler soyut düzlemde doğru olabilir ancak belirli bir askeri kapasiteye sahip olmak farklı, bu kapasite ile caydırıcılığa sahip olmak ya da rakibin canını yakmak farklıdır. İran’ın bu saldırılarla caydırıcılığını gösterdiği söylenemez, nitekim İsrail’in İran’a, Irak, Lübnan ve Suriye’deki üslerine ya da bu ülkelerdeki müttefik/vekillerine bir daha saldırmayacağına dair hiçbir garanti yok.  

Askeri açıdan da manzara çok farklı değil. İran, İsrail’in hava savunma katmanlarını test ettiğini ve dolayısıyla taktiksel düzeyde bir kazanım elde ettiğini iddia ediyor. Ancak olası bir saldırı karşısında İsrail savunmasının nasıl çalıştığını, ABD ve İngiltere’nin devreye gireceğini tahmin etmek için askeri etkinlik hatta askeri uzmanlık gerektiren bir durum değil. Yalnızca yedi balistik füzenin yere düştüğü, bir askeri tesisin zarar gördüğü ve hiç can kaybının yaşanmadığına dair İsrail cenahından gelen açıklamalara bakılırsa canı yanmamış görünüyor. Dolayısıyla İran’ın ne siyasi ne de askeri açıdan önemli bir kazanım elde ettiğini iddia etmek oldukça güç. 

Netanyahu açısından ise durum avantajlı görünüyor. Yazının başında işaret ettiğim hedeflere kısmen de olsa ulaştığını ifade etmek mümkün. Her şeyden önce İsrail’e yönelik tehdidin Hamas, Hizbullah ya da Ensarullah’tan ibaret olmadığı konusunda bir argüman elde etmiş oldu. Bugün sınırlı bir şekilde saldıran İran’ın yarın daha ağır bir şekilde saldırabileceğini iddia ederek ABD ve Batılı ülkelerin daha fazla desteğini talep edecek.  

Bu sürecin Filistin ve Gazze’ye etkisi de maalesef çok olumsuz olacaktır. İran tehdidini savuşturan Netanyahu’nun Hamas’a ve dolayısıyla Gazze’ye daha fazla yüklenmesi büyük olasılık. Dahası Hamas’ın güçlü bir örgüt olarak kalması durumunda bölgesel düzeyde bir savaşın her an kapıda olduğu iddiasıyla Refah’a yönelik operasyon için ABD ve Batılı müttefiklerini ikna etmesi artık daha kolay. 

Çatışma tırmanır mı? 

İran’ın İsrail’i –bilinçli olarak etkisiz bir şekilde de olsa- doğrudan vurmuş olması, bölgesel gerilim ve iki ülke arasındaki tırmanma açısından ciddi bir eşiğin aşıldığına işaret ediyor.  

İran BM misyonu ve birçok askeri yetkilinin, saldırının meşru müdafaa kapsamında olduğu ve amacına ulaştığına yönelik açıklamaları ile çatışmayı tırmandırma ya da sönümlendirme inisiyatifi İsrail’e geçmiş oldu. Bu anlamda İsrail’in önünde kabaca üç seçenek mevcut: Daha ağır bir şekilde karşılık vererek çatışmayı tırmandırmak, benzer bir saldırıda bulunmak ya da karşılık verme hakkını saklı tutmak kaydıyla çekişmeyi diplomatik zemine çekmek, başka bir deyişle meseleyi soğutmak.  

İsrail içinde İran’ın, nükleer tesisleri, silah depoları, elektrik santralleri, enerji merkezleri gibi stratejik noktalara saldırma yanlısı aktörlerin olduğu malum. Hatta bu düşünce cılız da olsa ABD içinden de destek almakta. Ancak mevcut ABD yönetiminin çatışmanın yatışmasından yana olması İsrail’in cevap verme alanını daraltmış oldu.  

Bu yazının kaleme alındığı saatlerde İsrail’den yükselen misilleme seslerinin ise gerek İran gerekse Gazze konusunda pazarlık gücünü artırmaya dönük olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla İsrail’in ağır bir şekilde cevap verme ihtimali zayıf. 

Misliyle karşılık vermenin ise mevcut düzlemde İsrail için bir anlamı yok. İsrail’in bu saldırıyı diplomatik zemine çekmesi ve fakat ABD ve diğer aktörlere karşı bir manivela olarak kullanacağından şüphe yok. Yanı sıra İsrail, İran ‘tehdidini’ köpürtmeye ve özellikle Arap ülkeleri nezdinde İran karşıtı bir blok oluşturmaya çalışacaktır. Zira İran’ın, İsrail’e yönelik saldırıları Irak, Suriye ve Ürdün’ü doğrudan; birçok ülkeyi de dolaylı olarak etkilemektedir.  

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Popüler Haberler
Arap Dünyası Hayvan Çalışmaları İçin Bir Başlangıç: Cahiliye Şiirlerinde Hayvanlar 

Arap Cahiliye dönemi şiirlerinde; insan ve hayvan arasındaki ilişkileri ve çöl yaşamının zorluklarını anlatan eserleri Araştırmacı Ayşenur Bulut, Fokus+ için inceledi.

06HC_WEB_-_7_Soruda_Türkiye’nin_Uluslararası_Adalet_Divanı’ndaki_Soykırım_Davasına_Katılımı-_Deniz_Baran.jpg

Türkiye, Uluslararası Adalet Divanı'nda Güney Afrika'nın İsrail'e açtığı Soykırım Davası'na katılarak uluslararası hukuk sahnesinde daha belirgin bir rol almaya hazırlanıyor. Bu katılımın Türkiye'nin hukuki pozisyonuna ve…

Kuveyt Büyükelçisi Tuba Nur Sönmez: “İki Ülke Birbirinin Zor Zamanlarında Gerçek Bir Dayanışma Örneği Gösterdi”

İki ülke arasındaki bağları pekiştirmek üzere Kuveyt Emiri Şeyh Meşal Türkiye'yi ziyaret ediyor. Kuveyt Büyükelçisi Tuba Nur Sönmez iki ülke arasındaki diplomatik, ekonomik ve kültürel bağların uzun vadeli etkilerini Fokus+’a anlattı.

Kuveyt Emiri'nin Türkiye Ziyareti: 60 Yıllık Diplomatik Bağları Güçlendirme Adımı

Kuveyt Emiri'nin Türkiye'ye gerçekleştireceği ziyaret, iki ülke arasındaki güçlü iş birliğini ve dostluğu pekiştirme hedefiyle öne çıkıyor. Öte yandan ticaretten turizme, savunma sanayisinden yatırıma kadar geniş bir yelpazede iş birliği…

Türk Dünyası Ortak Alfabe Komisyonu Bakü’de İkinci Toplantısını Gerçekleştirdi

Bakü’de düzenlenen Türk Dünyası Ortak Alfabe Komisyonu’nun ikinci toplantısında, Türk devletleri arasında ortak bir alfabe oluşturma çalışmaları ve bu geçişin bilimsel, kültürel ve pratik sonuçları tartışıldı.