Çin küresel ekonomik gücüyle paralel biçimde, son dönemde uluslararası politika sahnesinde de güçlü bir varlık gösterme çabası içerisinde. Bu kapsamda son olarak, başta Hamas ve el-Fetih olmak üzere çeşitli Filistinli grupları, 23 Temmuz 2024 tarihinde Pekin’de bir araya getirerek Orta Doğu ekonomi-politiğinde önümüzdeki dönemde varlığını hissettireceğinin de mesajını verdi. Bu yazıda, Çin’in son yıllarda artan diplomatik arabuluculuk/kolaylaştırıcılık girişimlerine odaklanarak, bu kapsamdaki adımlarından ön plana çıkanları, Çin’i bu politikaya sevk eden iç ve dış saikleri, avantaj ve dezavantajlarını ele alacağım.

Çin’in arabuluculuk faaliyetleri: “Küresel oyuncu” rolü

Çin hızla büyüyen ekonomisi ve küresel ekonominin liderliğini ABD’den devralma vizyonuyla (hâlihazırda ABD’nin ekonomik büyüklüğü 28,8 trilyon dolar seviyesindeyken, Çin’in büyüklüğü 18,5 trilyon dolar düzeyinde), küresel siyaset üzerinde de ağırlığını yıldan yıla artırıyor. Afrika’da artan nüfuzuna paralel olarak 2004’te Sudan ile Güney Sudan arasındaki ihtilafta ön alan Pekin, BM güçlerinin Darfur’da konuşlandırılmasında etkin rol oynamıştı.

2013 yılında görkemli bir uluslararası kampanyayla ilan edilen Kuşak ve Yol Girişimi sonrasında, Çin’in daha önce kendi geleneksel nüfuz alanı ve komşuluk coğrafyasında etkili olan “merkez ülke” konumu temelinde, daha geniş bir coğrafyaya erişim sağlamaya başladı. Bu inisiyatif hem küresel ekonomik dengelerde hem de uluslararası siyasette Çin’in belirleyicilik ve ABD’nin yanı başında “ilave bir kutup olma” vizyonunu da güçlendirdi. 

Bu süreçte başta Orta Doğu ve Afganistan olmak üzere, Myanmar, Etiyopya ve Afrika’nın diğer bölgelerinde Çin daha fazla diplomatik girişimlerde bulunmaya başladı. Örneğin 2014 yılında silahlı çatışmaya ve savaşa evrilen Ukrayna-Rusya geriliminde Pekin 12 maddelik bir plan ortaya koysa da bilhassa Ukrayna ve Batı tarafı, Rusya’ya işgal ettiği topraklardan geri çekilme çağrısı içermeyen Çin planına istekli davranmadığı için bu girişim akim kaldı. Keza Çin 2014’te ve sonrasında, dönemin ABD destekli Afgan hükümetiyle Taliban arasındaki görüşmelerde de çok sayıda resmi toplantıya ev sahipliği yaptı. Nitekim 2021’de bütün ülkeyi ele geçiren Taliban’ı ilk tanıyan ülkeler arasında bilhassa Çin dikkat çekiyor ki aradan geçen üç yıllık süreçte Kabil-Pekin ilişkilerinin hızla ilerlemesi de bu kapsamda ele alınmalı.

Son dönemde Çin’in Orta Doğu’daki iki arabuluculuk hamlesi bilhassa dikkat çekiyor. Mart 2023’te Suudi Arabistan ile İran’ın Pekin’de bir araya gelerek el sıkışması ve diplomatik ilişkileri yeniden başlatma kararı alması, hem bölge ölçeğinde hem de uluslararası arenada büyük ilgi çekti. İkinci kritik adım ise Temmuz 2024’te, (içinde Hamas, el-Fetih, İslami Cihad gibi yapıların da bulunduğu) 14 Filistinli örgütün Pekin’de bir araya getirilmesi ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) çatısı altında kapsamlı bir ulusal birlik oluşturulması kararının alınması oldu. 

Çin’i aktif diplomatik adımlara teşvik eden fırsatlar ve avantajları/dezavantajları

  • Çin, tarihsel olarak geçmişten gelen zengin kültürü ve birlikte yaşama tecrübesiyle, kendisini düzen koyucu ve istikrar sağlayıcı bir mevkide görüyor. Pekin, son yıllarda artan ekonomik gücü ve bölgesel/uluslararası tesir sahasının da genişlemesiyle, Küresel Güvenlik Girişimi, Küresel Kalkınma Girişimi, Barış İçinde Yaşamanın Beş İlkesi gibi çerçeve kavramlarla, düzen kuruculuk ve küresel diplomasi iddiasını da ortaya koyuyor.
  • Çin uluslararası ekonomi-politik düzlemde etkisini artıracak küresel bir adım olarak Kuşak ve Yol Girişimi projesine büyük önem verdiği gibi, bu proje kapsamında işbirliği yapma perspektifi olan yerel/bölgesel aktörlerle somut yakınlık tesisine ve bu bölgelerdeki istikrara önem verdiğini ortaya koyuyor. Bu meyanda Afro-Avrasya coğrafyası Çin açısından öncelikli bir konumda yer alıyor, nitekim Pekin’in diplomatik girişimleri de çok büyük oranda bu coğrafi önceliklerle örtüşüyor.
  • Bilhassa Moskova ve Pekin gibi merkezlerin, 1990’lı yıllarda içine düştükleri türbülansı atlattıktan sonra, ABD-Batı-NATO öncülüğündeki tek-kutuplu uluslararası düzenden rahatsız oldukları ve çok-kutupluluk tartışmalarının aktif şekilde içinde yer aldıkları biliniyor. Ekonomik açıdan dünyada ikinci sıraya yükselen ve ABD öncülüğündeki ekonomik düzene meydan okuyabilecek kudrete erişen Çin açısından, bu çerçeveyi politik adımlarla da desteklemek önem arz ediyor. Çin’in farklı coğrafyalarda ve Hamas, Taliban, Suudi Arabistan, İran gibi çok farklı ideolojik çizgiye sahip ortaklarla yürüttüğü angajman politikası, ekonominin ardından küresel politik düzlemde de ABD’ye alternatif bir çerçeve oluşturabilmek açısından oldukça önemli ve değerli.
  • Çin’in bilhassa Orta Doğu’daki diplomatik girişimlerini, ABD’nin son yıllarda aktif ilgi alanının dışına düşen (ve dikkatini daha ziyade Uzak Doğu’ya kaydırdığı konjonktürde) bu bölgede kendisini alternatif bir güç merkezi olarak takdim etme çabasının da bir yansıması olduğu aşikâr. Bilhassa on yıllardır ABD yaptırımlarına muhatap olan İran ile ABD’nin bölgedeki kadim müttefiki Suudi Arabistan’ı bir araya getirebilmesi, Pekin’in en büyük petrol arz kaynaklarının ikisi arasında sürdürülebilir bir istikrarlı komşuluk tesis etme çabasının ötesinde anlamlar taşıyor. Keza ABD’nin 2001’de işgal ettiği ama kalıcı bir barış tesis edemediği Afganistan’da Taliban’ın en büyük destekçisinin Pekin olması da manidar. Çin’in Filistinliler arası uzlaşı girişiminin, 7 Ekim 2023’te başlayan Gazze Savaşı ile birlikte gündeme gelmesi ve ABD’nin sorun çözücü vasfının kaybolduğu bir süreçte ortaya çıkması da ayrıca dikkat çekiyor.

***

  • Çin’in bu diplomatik çabalarında avantajları arasında öne çıkan faktörleri şu şekilde özetlemek mümkün: 

i) Çoğunluğu otoriter rejimlerden oluşan Orta Doğu ve Asya coğrafyasındaki liderlere “içişlerine karışmama” söylemiyle ve “iş odaklı (business-oriented)” yaklaşması; bu yaklaşım tarzının bölgedeki otoriter toplumlarda Batı’ya göre daha cazip bulunması

ii) Orta Doğu başta olmak üzere bölgenin son yüzyılına hak ihlalleri, darbeler, işgaller, gizli servis operasyonlarıyla damga vuran ABD etkisi ve Avrupa kolonyalizmi karşısında, Çin’in “daha az yıpranmış” bir dış güç olarak nüfuz yarışına soyunmasının getirdiği avantaj

iii) ABD’nin bölgedeki müttefiklerinin yanı sıra, Batı’ya hasım bölge ülkelerinin de ABD etkisini dengeleyebilmek için realist çerçevede ve farklı angajman seviyelerinde Çin’le işbirliğine açık olması

iv) Çin’in muazzam ekonomik rezervleri ve yatırım vaatleri/avantajıyla, bölgede taze bir ekonomik partner olarak yükselmesi, bölge ülkelerinin bu avantajlı ticari partnerle işbirliği imkanlarını değerlendirmek istemesi

  • Şüphesiz Çin’in bu hedefe ulaşma yolunda karşı karşıya bulunduğu bazı sınırlılıklar, dezavantajlar ve riskler de sözkonusu:

a) Çin’in bilhassa kendi halkına yönelik bazı politikalarının uluslararası ölçekte eleştiri konusu olması, insan hakları alanındaki sicilinin (bölgedeki kimi otoriter rejimlerin dahi gerisinde bulunması ve) Müslüman topluluklar nezdinde olumsuz çağrışımlar yapması

b) Pekin’in bilhassa Afrika’da yatırım ve krediler yoluyla nüfuz sahibi olduğu bazı küçük ülkelerde politik sahada da dizginleri ele alması ve son dönemde sıklıkla eleştiri alan bu politikaların, Çin’le yakınlaşmanın bir sınırı olabileceğine dair düşünceleri tezekkür ettirmesi

c) Uzun yıllardır ABD, Fransa, İngiltere gibi Batılı güçlerle ekonomik, askeri ve politik angajmana giren Afro-Avrasya bölgesindeki ülkelerin, bütün bu stratejik ortaklık ilişkilerini bir kenara bırakarak Çin’le tam bir işbirliği içine girmekte mütereddit davranması, elitler arasında tartışma yaratan bu tereddütlerin ikircikli ilişkiler doğurması

d) Batılı literatürde uzun süredir tartışılan “Çin’in yükselişi barışçıl mı olacak, çatışmacı mı?” ikileminin bölgedeki politik/güvenlik elitlerinde çeşitli tereddütler doğurması, günün sonunda olası (ve beklenen) bir ABD-Çin sıcak atışması ihtimalinde tarafını seçme mecburiyeti doğurabilecek olması; bu tereddütlerin Çin’in ne kadar “güvenli bir liman” olduğuna dair soru işaretleri yaratması.