İsrail’in Gazze üzerinde 15 aydır sürdürdüğü soykırım 19 Ocak 2025 tarihinde varılan uzlaşı ile sonlandı. Soykırımın ortağı olan Amerika Birleşik Devletleri’ndeki (ABD) başkan değişiminden bir gün önce ilan edilmesi açısından zamanlaması oldukça manidar olan bu ateşkes süreci, gerek yerel (Filistin) gerek bölgesel (Orta Doğu) gerekse uluslararası siyaset açısından birçok mesaj taşıyor. Yerel bağlamda, Hamas gibi silahlı direniş güçlerinin bütün teknolojik donanım ve ‘üstünlüğe’ rağmen İsrail’e karşı askeri kazanımlar elde edebileceğini bir kez daha ortaya çıkardı. Bölgesel anlamda, Suriye devrimi ile birlikte düşünüldüğünde Gazze’deki direnişin zafer kazanması, Arap devrimleri sürecini tekrar tartışmaya açtı. Küresel siyaset açısından da ABD’nin halen bölge siyasetini doğrudan etkilediği görüldü.  

Bununla birlikte Gazze’deki ateşkes, İsrail açısında çok boyutlu bir stratejik tıkanıklığın ürünü olarak öne çıkmaktadır. 19 Ocak 2025 tarihinde başlayan bu ateşkes hem Hamas’ın hem de diğer Filistinli direniş gruplarının Gazze halkıyla dayanışma içinde hareket etmesi ve özellikle ABD destekli bir güç olan İsrail’e karşı kayda değer bir direniş göstermesi sonucunda elde edilmiştir. İsrail, çatışmalarda istediklerini elde edememiş, özellikle Hamas’ı etkisiz hale getirme hedefine ulaşamamış ve uluslararası toplum nezdinde yoğun eleştirilere maruz kalmıştır.  

İsrail’i ateşkese iten sebepler  

İsrail’in ateşkesi kabul etmesinde birçok faktör etkili olmuştur. Örneğin, ekonomi alanında İsrail’in ciddi meydan okumalarla karşılaştığı ifade edilebilir. 7 Ekim 2023 sonrasında İsrail ekonomisi, askeri ve sivil alanlardaki yüksek maliyetler nedeniyle tarihî bir krizle karşı karşıya kalmıştır. Resmî açıklamalara ve uluslararası kaynaklara göre, yalnızca doğrudan askeri harcamalar 34 milyar dolar civarındadır. Toplam ekonomik zarar ise genel bütçe kayıpları eklendiğinde 67 milyar dolara ulaşmaktadır. Sektörel bazda en belirgin gerileme turizm ve inşaat sektörlerinde gözlenmiştir. Turizmdeki yaklaşık yüzde 70’lik düşüş, 5 milyar dolar gelir kaybına yol açmıştır. İnşaat sektöründeyse 4 milyar dolarlık doğrudan zarar kaydedilmiş ve 70’ten fazla şirketin faaliyetini durdurması, uzun vadeli işsizlik riskini artırmıştır. Sadece 2023’ün ilgili döneminde 60 bine yakın firmanın kapanması, önceki yıla oranla yüzde 50’lik artışla istihdam piyasasını ve üretim kapasitesini olumsuz etkilemiştir.  

Bütçe verileri de bu tabloyu desteklemektedir. Aralık ayı istatistikleri, 19,2 milyar şekel (5,2 milyar dolar) düzeyinde bir bütçe açığına işaret etmektedir. Calcalist gazetesinin 2024 sonuna dair öngörüleri, savaşın toplam faturasının 250 milyar şekeli (yaklaşık 67,6 milyar dolar) bulabileceğini göstermektedir. Bu kapsamlı mali yük, savunma harcamalarının uzun vadede artacağı ve cari açığın büyüyeceği yönündeki öngörüleri güçlendirmektedir. Neticede hem doğrudan askeri giderler hem de turizm ve inşaat gibi kritik sektörlerdeki durgunluk, İsrail ekonomisinde yapısal kırılganlıkları derinleştirerek tarihî boyutta bir çöküş riskine işaret etmektedir.  

İkinci olarak, İsrail’in Gazze’de yaşadığı askeri kayıplar da Siyonist rejimi ateşkese zorladı. İsrail ordusunun savaşta verdiği yüksek kayıplar, askeri operasyonların beklenen hız ve etkinlikte ilerlemesine engel olmuştur. Bu kayıplar, toplumsal baskının artmasıyla siyasi karar alıcıları ateşkes seçeneğini değerlendirmeye sevk etmiştir. Sonuç olarak, uzun süreli bir çatışmanın hem maddi kaynakların tükenmesine hem de güvenlik kurumlarının caydırıcılık kapasitesinin zedelenmesine yol açabileceği kanaati, ateşkes kararını kaçınılmaz kılmıştır.  

Üçüncü olarak, İsrail Gazze’deki temel hedefi olan Hamas’ı tamamen bitirme stratejisinde başarısız olmuştur. İsrail, kara ve hava saldırılarının yoğunluğuna rağmen Hamas’ın örgütsel yapısını ortadan kaldıramamış, aksine yerel ve uluslararası meşruiyet tartışmalarına kapı aralamıştır. Hamas’ın yeraltı tünelleri ve geniş savaşçı ağı, İsrail ordusunun hızlı bir zafer beklentisini boşa çıkarmıştır. Sonuçta, çatışmaların uzaması direnişe yeni katılımları tetiklediği için Hamas’ın etkisini düşürme stratejisi başarısızlığa uğramış, bu da İsrail’i diplomatik çözüm aramaya zorlamıştır.  

Dördüncü olarak, İsrail her geçen gün meşruiyet zeminini kaybetmiştir. Başta ABD olmak üzere birçok ülkedeki İsrail’in Gazze soykırımını tenkit eden protestolar olmak üzere İsrail, uluslararası meşruiyetini kaybetmiş, küresel vicdan Filistin’in yanında durmuştur. Ayrıca Netanyahu’nun Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanma süreci de İsrail’i köşeye sıkıştırmıştır. Uzayan çatışma sürecinde İsrail yönetimi, uluslararası hukuka aykırı uygulamalar nedeniyle Batı’daki siyasi desteğini ciddi ölçüde sarsmıştır. Netenyahu ve bazı üst düzey yetkililere karşı gündeme gelen savaş suçu ithamları, ülkenin diplomatik izolasyonunu derinleştirmiştir. Bu gelişmeler, İsrail’in dış politikadaki manevra alanını daraltarak ateşkes masasına oturma ve uluslararası baskıları hafifletme arayışını zorunlu hale getirmiştir. Son olarak, ABD’nin 47. Başkanı olarak seçilen Donald Trump’ın ateşkesi kabul etmesi noktasında İsrail’e baskı kurması, bu karara zemin hazırlayan ana etmenlerdir. İsrail’in Gazze’yi bir “Vietnam bataklığı” olarak deneyimlemesi ve kendi kamuoyundaki baskı, Netanyahu hükümetini ateşkese zorlayan önemli unsurlar arasındadır.  

Ateşkesi çözümlemek  

İsrail iç siyasetinde krizler ve istikrarsızlık üreten bu ateşkes, temelde üç aşamadan oluşuyor. İlk aşama, altı haftalık bir periyodu kapsamakta ve esir takasına odaklanmaktadır. Bu kapsamda, 33 İsrailli esire karşılık 95 Filistinli esir serbest bırakılmış, ilerleyen haftalarda ise toplamda bin 800’den fazla Filistinlinin özgürleşmesi öngörülmüştür. Ancak İsrail’in takas sürecindeki isteksizliği ve manipülasyon girişimleri, ilerleyen aşamalarda sorun yaratabileceğine işaret etmektedir. Ayrıca İsrail’in Lübnan’da yaptığı gibi Gazze’de de ateşkese rağmen saldırılarına zaman zaman devam etmesi ve Batı Şeria’da birçok Filistinliyi esir alması da sürecin sağlıklı yürütülmesi önündeki en büyük engel olarak görülebilir.  

İkinci ve üçüncü aşamalardaki detaylar ise henüz netlik kazanmamıştır. Ateşkesin 16. gününde detayları tartışılacak olan ikinci ve üçüncü aşama kritik maddeleri içermektedir. İkinci aşamada, İsrail’in Gazze’den çekilmesi ve ablukanın gevşetilmesi öngörülmektedir. Bu noktada İsrail, Gazze’deki işgali sonlandırmak yerine “askeri operasyonları kalıcı olarak durdurma” ifadesini kullanarak meşruiyet kazanmaya çalışmaktadır. Üçüncü aşama ise en kritik nokta olarak görülebilir. Nitekim bu aşamada Gazze’nin yeniden inşası ve yönetimi tartışmaların merkezinde yer almaktadır. İsrail, Hamas’ın Gazze’deki yönetim yetisini sona erdirmek için ABD ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) desteğiyle alternatif planları hayata geçirme niyetindedir. Bu noktada Batı Şeria’daki Mahmud Abbas gibi İsrail yanlısı bir aktörün (Muhammed Dahlan) Gazze’nin yönetimine getirilmesi İsrail tarafından planlanmaktadır. Ancak Gazze halkının Hamas’a teveccühünün devam etmesi ve sivillerin dahi İsrail’e karşı silahlı direnişi desteklemesi, bu planların uygulanabilirliğini sınırlamakta ve İsrail’in ateşkes sonrası Gazze planını boşa çıkarmaktadır.   

Bunlarla birlikte ateşkesin oldukça kırılgan bir sürece tekabül ettiği de ifade edilebilir. Ateşkesin kırılganlığını artıran en önemli unsur, taraflar arasındaki derin güvensizliğin ve geçmişteki benzer ateşkes anlaşmalarının sıkça ihlal edilmesinin yarattığı olumsuz tarihsel mirastır. Netanyahu hükümeti içindeki aşırı sağ unsurların ateşkesin kapsamı ve devamına dair sergilediği direnç, siyasi istikrarı tehdit ederek anlaşmayı savunmasız bırakmaktadır. Bu anlamda Netanyahu politik kariyerinin devam etmesi için dahi ateşkesi bozacak adımlar atabilir. Ayrıca esir takası ve aşamalı çekilme gibi konulardaki belirsizlikler, küçük çaplı ihlallerin hızla büyük çaplı bir çatışmaya dönüşme ihtimalini artırmaktadır. Dolayısıyla ateşkes ancak uluslararası gözlem ve tarafların tutarlı politik taahhütleriyle istikrara kavuşabilir; aksi takdirde yeni çatışmalara zemin hazırlayan geçici bir mola niteliği taşıyabilir.  

Arabuluculuk rolü ve bölgesel yansımalar  

Ateşkesin sağlanması noktasında birçok bölgesel aktör diplomatik adım atmıştır. Bu anlamda en çok öne çıkan bölgesel aktörler Katar, Mısır ve Türkiye’dir. Katar ve diğer arabulucuların başarısında temel etken, İsrail ve Hamas gibi taraflarla kurdukları çok yönlü ve uzun vadeli diplomatik ilişkileri başarıyla yönetmeleridir. Katar, Hamas üzerindeki nüfuzunu hem insani yardım kanalları hem de siyasi temsilciler aracılığıyla kullanırken, Batı dünyası ve ABD ile kurduğu dengeli ilişkiler sayesinde iki taraf arasında köprü görevi görmüştür. Mısır, Refah sınır kapısı üzerindeki kontrolüyle önemli bir lojistik ve geçiş noktası sağlamakta, bu sayede ateşkes uygulamalarının pratikte işlemesini kolaylaştırmaktadır. Türkiye ise hem bölgedeki diplomatik ağını hem de ABD dış işleri bakanı Blinken gibi üst düzey ABD temsilcileriyle yürüttüğü diyaloğu etkin biçimde kullanarak, Hamas’ı ateşkesin parçası olmaya ikna etmede tamamlayıcı bir rol üstlenmiştir.  

Bütün bu girişimlerde en belirleyici unsur, arabulucuların taraflar arasındaki güven eksikliğini giderecek mekanizmalar geliştirmesi ve ateşkes sonrası dönemde ortaya çıkabilecek riskleri sınırlandırıcı güvenceler sunabilmesidir. Buradan hareketle ateşkesin kalıcı olması adına arabulucu aktörlerin diplomatik adımlarını devam etmesi gerekmektedir. İsrail’in saldırganlığını ise ABD’nin 47. Başkanı Donald Trump’ın dizginlemesi gerekiyor. 

Sonuç olarak, 19 Ocak 2025’te varılan Gazze ateşkesi, 15 ay süren İsrail soykırımının ardından gelen önemli bir diplomatik dönüm noktasıdır. Filistin siyaseti ve Gazze direnişi için zafer anlamına gelen bu ateşkeste, Katar’ın arabuluculuk rolü, özellikle taraflar arasındaki geniş uçuruma rağmen sürdürdüğü esnek diyalog kanalları sayesinde ateşkes müzakerelerini kolaylaştırmıştır. Aynı zamanda Türkiye, ABD ve Mısır gibi aktörlerin devreye girmesi de çözüm sürecine önemli katkılar sunmuştur. Ateşkes uyarınca Hamas elindeki rehinelerin bir bölümünü serbest bırakırken, İsrail’in kara birliklerini Gazze’nin belirli bölgelerinden çekmesi kararlaştırılmıştır. Ancak uzmanlar, İsrail’in hâlâ Gazze sınırında askerî varlığını sürdürmesinin ve büyük ölçüde yok edilen altyapının onarılmasında yaşanacak engellerin anlaşmanın kalıcılığını tehlikeye atabileceğini öngörmektedir.  

Öte yandan, Filistin halkı açısından kayıpların büyüklüğü ve evlerini terk etmek zorunda kalan yüz binlerce insanın geri dönüş süreci uzun vadeli bir insani krize işaret etmektedir. İsrail kamuoyunda ise kayıp askerler ve Hamas’ın tamamen ortadan kaldırılamaması gibi unsurlar eleştirileri yoğunlaştırmıştır. Filistin siyasi sahnesinde, Hamas’ın direniş söyleminin güçlenmesi karşısında Filistin Otoritesi’nin meşruiyeti tekrar tartışmaya açılmaktadır. Ayrıca İsrail’in Batı Şeria’da ve özellikle Mescid-i Aksa’daki işgal ve ihlallerinin artarak devam etmesi Filistin’deki çatışma ikliminin henüz sonlanmadığına işaret olarak görülebilir. Dolayısıyla 19 Ocak ateşkesi, gerilimi bir süreliğine yatıştırsa da yapısal sorunları kökten çözmekten uzaktır. Nihai barışın sağlanması, ilk olarak İsrail’in başta Kudüs olmak üzere Filistin’in muhtelif bölgelerine uyguladığı işgal, ilhak, soykırım, yerleşimci terörü ve etnik temizlik gibi yöntemlerden vazgeçmesine dayanıyor.