13 Mart 2025
Avrupa, uzun yıllar ABD’nin güvenlik garantilerine bel bağladı. Ancak, son yıllarda bu dengeler değişmeye başladı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, NATO içindeki siyasi dalgalanmalar ve ABD’de değişen yönetimlerin Avrupa’ya yaklaşımı, kıtayı savunma politikalarını yeniden gözden geçirmeye zorladı. Bu süreç, "Rearm Europe" olarak adlandırılan Avrupa’nın yeniden silahlanma hamlesini beraberinde getirdi. Avrupa ülkeleri, savunma bütçelerini artırırken, bağımsız bir askeri caydırıcılık oluşturma fikri de giderek daha fazla tartışılıyor.
Bu tartışmaların merkezinde ise nükleer caydırıcılık meselesi var. Donald Trump'ın yeniden Beyaz Saray'a dönmesiyle Avrupa ülkeleri artık kendilerine yaklaşan Rus tehdidine karşı Amerika’nın kendi şehirlerinin ekonomik refahını riske atmayacağını biliyor.
Avrupa’nın üzerindeki Amerikan güvenlik garantisinin artık geçerli olmadığına dair çıkarımın ilk ayı henüz dolmamışken, Avrupa planları peşi sıra duyuruyor. Daha önce Avrupa’nın savunma harcamalarının yetersiz olduğunu vurgulayan, NATO'yu eleştiren ve hatta savunma bütçesine katkı yapmayan üyelerin Rusya tarafından işgal edilmesine göz yumabileceğini söyleyen Trump, Avrupa’yı kendi güvenlik mimarisini inşa etmeye zorladı.
Şimdi bu planın bir ayağı Alman borçlanması ile gelecek silahlanma, diğeri ise Fransız nükleer çatısı altına girmeyi içeriyor.
Nükleer şemsiye nedir?
Nükleer şemsiye, bir ülkenin müttefiklerine nükleer koruma sağlama taahhüdüdür. NATO çerçevesinde, ABD ve Birleşik Krallık, Avrupa’ya böyle bir koruma sağlıyor. Ancak, NATO'nun kuralları belirsiz. Bir saldırı durumunda, ABD gerçekten nükleer silah kullanır mı? Yoksa sadece ekonomik yaptırımlar ya da lojistik destekle mi yanıt verir? Bu sorular Avrupa’nın kendi nükleer caydırıcılığına olan ihtiyacını gündeme getiriyor.
NATO içinde üç ülke nükleer silaha sahip: ABD, Birleşik Krallık ve Fransa. Brexit sonrası, AB içinde nükleer silaha sahip tek ülke Fransa. Ancak Fransa’nın nükleer gücü, doğrudan Fransa’nın ulusal güvenliği için var. Avrupa’nın tamamı için bir garanti sağlamıyor.
Avrupa güvenlik mimarisi
AB Antlaşması’na göre, bir üye ülke saldırıya uğrarsa diğer üyeler "ellerinden gelen tüm imkanlarla" yardım etmek zorunda. Kağıt üstünde bu taahhüt güçlü görünüyor, ancak NATO’nun beşinci maddesinden farkı var. NATO, saldırıya uğrayan üyeye yanıt verileceğini söyler ama bu yanıtın nasıl olacağı konusunda esneklik bırakır. Yani bir NATO ülkesi saldırıya uğrarsa ABD, sadece kask ve ilk yardım malzemesi göndererek de yükümlülüğünü yerine getirmiş sayılabilir.
Bu durumda, AB'nin güvenlik taahhüdü daha güçlü görünse de, ortada bir belirsizlik var. Fransa, gerçekten başka bir AB ülkesi için nükleer silah kullanır mı? Resmi bir anlaşma yok. Dahası, Fransa’da 2027 sonrası Marine Le Pen ya da Jean-Luc Mélenchon gibi liderlerin iktidara gelmesiyle bu politika tamamen değişebilir. Le Pen, “Fransız nükleer silahları sadece Fransa içindir” söylemiyle, bu silahların Avrupa için bir güvence olmayacağını açıkça belirtiyor.
Avrupa nükleer şemsiyesi mümkün mü?
Avrupa’nın kendi nükleer caydırıcılığını oluşturması için üç senaryo var. İlk modelde, Fransa'nın mevcut nükleer gücü Avrupa’nın caydırıcılığına katkı sağlar ancak kontrol tamamen Paris’te kalır. Bu, en olası senaryo çünkü siyasi olarak en az dirençle karşılaşacak model bu.
İkinci modelde, Fransa, nükleer silahlarını Almanya ve Polonya gibi ülkelere yerleştirir. Böylece, hem saldırı anında tepki süresi kısalır hem de Fransa’nın yükü paylaşılır. Ancak bu model, Fransa’nın askeri bağımsızlığını riske atabilir.
Üçüncü model, Avrupa çapında ortak bir nükleer komuta merkezi kurmak. Bu sistemde, Fransa nükleer silahlarını bir Avrupa Savunma Komutanlığı’na devreder ve kararlar kolektif alınır. Ancak bu model, Fransa’nın egemenliğini doğrudan tehdit ettiği için pek olası görünmüyor.
Olası riskler
Avrupa için bir nükleer şemsiye oluşturmanın bazı avantajları var. Avrupa’nın stratejik bağımsızlığını güçlendirebilir, NATO’ya olan bağımlılığı azaltabilir ve ABD’nin iç siyasi dalgalanmalarından etkilenmemesini sağlayabilir. Ayrıca, Avrupa’nın küresel güvenlik politikalarında daha fazla söz sahibi olmasına yardımcı olabilir.
Ancak, bu hamlenin ciddi riskleri de var. Öncelikle, Rusya ile gerilimi artırma ihtimali yüksek. Avrupa’da böyle bir adım, Rusya’nın daha saldırgan bir tutum izlemesine yol açabilir. Ayrıca, Fransa’nın nükleer egemenliğini kaybetme riski var. Fransa, onlarca yıldır bağımsız nükleer caydırıcılığını savunuyor. Avrupa ile ortak bir kontrol mekanizması, bu geleneği sona erdirebilir.
NATO ile olası bir uyumsuzluk da başka bir sorun. ABD, Avrupa’nın kendi nükleer şemsiyesini kurmasını kendi etkisinin azalması olarak görebilir. Bu da transatlantik ilişkilerde gerilime yol açabilir.
Ayrıca, Fransa yahut Almanya gibi AB’nin başat ülkelerinde meydana gelecek bir hükümet değişikliği tüm bu yeni gerçekleştirmeye çalışılan anlayışı ideolojik olarak kökten veto edebilir.
Avrupa Savunma Birliği (EDU) kurulmadığı sürece, nükleer silahları kimin kontrol edeceği sorusu da yanıt bekleyen meselelerden. Macron, nükleer düğme yetkisinin kendisinde olmasını istiyor. Ancak Alman vergi mükellefleri, kontrol edemeyecekleri bir stratejik silah sistemine finansman sağlamaya ne kadar istekli olacak, henüz bilinmiyor.
Tüm bu çözüm arayışları arasında Rusya’nın devlet dışı aktör ve yöntemlerle Avrupa’da baskısını artırabileceği senaryolar da nükleer paylaşımın kapsam alanı dışında.
Sonuç olarak, Avrupa’nın nükleer caydırıcılık konusunda atacağı adımlar, hem siyasi hem de askeri anlamda büyük bir değişim anlamına geliyor. Ancak, bu adımların atılabilmesi için yalnızca siyasi irade değil, aynı zamanda kamuoyunun güçlü bir desteği de gerekiyor.