25 Kasım 2024
Amerikan seçimleri, tarih boyunca genellikle düşük katılım oranlarıyla dikkat çeken seçimler olmuştur. Donald Trump’ın ilk kez başkan seçildiği 2016 seçimlerinde katılım oranı yüzde 59 civarındaydı. Ancak Joe Biden’ın kazanmasıyla sonuçlanan 2020 seçimlerinde bu oran yüzde 70 gibi bir rakam ile 1900’lerden bu yana en yüksek seviyeye ulaştı ve bir rekor kırdı. Elbette bu katılım oranında Kovid-19 pandemisi nedeniyle ilk defa posta veya elektronik yolla oy kullanılmasının da etkisi büyüktü. Son seçimlerde ise seçmenlerin yüzde 47‘sinin oyunu alan Trump’ın oy sayısının ülke genelinde büyük bir artış göstermediği; buna rağmen pek çok yerde Demokratların sandığa gitmediği ve birçok eyalette oylarını korumalarına rağmen ülke genelinde düşüş yaşadıkları gözlendi.
Amerikan seçmenlerinin neden Trump’a oy verdikleri, mesela Michigan gibi Müslümanların yaşadığı salıncak eyaletlerde, bir önceki seçimle karşılaştırıldığında Trump’ın büyük fark atarak kazandığı vs. uzun ve detaylı analizlere konu olacaktır. Fakat ilk bakışta söyleyebiliriz ki, Trump, ikinci dönem kampanyasında ilk dönemki bazı söylemlerini devam ettirmedi; daha toplumsal, uzlaşıcı ve alt sınıfları sahiplenen bir tutum takındı. Mesela Müslümanlara yönelik İslamofobik söylemlere açıkça başvurarak, ilk seçildiği dönemdeki panik havasını oluşturmadı. 2020 seçimlerinde Demokratlar, kimlikler üzerinden bir zafer de ilan edilmiş, İlhan Omar gibi başörtüsü ile seçilmiş bazı senatörler ön plana çıkarılmıştı.
2020 yılında hem yeni seyreden pandemi hem de Trump’ın kazanmasının ‘tarihsel bir sapma’ olarak görülmesi yüzünden ABD’deki sol kitlelerin enerjisi hayli yüksekti. Seçmenlerin şovmen bir milyardere neden oy verdikleri 2016 yılında tam analiz edilememiş ve Trump karikatürize edilerek şok etkisi atlatılmaya çalışılmıştı. 2024 seçim kampanyasını da benzer motivasyonla yürüten Demokratlar, kimlik meselelerine, kadın haklarına, LGBT hareketlerine vurgu yaparken; ekonomi eksenli somut vaatler bekleyen Amerikan alt sınıflarını görmezden gelmiş gözüküyor.
Biden’ın çok geç adaylıktan feragat etmesine, Kamala Harris’in heyecan uyandırmayan kampanyasına ve Amerikan toplumu için karşılığının ne olduğu bilinmeyen kimlik vurgusuna ve zaman zaman da Trump ve seçmenini aşağılayan söylemlere karşılık McDonald’s yiyen, sosyal medyadan son derece ulaşılabilir görünen, çöp kamyonu kullanan, bilgisayar oyunu oynadığını açıklayıp mitinglerde hoplayıp zıplayan tekno-milyarderleri ile Donald Trump ve ekibi tüm dünyadaki yerleşik elit kabullerini de kökünden sarsmış oldu. Dünya çapındaki müesses nizamın, yerleşik elitlerin, aslında liberal ekonomi ve demokrasi söylemleri ile bir anlamda halktan kopuk bir statüko oluşturan elitlerin diyebiliriz ve liberal söylemlerin de sonunun geldiğini ifade edebiliriz. Elon Musk’ın hükümet verimliliğini denetleyecek bir makama getirilmiş olması, Trump’ın kendisine dava açan, ihanetle suçlayan federal kurumları ve bu statükonun bir parçası olarak gördüğü medyayı hizaya getirmeye de çok açık niyetli olduğunu gösterdi.
Öte yandan, üniversitelerdeki sol eğilimli Gazze aktivizmine kulak tıkayan, yasaklayan, şiddetle üzerine giden Demokratlar bazı sol çevrelerde de epey puan kaybetti. Harris’in kampanyasından anlaşıldığı üzere neo-liberal politikaların kitlelerdeki oluşturduğu mutsuzluk görmezden gelindi ve reel ekonomik göstergeler üzerinden politikalar yürütülmedi.
Amerika’da 80’lerde başlayan ve 90’larda devam eden imalat sektörünün ülkeden çıkarılarak başka coğrafyalarda üretime geçmesi, işsizliğin zaman içerisinde görünür şekilde artmasına ve yapısal olarak yerleşmesine sebep oldu ve işçi sınıfı haftada 50 saat çalışarak belli bir standart yakalayamaz hale geldi. ‘He/she/they’ meseleleri ise daha çok gündemde olan konular. Mesela yakın zamana kadar asgari ücret sınırlarının belli olmadığı Alabama’da Cumhuriyetçiler, asgari ücretleri yukarı çekecek işçilerin hastayken ücretli izin kullanması kanununu geçirdiler. Hâlbuki bu tarz söylemlerin ve kampanyaların sol popülizmden gelmesi beklenirdi. Ayrıca göç dalgası ile çehresi çok hızlı değişen ve güvensizlik hissi zaten hep yüksek tutulmuş Amerikan toplumunda, federal kurumlara güvensizlik, siyasi/ekonomik tehdit algıları da sadece Cumhuriyetçilerin gündemindeydi. “Çocuklarımızın ekonomik geleceği tehdit altında, cinsiyeti tehdit altında, güvenliği tehdit altında” söylemlerinin seçmen nazarındaki karşılığını demokratlar ve liberaller görseler dahi umursamadılar.
Gazze’nin geleceği ve Trump
Bütün dünyanın gözü şu anda Gazze’de oluşabilecek bir ateşkes ve ateşkes koşullarında. Yeni Amerikan başkanının bir şekilde ateşkes sağlayabileceği yönünde genel bir kanı var. Aynı zamanda Trump’ın koşulsuz İsrail desteğine, Trump seçildiğinde Netanyahu’nun gizleyemediği açık sevincine ve tamamı Hamas ve Hizbullah’la ilgili açıklamalar yapıp İsrail’e açık destek vermiş kabinesine bakarsak; bu ateşkesin nasıl bir ortamda oluşabileceği hem kaygı verici hem de merak konusu.
İsrail, Trump yönetiminin yeni döneminde Batı Şeria’nın işgalini tamamlayıp Gazze’de temelli bir abluka statüsü oluşturduktan sonra ateşkes için bir adım atabilir. Tabii bu tutumlar iç kamuoyunda olumsuz algılanarak, Trump’a karşı enerjisi yükselecek Demokratları Gazze meselesi etrafında bir protesto serisine ve ‘Black Lives Matter’ tarzında bir toplumsal organizasyona da götürebilir.
Amerika’nın Netanyahu’ya sınırsız silah ve siyasi desteği üzerinden “soykırım destekçisi” olarak suçlanmasına karşı duran hali hazırda bir toplumsal hareketlilik zaten bulunuyor. Trump’ın tutumunun ise yeni Amerikan başkanı olarak bu konuya tarihsel bir çözüm getirmek yerine “şahinler kabinesi”ni de yanına alarak ‘Hamas ve Hizbullah yok edilsin’ söylemi üzerinden meseleyi ele almaya devam edeceğine kesin gözüyle bakılıyor.
Trump’ın kampanyasına 100 milyon dolar bağışta bulunan dünyanın en zengin İsraillisi, tıp doktoru Miriam Adelson, son üç seçimdir Trump’ı destekliyor. Kampanyanın en önemli bağışçılarından birisi olan Steven Witkoff’un ise Orta Doğu özel temsilcisi olarak atanması bekleniyor. İsrail büyükelçisi olarak ilan edilen Mike Huckabee’nin ise Orta Doğu ile ilgili doktriner bir bilgisi ve görev deneyimi yokken; İsrail’e seyahatleri ile biliniyor. Öte yandan kabinenin neredeyse tamamı İran karşıtlığı ve İsrail yanlılığı konusunda uçlarda geziniyor. Hâl böyle iken Orta Doğu’da çiçeklerin açmayacağına da kesin gözüyle bakılıyor.
Yalnız birkaç nokta olagelenden daha farklı olabilir. Amerikan Devleti uzun zamandır İsrail ile Gazze dışında bir ilişki geliştirmeye çalışıyor. Gazze ve Filistin’in tanınmasını dışarıda bırakarak İsrail’in bölgede var olma hakkının meşrulaştırılması yönünde bir politika izleniyor. Bu politika hem Trump’ın ilk döneminde hem de Biden döneminde güdülen bir politika oldu.
Trump, ilk döneminde Orta Doğu’da İran’ın ekonomik ve askeri anlamda gücünü kırarak izole etmek ve İsrail’in elini rahatlatmak konusunda Amerikan müesses siyasetine birebir uygun davrandı. Trump’ın kılıç gösterisi ile sembolikleşen meşhur Arabistan seyahati de bu bağlamda, yani İran’ın düşmanları ile yakınlaşma ve bölgenin belki de en üçlü Arap devletinin İsrail’i tanımasını sağlama noktasında adım atmak ve böylece İsrail’in elini rahatlatma politikası olarak okunabilir. Nitekim Trump, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn gibi ülkelerle İsrail arasında yakınlaşma başlatmayı da başarabilmişti. 7 Ekim’den sonra duran İsrail’i tanıma süreçlerine de başka bir bağlamda devam edebilir.
Biden döneminin ise bölgedeki birçok sorun açısından bir fark yarattığını söylemek güç. Suriye’de güçlenen İran ve Rusya varlığı, Türkiye’nin Suriye sınırındaki güvenlik kaygıları, İsrail’in bölgesel saldırganlığı, Doğu Akdeniz’deki güç mücadelesi, Çin’in bölgesel hâkimiyet alanını artırması gibi sorunlar ya olduğu gibi duruyor ya da etkinliğini daha da çok artırıyor. Trump’ın yüzleşeceği Orta Doğu ise bölgesel krizlerin daha da derinleştiği ve karmaşıklaştığı bir süreç.
Yalnız bu sefer Suriye meselesi gibi konularda Trump, kendi tarzını ortaya koyabilir. Dört sene evvel bakanlarını atayabilmek için aylarca senato onayı bekleyen Trump; bugün elde ettiği çoğunlukla daha hızlı harekete geçebilir, daha hızlı kararlar alabilir. Dış politikada başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere birçok lideri şahsen tanıyor ve daha tecrübeli. İsrail dışındaki meselelerde daha çözüm odaklı ve müttefiklik bazında ilerleyebilir. Bekleyip göreceğiz.
devamını oku daha az oku
olarak görev almış, editoryal koordinatör olarak çalışmış ve köşe yazıları yazmıştır. Çalışmalarını dış politika, Orta Doğu ilişkileri, kadın çalışmaları ve medya etiği konularına yoğunlaştırmıştır.