Trump yönetimi, sadece küresel ölçekte değil, ABD içerisinde de tartışmalı kararlara imza atmaya devam ediyor. İlk ayını dolduran 47. ABD Başkanı, federal kurumlarla ilgili bütçe kesintileri ve işten çıkarma kararlarına imza atarak Amerikan kamuoyunda ilk döneminden daha sansasyonel bir süreci yürütüyor. Son olarak 850 milyar dolar ile federal hükümetin cömertliğini yıldan yıla daha çok hisseden Savunma Bakanlığını sarsan işten çıkarmalar tartışılıyor. 

Başkan Trump, ocak ayından bu yana yaptığı tartışmalı atamalarla Cumhuriyetçi Parti dahil, Washington’da bürokrasisinden pek çok çevreye rahatsızlık vermeye devam ediyor. Seçimi farklı kazanmasının verdiği özgüvenle devlet mekanizmasına “gerektiğinden fazla” ve “siyasi kaygılarla” müdahale ettiği suçlamasıyla eleştirilerin hedefi olmaya sürdürüyor. Trump’a yöneltilen eleştirilerin dozu, ülke güvenliğinin yanı sıra küresel ölçekte faaliyet gösteren stratejik departmanlara kendi siyasi çizgine yakın, “sadık ve dost” isimleri atamasıyla daha da artmıştı. 

Savunma Bakanlığı’nın başına kendisine oldukça yakın olan eski Binbaşı Pete Hegseth’in getirilmesi, Trump’ın önceki döneminden daha “sadık bir Pentagon” istediği iddialarını güçlendirmişti. Başkanın orduya yönelik kaygılarını sıkça dile getiren Trump yanlısı Fox News’te sunuculuk ve yorumculuk da yapmış olan Hegseth, ocak ayındaki adaylık sürecinde göreve seçilmesine ilişkin “Başkan Trump beni bu pozisyon için seçtiğinde, bana verdiği birincil görev şuydu: Savaşçı kültürünü Savunma Bakanlığı'na geri getirmek. O da benim gibi, savaşmaya, öldürücü güce, liyakate, standartlara ve hazırlıklı olmaya keskin bir şekilde odaklanmak istiyor. Hepsi bu. Benim işim bu.” diyerek proaktif aksiyonların habercisi olmuştu.

Genelkurmay Başkanı ve Deniz Kuvvetleri Komutanı ile başlandı

ABD'li yetkililer pazartesi günü yaptığı açıklamada, NATO askeri komitesindeki tek kadın olan Koramiral Shoshana Chatfield'ın Trump yönetimi tarafından hafta sonu görevden alındığını söyledi. Yine yakın bir zamanda, Grönland'daki Pituffik Uzay Üssü Komutanı Albay Susannah Meyers, Başkan Yardımcısı Vance'in Grönland ziyaretinin ardından yönetimin bu konudaki siyasi pozisyonu ile ters düşen bir şekilde personeline gönderdiği e-posta nedeniyle görevden alındı.

Ancak bu adımlar, yönetimin geçtiğimiz aylarda ABD ordusuna yaptığı müdahalelerden bazıları. Trump ve Hegseth’in haftalardır ülke gündemine soktukları “orduya savaşçı ruhunu geri kazandırmak” kavramı, Pentagon’a gelecek yeni düzenin sloganı haline gelmişti. Bu kapsamda şubat ayının sonlarında Genelkurmay Başkanı General Charles Brown'ın, Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Lisa Franketti'nin, Hava Kuvvetleri başkan yardımcısı General James Slife ve Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri'nin üst düzey avukatlarının görevlerine son verildiği duyuruldu. 

(Biden döneminde Genelkurmay Başkanlığı'na getirilen General Charles Q. Brown, bu göreve seçilen ikinci Afrika kökenli Amerikalı oldu. Aynı dönemde Amiral Lisa Franchetti'nin ABD Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na atanması ise tarihi bir ilki temsil ediyordu: Franchetti, ABD Donanması'nın başına geçen ilk kadın unvanını aldı.)

Hava Kuvvetleri çıkışlı bir F-16 pilotu olan Brown, ordunun en üst makamına giden yoldaki en önemli basamağını Trump’ın ilk döneminde atmıştı. Zira Trump, 2020 yılında kendisini Hava Kuvvetleri Komutanı olarak atamış, senatodan iki partiden de oybirliği (98’e 0) ile onama almasını “önemli bir başarı” olarak görüp “harika bir kariyere sahip” diyerek tebrik etmişti. Bundan üç yıl sonra Brown, Biden tarafından “üst düzey bir stratejist” olarak tanımlanarak Genelkurmay Başkanı olarak atandı. 

Biden'ın Çeşitlilik Politikaları hep hedefteydi 

Eski Başkan Biden, Trump tarafından bu yılki 'Birliğin Durumu' konuşmasında da gündeme getirilen bir suçlamaya maruz kalmıştı: Cumhuriyetçiler, Biden yönetimini federal hükümette -özellikle Afrika kökenli Amerikalılar ve kadınların temsili konusunda- liyakat yerine pozitif ayrımcılık yapmakla suçluyordu. Yüzde altmışı siyahi, hispanik ve diğer azınlıklardan oluşan yargıç atamaları, Beyaz Saray görevlendirmelerinin yanı sıra Biden, benzer kaygılarla silahlı kuvvetleri dizayn etmekle eleştirildi. Dolayısıyla Biden’ın atadığı ilk siyahi Savunma Bakanı Lydon Austin, görevden alınan ilk kadın Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Lisa Franketti ve General Brown, Biden siyasetinin bir ürünü olarak görülmüş, Trump yönetimi tarafından başından beri istenmemiştir. Bu durumun en somut göstergesi Trump’ın Savunma Bakanı Hegseth’in ilk ofis gününde Pentagon bünyesinden Biden yönetiminin en önemli alameti farikalarından çeşitlilik (DEI) programlarını resmi olarak yürürlükten kaldırmasıdır. 

(Savunma Bakanı Hegseth, Trump tarafından aday gösterilmeden önce yorumculuk yaptığı Fox News kanalında Cumhuriyetçilerin ordudaki “woke” kültür ve DEI politikalarına karşı yürüttüğü yasama çalışmaları hakkında konuşmuştu. Trump kampanyası döneminde yapılan yayında, Hegseth “Ordu, liyakat, hazırlık ve sorumluluk üzerine kurulu bir kurumdur ve burada askerler arasındaki cinsiyet farklılıklarının gerçekliği mevcuttur. Erkekler ve kadınlar farklı yeteneklere sahiptir.” ifadeleri kullanıyor. Ayrıca Hegseth, Başkan adayı Trump’ın “üst kademeleri temizleme” ve “orduyu değiştirme” için fırsat yaratacağından bahsediyor.)

Hegseth, Trump tarafından aday gösterildikten sonra eski meslektaşı Shawn Ryan'ın podcast'inde, "İlk olarak, Genelkurmay başkanı kovulmalı" diyerek orduda reform çağrısında bulundu. Geçen sene yazdığı kitabında ise, Trump döneminde terfi almış olmasına rağmen, Brown'ın Biden dönemindeki yükselişinin "siyahi olmasından kaynaklı olabileceğinden şüphe ettiğini" ima etti. Brown, özellikle George Floyd'un öldürülmesinin ardından yayınladığı duygusal bir videoda siyahi Amerikalıların ordu içindeki zorluklarına değinerek, bu konudaki hassasiyetini kamuoyuna açıkça göstermişti. Bu durum, Biden’ın telkinleriyle DEI politikalarına önemli mesai harcayan Brown'ın hem ordudaki liderliğini hem de toplumsal adalet konusundaki duruşunu öne çıkardı.

(Çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık (DEI) politikası, ırk, köken, cinsiyet ve cinsel yönelim gibi çeşitlilikleri teşvik ederek kurumlarda bu grupların temsilini artırmayı hedefliyordu. Ancak Trump yönetimi, bu programları “içten çürüten aşırı sol bir hareket” olarak görüp kesin bir dille reddetti. Buna bağlı kalarak Savunma Bakanı Hegseth, yorumculuk dönemindeki tutumunu sürdürerek, “çeşitliliğin güç getirdiği” fikrini “askeri tarihin en aptalca çıkarımı” olarak nitelendirip ABD ordusunun caydırıcı, hazır ve güçlü olması için “birlik ruhunun” yeniden aşılanması gerektiğini söylemiştir.)

Trump yönetimi, eski Genelkurmay Başkanı Brown başta olmak üzere, görevden alınan diğer üst düzey komutanların veya Biden dönemindeki atamaların, ordunun işleyişine zarar verecek eylemlerde bulunduklarına ya da liyakat eksikliğine dair somut bir kanıt ortaya koymadı. Hegseth’in başında olduğu Savunma Bakanlığı, görevden almalarla ilgili açıklamasında Brown’un “onurlu, üstün ve seçkin hizmet” verdiğini belirtti; diğer komutanlar içinde de benzer ifadeler kullanıldı. Ancak, yeni askeri yönetimin ana odağının “caydırıcılık ve operasyonel hazırlık” olacağı vurgulanarak, Brown ve diğerlerinin “Woke kültürünü savunan ve DEI ile gereksiz zaman harcayan” komutanlar olarak görüldüğü ima edildi. Bu durum, söz konusu yaklaşımın ilk somut örneği olarak kaydedildi.

ABD Başkanlarının orduya müdahale yetkisi

ABD Başkanlarının, görev süreleri dolmamış generalleri görevden almaları, anayasal açıdan genellikle sorun teşkil etmiyor. ABD Anayasası uyarınca, başkomutan yetkilerini de haiz olan başkanlık makamı, ilgili subayların herhangi bir suç teşkil eden faaliyete karışmamış olmalarına rağmen, onları silahlı kuvvetlerden uzaklaştırma yetkisine sahip. Ancak, bu yetkinin kullanımı, yalnızca etik ve askeri strateji açısından değil, aynı zamanda hukuki sınırlar ve başkanın yetkilerinin kapsamına ilişkin tartışmaları da beraberinde getiriyor. Bu durum, başkanın orduda personel değişiklikleri yapma konusundaki geniş takdir yetkisinin, demokratik denge ve hukuk devleti ilkeleriyle nasıl uyumlu hale getirilebileceği sorusunu gündeme taşıyor.

(ABD Başkanı'nın orduyla çatışma içine girmesi ve yetki kullanımı denildiğinde, akla ilk gelen örneklerden biri, bir dönem Amerikalılar için efsanevi bir figür olan General Douglas MacArthur’un görevden alınmasıdır. MacArthur, Kore Savaşı sırasında Çin'e yönelik saldırı önerisi ve ateşkese karşı çıkmasıyla büyük tartışmalara yol açtı. Başkan Truman, savaşı hızla sonlandırmayı hedeflerken, MacArthur Kuzey Kore'yi komünizmden kurtarmak için daha agresif bir strateji benimsedi. Ancak emirleri görmezden gelerek Kuzey Kore'yi işgal etmesi, Truman'ın onu görevden almasıyla sonuçlandı.)

General MacArthur, halk tarafından efsanevi bir kahraman olarak görülse de, Başkan Truman'ın onu görevden alması, demokratik sistemde sivil otoritenin askeri strateji üzerindeki kesin hakimiyetini vurgulayan önemli bir ders niteliğinde. ABD’nin 33.Başkanı Truman, bu olaya ilişkin yaptığı açıklamalarda MacArthur’u görevden almasının gelecekteki generallere bir uyarı niteliği taşıdığı ve gelecek başkanların kendisiyle aynı çizgide tutum alması gerektiğini belirtiyor. İleride meydana gelebilecek benzer senaryolara ilişkin aldığı soruya ise “Özellikle savaş durumlarında, kendilerini başkandan üstün görecek generallere her zaman rastlayabiliriz, bunu değiştiremeyiz” ifadelerini kullanmıştır.

Cumhuriyetçiler Obama’yı örnek gösteriyor 

Truman, bu konuyla ilgili soruları cevaplarken aynı zamanda efsanevi ABD Başkanı Abraham Lincoln’un iç savaş sırasında görevden aldığı generallere atıf yapmış ancak bir bahane olarak sunmamıştır. Zira Lincoln itaatsizlik yüzünden değil, yetersizlik, başarısız operasyonlar ve aradığı liderlik vasfını tutturamadığı için bu kararları vermişti. Şimdi ise Trump'ın ordu komuta kademesini yeniden şekillendirme girişimlerine yönelik eleştiriler karşısında, destekçileri Obama yönetiminin askeri personel politikalarını örnek göstererek meşruiyet inşa etmeye çalışmaktadır. Ancak Trump'ın gerçekleştirdiği askeri kadro değişiklikleri, Obama’nın hamleleriyle yüzeysel benzerlikler taşısa da arkasındaki siyasi motivasyonlar ve sonuçları itibarıyla radikal bir kopuşu temsil ediyor.

Cumhuriyetçilerin bahsettiği Obama örneği, görev süresi boyunca disiplin ihlalleri ve uygunsuz davranış bazlı sorunları merkeze alan bir yaklaşım olarak karşımıza çıkıyor. Zira Obama döneminde Afganistan'daki NATO-ABD kuvvetlerinin komutanı General Stanley McChrystal'ın, Beyaz Saray yetkililerini küçümseyen ifadeleriyle dikkat çeken Rolling Stone röportajı ve sonrasında yaşanan süreç ancak bir yol kazası olarak adlandırılabilir. Gazeteciden aldığı tuzak sayılabilecek sorulara off-the-record (kayıt dışı) sanıp sarf ettiği sözlerin yayınlanmasıyla bir bakıma kariyer intiharına sebep olduğu da söylenebilir. Hem ABD hem de Afgan hükümeti tarafından görevi süresi boyunca oldukça memnun kalınan dört yıldızlı generalin akıbeti, derhal görevden alınması ve yerine General David Petraeus'un atanmasıyla sonuçlandı. Üstelik kendisi ve ekibini küçük düşürücü ifadeler kullanmasına rağmen, Başkan Obama generali görevden alırken “Büyük bir üzüntü duyduğunu” ifade etmişti. Yine bu hamle, askeri hiyerarşinin sivil otorite karşısındaki bağlılığını vurgulayan klasik bir hamleydi. 

Trump ile genelkurmayın ilk çatışması değil 

(Trump'ın Pentagon'la yaşadığı bu gerilim, aslında bir ilk değil; ilk başkanlık dönemindeki çatışmalar çok daha sert ve gürültülü geçmişti. Obama döneminde Kara Kuvvetleri Komutanı olarak ve daha sonra Trump tarafından Genelkurmay Başkanı olarak atanan Mark Milley'in attığı adımlar, yasal yetki ile gayriresmî güç (informal power) arasındaki çizginin nasıl bulanıklaşabildiğini gösteren çarpıcı bir örnektir.)

General Milley, merkezi konumunu kullanarak Trump'ın bazı potansiyel radikal hamlelerini engellemeye yönelik inisiyatifler aldı. Örneğin, 6 Ocak'ta Kongre Binası'na yönelik şiddet eylemleri sırasında Trump'ın kışkırtıcı retoriği ve dengesiz tavrı, ülkeyi bir anayasal krizin eşiğine sürükledi. Bu kaos ortamında Genelkurmay Başkanı General Mark Milley, olağanüstü bir inisiyatif alarak nükleer komuta zincirini fiilen gözden geçirdi. 'Rutin prosedür' görüntüsü altında Pentagon'un üst düzey generalleriyle acil toplantılar düzenledi ve emir-kontrol mekanizmalarına ek güvenlik katmanları ekledi. 

Benzer şekilde, ABD istihbaratının ve dönemin Demokrat Temsilciler Meclisi Başkanı’nın, Pekin’in “Trump’ın nükleer gücü pervasızca kullanmasından endişe etmekte olduğu” tespitine iştirak ederek, dönemin Çin Genelkurmay Başkanı Li Zuocheng kendi inisiyatifiyle yaptığı telefon görüşmeleri marifetiyle ABD’nin herhangi bir “agresyon sergilemeyeceğini” teyit ederek uluslararası kriz riskini azaltmaya çalıştı. Bu hamleler, Genelkurmay Başkanının başkomutanın kararlarına duyduğu güvensizliğin tarihi bir yansımasıydı. Milley'in, 'anayasal düzeni koruma' sorumluluğunu açıkça öncelemesi, ABD’de askerî-sivil ilişkilerde nadir görülen bir aşınmaya neden oldu ve Milley’in demokratik denetim mekanizmalarını es geçtiği eleştirilerine yol açtı.

(Elbette Milley’in Çin’li mevkidaşıyla yaptığı bu telefon görüşmeleri, Trump hükümetini zayıflatan ya da baskılayan bir çeşit “darbe” olarak değerlendirilemez. Ancak Milley'in stratejisi, "gayriresmî güç" kavramının ordu-siyaset ilişkisindeki tehlikeli yansımalarını ortaya koyuyor. Nitekim ABD'de yaşanan bu tartışma, farklı boyutlarda da olsa Türkiye'deki "vesayet" ve "derin devlet" söylemleriyle benzerlik göstermekte. Yasal olmayan yollarla sistemde "denge" sağlama çabaları, Trump'ın kararlarının doğruluğundan bağımsız olarak demokratik meşruiyeti zedeliyor.)

General Mark Milley, görev süresinin sonunda yaptığı tarihi nitelikteki emeklilik konuşmasında, ABD silahlı kuvvetlerinin anayasal sadakat ilkesini tüm dünyaya ilan edercesine şu sözleri sarf etmiştir: "Bizler ne bir krala ne kraliçeye, ne tiran ne de diktatöre bağlılık yemini ederiz. Diktatörlük heveslilerine asla biat etmeyiz. Yeminimiz yalnızca anayasayadır, Amerikan ideallerinedir ve bu değerleri korumak uğruna canımızı feda etmeye her an hazırız." Bu açıklamalar, özellikle eski komutanı Trump'ın otoriter eğilimlerine karşı askeri geleneği en üst düzeydeki savunuşlarından biri olarak tarihe geçmişti. Diğer yandan Trump, emri altındaki eski Genelkurmay Başkanı'na yönelik şimdiye dek bir ABD Başkanı'nın atıfta bulunabileceği en ağır suçlamayı yaparak Milley'i "vatana ihanet"le itham etmiş ve bu iddiayı "ölüm cezası gerektiren bir suç" söylemiyle ilişkilendirmişti. Ocak ayında ise göreve geldiğinde vakit kaybetmeden Milley’in geçmiş faaliyetlerine ilişkin soruşturma açılmış, dört yıldızlı komutanın hassas bilgilere erişim yetkisi tanıyan "güvenlik iznini" ve kendisine atanan koruma ekibinin geri çekildiği bildirilmişti

Ordu ve siyaset arasındaki duvar aşınıyor 

Trump yönetiminin ordu felsefesi ve askeri komuta kademesinde gerçekleştirdiği değişiklikler, Amerikan savunma doktrininde önemli bir dönüm noktası olarak değerlendirilebilir. Bu dönemde alınan personel kararları, bir yandan "ordunun operasyonel etkinliğini artırma", sadakat ve yenilenme hedefiyle açıklanırken, diğer yandan askeri liyakat sistemine yönelik müdahaleler olarak yorumlandı. Özellikle General Brown gibi deneyimli komutanların görevden alınması, sivil-asker ilişkileri bağlamında hem akademik çevrelerde hem de siyasi arenada geniş yankı uyandırdı.

Savunma Bakanlığı'nın bu dönemde uygulamaya koyduğu reformlar, ordunun gelecekteki yapılanmasına ilişkin stratejik bir tartışma platformu oluşturdu. Aynı şekilde General Milley döneminde yaşanan gelişmeler ve kendisine yönelik açılan soruşturmanın sonuçları, gelecekteki askeri liderler için önemli bir emsal teşkil ediyor. Bu durum, benzer koşullarda görev yapacak komutanlar üzerinde hem yönlendirici hem de caydırıcı bir etki yaratma potansiyeli taşıyor. "Savaşçı kültür" vurgusu ve diğer dönüşüm çabaları, modern harp sanatının gerektirdiği çok boyutlu yeteneklerle uyum konusunda farklı görüşlerin ortaya çıkmasına neden oldu.

Bu sürecin Amerikan savunma yapısı üzerindeki uzun vadeli etkileri henüz tam olarak netleşmemiş olsa da yaşanan değişimlerin hem ulusal güvenlik stratejileri hem de ordunun profesyonel yapısı açısından önemli sonuçlar doğurabileceği değerlendiriliyor. Uzmanlar arasında bu dönüşümlerin operasyonel kabiliyetler, askeri kültür ve sivil-asker ilişkileri üzerindeki etkilerinin zaman içinde daha belirgin hale geleceği yönünde görüş birliği bulunuyor. Tarihsel perspektiften bakıldığında, bu dönemin Amerikan savunma politikalarının evrim sürecinde kritik bir aşama olarak değerlendirilebileceği öngörülüyor. Her alanda radikal hamlelerle gündeme gelen Trump yönetiminin, görev süresi boyunca benzer görevden almalar ve tartışmalı değişimlere imza atmaya devam edeceği yüksek bir olasılık olarak karşımıza çıkıyor.