15 Haziran 2025
Bugün dünyanın her yerinden milyonlarca insan Gazze için sesini yükseltiyor. İstanbul’da, Londra’da, Santiago’da, Madrid’te, Kuala Lumpur’da, Dublin’de ve daha birçok şehirde… İnsanlar meydanlarda, sokaklarda ya da sosyal medyada aynı ortak cümleyi kuruyorlar; Filistin’e Özgürlük! Boykot kampanyaları ve sosyal medya hareketleri giderek büyüyor. Yani tarihi bir ana şahitlik ediyoruz aslında. Zira dünya genelinde halkların önemli bir kısmı, Filistin halkıyla insani ve vicdani bir dayanışma gösteriyor. Ve Filistin direnişi, tarihi boyunca hiç olmadığı kadar güçlü bir desteğe sahip şu anda. Bu direniş, aynı zamanda sömürgecilik karşıtı bir mücadele ve emperyalizme karşı bir başkaldırı olarak görüldüğünden; Güney Afrika, Latin Amerika ya da İrlanda gibi batı sömürgeciliğinden muzdarip olmuş, apartheid rejimi yaşamış ya da bağımsızlık mücadelesi vermiş halklar tarafından anlaşılması çok daha kolay elbette. Latin Amerikalı yazar Eduardo Galeano’nun çok sevdiğim bir sözü var. Şöyle söyler; ben hatırlama takıntısı olan bir insanım. Yani Filistin’e bakmak, aynı zamanda kendi tarihsel hafızalarının canlanması demek onlar için.
Ancak protestolar buralarla sınırlı kalmıyor. New York, Londra, Paris gibi dünya sisteminin merkezinde yer alan şehirlerde de gittikçe büyüyen bir öfke var. Bu da bize, Siyonizm’in maskesinin şimdiye kadar hiç olmadığı kadar düştüğünü ve psikolojik üstünlüğü tamamen yitirdiklerini müjdeliyor. Yani İsrail, sadece Filistin halkına değil bütün dünya halklarına savaş açmış durumda şu anda. Öfke duydukları sadece Filistin halkı değil, Filistin’in yanında duran bütün dünya halkları. Ve kendilerine karşı çıkan bir İrlandalı’dan, İspanyol’dan, Amerikalı’dan, Faslı’dan ya da Tunuslu’dan da, en az bir Filistinli’den olduğu kadar nefret ettiklerini gizleyemiyorlar artık. Bu savaşın iki karşı cephesi gibi duran Siyonistler-Araplar/Müslümanlar ayrımı, Siyonistler ve dünyanın geri kalan halkları olarak güncellendi adeta. İsrail, kurulduğu günden bu yana aldığı en ağır ahlaki mağlubiyet içerisinde. Bu da, sadece Filistin halkı için değil hepimiz için çok büyük bir zafer aslında.
Peki dünya halklarının büyük bir kısmı Filistin’in yanında dururken, nasıl oluyor da birçok devlet ya sessiz kalıyor ya da İsrail’e doğrudan veya dolaylı destek veriyor? Dünya sisteminin o katı ve tamamen çıkar odaklı yapısı, vicdanlardan yükselen bu sesleri nasıl oluyor da görmezden gelebiliyor? Halkların desteği bu kadar yüksek olmasına rağmen neden sonuç değişmiyor? Daha da önemlisi, dünya bu şekilde daha ne kadar devam edebilir?
Küresel Dünya Sistemi’nin Güç Dengeleri ve Çıkar İlişkileri Arasında Filistin
Gazze’ye atılan bombaların ardından yükselen her çığlık, bize Filistin’de yaşananların sadece yerel bir çatışma değil, batı merkezli küresel dünya sisteminin adaletinin tekrar imtihan edildiği bir sınav kâğıdı olduğunu gösteriyor. Filistinli bir çocuğun gözünden akan her yaş, sistemin bu korkunç adaletsizliğini tekrar yüzümüze vuruyor. Dünya halklarıyla arasındaki büyük vicdani ve ahlaki uçurumu gözler önüne seriyor. Zira bu sistemin işleyişiyle, halkların talepleri arasında örtüşen hiçbir nokta yok.
Merkez ülkeler sistemin sahibiyken, çevre ülkelere ise tamamen düzenin sömürülenleri rolü biçiliyor. Ve Filistin parçalanmış ve kuşatılmış bir halk olarak sistemin en altında yer alıyor. Fiziksel olarak bölünmüş, temsil hakkı engellenmiş, İngiliz mandasının başlangıcından yani 100 seneden bu yana ekonomik olarak da abluka altında olan ve yoksullaştırılan. Adalet, hukuk, insan hakları gibi evrensel değerlerin ancak çıkarlarla örtüştüğünde işletildiği bir dünya sisteminde Filistin halkı, sistematik bir dışlanmanın ve sessizliğin içinde hayatta kalmaya çalışıyor. Yani Filistin sadece bir coğrafi bölge değil, pek çok İslam ülkesinin de maalesef boyunduruğunda olduğu güç merkezli bu sistemin nasıl çalıştığını gösteren en çıplak gerçek olarak duruyor karşımızda.
Uluslararası Kurumların İşlevsizliği
Sistemin merkezinde yer alan ABD, İsrail’in en güçlü müttefiki olarak, Siyonist devlete hem askeri hem de diplomatik koruma sağlıyor. Avrupa Birliği’ne dönüp baktığımızda ise, Filistin meselesine zaman zaman eleştirel yaklaşsalar ve bazı çıkışlarda bulunsalar da, yaptırım mekanizmaları konusunda çekimser kaldıklarını yani doğru dürüst bir işe yaramadıklarını görüyoruz. Bizde bir söz vardır. Attığın taş ürküttüğün kuşa değse bari, der büyüklerimiz. Birleşmiş Milletler’in ise, kınama kararları almasına rağmen veto sistemi denen bir sistem nedeniyle, Güvenlik Konseyi'nde etkisiz kaldığını izliyoruz. ABD’nin vetosu her şeyi kilitlemeye ve dosyanın rafa kalkmasına yetiyor. 1947'den bu yana BM Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi'nde Filistin hakkında yüzlerce Birleşmiş Milletler kararına alındı. Bunların içinde, 2024 senesinin Eylül ayında kabul edilen ve İsrail'in 12 ay içinde işgali sonlandırmasını talep eden genel kurul kararı da vardı. Ancak buna rağmen İsrail, bu karara uymadı ve cezasız kalmaya devam etti. Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne dönersek, savaş suçlarıyla ilgili dosyalar toplasalar da, siyasi baskılar nedeniyle ilerleme kaydedemediklerine şahitlik ediyoruz. Onlar da bir işe yaramıyor, hiçbir yaraya merhem olamıyorlar. İnsan hakları örgütleri raporlar yayınlıyor ama yaptırımları genellikle sembolik kalıyor. Yani gerek Avrupa Birliği gerek Birleşmiş Milletler gerek Uluslararası Ceza Mahkemesi gerekse diğerleri, tamamen sistemin çıkarlarını önceliyorlar ve bugün Filistin’de olduğu gibi, artık görmezden gelinemeyecek boyutta bir soykırım olduğu zaman ise, asla işe yarar bir tarafı olmayan ve sistemi zedelemeyecek sembolik çıkışlarla yetiniyorlar.
Sistemin içerisindeki küresel medya devleri de, Filistin’de yaşanan olayları sistemin merkezinde yer alan devletlerin bakış açısıyla yansıtarak, İsrail’in güvenlik kaygılarının! öne çıkarılmasına neden oluyor. Filistin halkının haklı direnişi, terör olarak etiketlenirken, İsrail terörü meşru müdafaa olarak gösteriliyor. Yani tamamen dünya sisteminin ideolojik uzantısı olarak çalışıyor ve gerçeği yeniden kurguluyorlar.
Bu Dünya Sistemi, Bu Halklara Dar Geliyor
Filistin’de yaşanan zulüm bentleri aştı, duvarları yıktı geçti, her yere ulaştı. Yani dünyayı kontrol altında tutma iddiasında olan küresel sistemde büyük bir çatlak oluşturdu. Ve merkez olarak tabir edilen o devletlerin ve bunlara bağlı kurumların karşısında ilk kez böylesine güçlü bir şekilde durdu. Milyonlarca insan, insanlığın ortak vicdanının ve izzeti nefsinin bir nişanesi olarak, Filistin için mücadele etmeye devam ediyor. Her yürüyüş, her yazı, Filistin üzerine yapılan her kültürel çalışma ve her pankart, o çatlağı biraz daha derinleştiriyor. Filistin için sesini yükselten her insan, Filistin’de 100 seneden bu yana neler yaşandığını hatırlayarak devam ediyor yürüyüşüne. Sistemin bu korkunç adaletsizliğini ise, bir an olsun çıkarmıyor hatırından. Kristin isminde 85 yaşında Kanadalı bir arkadaşımız var. Toronto’da yalnız yaşadığı küçük dairesinde, durmaksızın Filistin’e dair haberleri takip etmeye çalışıyormuş. Telefonla konuştuğumuzda, avazı çıktığı kadar bağırarak Siyonizm’e lanet okuyordu. Ve şunu söylüyordu; Beni temsil etmeyen bu dünya düzeninin yıkıldığını görmeden ölmek istemiyorum.
Tarih bize şunu gösteriyor ki; Ne kadar güçlü olursa olsun, hiçbir sistem halkların kararlılığı karşısında ebedi olarak varlığını sürdüremiyor. O sistemin dışından yani tabandan gelen baskılar, çoğu kez büyük değişimlerin müjdecisi olabiliyor. Necip Fazıl’ın “Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes” demesi gibi… Allah çok büyük gerçekten. Filistin’de sadece 7 Ekim’den bu yana alçakça katledilen ya da açlığa mahkûm edilen onbinlerce masumun ve bu yaşananlar karşısında vicdanlarının sesini susturamayarak, birşeyler yapmaya çalışan milyonlarca insanın hatırına, zulümle abad olunmayacağını ve en güçlü sanılan yapıların bile bir anda nasıl yerle bir olacağını gösterecektir hepimize. Yeter ki mücadele etmekten vazgeçmeyelim.
devamını oku daha az oku
1936-1939 (2022).