Osmanlı İstanbul’unda Ramazan ve Ehl-i Frengistan

Batılı gezginlerin gözünden İstanbul'un Ramazan atmosferi... 16. ve 19. yüzyıllar arası seyahatname yazılarında canlanan bu tarihi şehrin renkli Ramazan yaşamına yolculuk...
Fokus+
Osmanlı İstanbul’unda Ramazan ve Ehl-i Frengistan
13 Mart 2024

Batılı zihindeki Doğu’ya ait tasvirin sahip olduğu cazibe öteden beri bilinen bir durumdur. Avrupa’yla sahip olduğu ve de uzun bir zamana yayılan münasebet ile şahsında İslam dünyasını temsil ediyor olması sebebiyle Osmanlı hiç şüphesiz bu cazibenin onlar için adeta adı konmuş misaliydi. Batı devletleri karşısındaki bir Türk imparatorluğu imajı, bu imparatorluğun başında bulunan ve kısmen de Avrupalı zihninde mistik unsurlarla bezenmiş bir sultan tasviri, bu imparatorluğa payitahtı olan; içerisinden dev bir nehrin geçtiği, minarelerinin adeta göğü yardığı azametli camilere sahip İstanbul şehri; bu şehrin çarşıları, esnafı, insanların kılık kıyafetleri, başlarındaki külahlarıyla sokakta oynayan çocukları ve daha nice unsur bu cazibeyi yüzyıllar boyunca beslemiş oldu. 

16. yüzyıldan itibaren genellikle sefir, elçi gibi siyasi vazifelerle gelen Batılılar, özellikle demiryollarının ve buharlı geminin ilerleme kaydetmesinin imkan tanıdığı seyahat kolaylığından istifade etmiş, hususen 18. ve 19. yüzyıllarda ciddi bir Avrupalı bu topraklara akın ederek zihinlerinde uzun zamandır bir tasvir olarak farklı farklı formlarla soktukları Doğu’yu görme özlemini gidermek istemişlerdi. Seyyahlar, kaşifler, devlet adamları ve özellikle bu topraklarda misyonerliğin altın çağını yaşadığı 19. yüzyılda, başta Protestan mezhebi mensupları olmak üzere çok sayıda Hristiyan, Doğu’nun efsunlu kenti İstanbul’u ve imparatorluğun diğer bölgelerini görme imkanı elde etmiş, gördüklerini yazma konusunda da bir hayli velûd davranmışlardı. Yazma geleneğine sahip olmaları sebebiyle buraya gelen Avrupalılar tarafından başından beri meydana getirilen eserler bugün itibariyle gerçekten de dev bir literatür durumunda.  

 

Suda yankılanan ezan sesleri 

Buraya gelen Batılıların Osmanlı toplumunda özellikle dikkatlerini çeken şeylere dair başlıklar açtıklarını gördüğümüz bu eserlerde Ramazan’la alakalı bahislere de rastlamak sıkça mümkün. Seyahati esnasında Ramazan’a denk gelip de bundan bahsetmemiş neredeyse hiçbir Batılı yoktur demek, herhalde hata olmayacaktır. 1812 yılında Amerika'da dünyaya gelen Horatio Southgate de bunlardan biridir. Southgate 1840’lı yıllarda mensup bulunduğu Amerika menşeli Episkopal Kilisesi tarafından Osmanlı İmparatorluğu topraklarına misyoner piskopos olarak gönderilmiş, İmparatorluk coğrafyasında yaptığı uzun seyahatler boyunca Süryani Ortodoks, Doğu Asur, Nasturi ve diğer hristiyan mezhepleriyle temasa geçerek bunların Amerika Protestan Episkopal Kilisesi ile olan irtibatlarını kurma vazifesiyle görevlendirilmişti. Southgate özellikle, Narrative of a Tour through Armenia, Kurdistan, Persia, and Mesopotamia (Ermenistan, Kürdistan, İran ve Mezopotamya Yolunda Bir Seyahatin Hikayesi) ile The Present State of Christianity in Turkey (Türkiye’de Hristiyanlığın Mevcut Durumu) isimli eserleriyle seyahat notlarını kaydeder.  

Kendi anlatımıyla Southgate, 8 Aralık öğle saatlerinde, ertesi günün Ramazan olduğunu haber veren korkunç bir top sesi ile irkilir. Eserinde, okuyucusuna Ramazan ve oruç hakkında tafsilata varacak seviyede bilgi veren ve yazdıklarına orucu emreden Kuran-ı Kerim’deki ayetle başlayan Southgate, okuyucusuna İslam’daki oruç fıkhını ne kadar da iyi tetkik ettiğini net bir şekilde gösterir. İstanbul’da bulunan Southgate, Ramazan’da İstanbul’daki yaşamdan da bahseder: “İşçi ve tamirciler zorunluluk dolayısıyla alışık oldukları üzere işlerine devam ederler. Her zamanki işlekliğinde olmasa da çarşılar açıktır ve alışveriş devam eder. Orucun yorucu tesiri ve içinde bulunulan mevsim şartları günlük aktiviteyi ve koşuşturmacayı bastırır. Fiziki bir durgunluk hakimdir. Daha da dindar olanlar ise zamanlarının çoğunu camide veya evlerinde Kuran okuyarak geçirirler.” Genel hatlarıyla İstanbul’daki bir Ramazan gününü bu şekilde anlatan Southgate, indî de bir değerlendirmede bulunur: “Orucunu bozup bozmama konusunda kararsız olan çoğu kişi, orucu bozmak için yeterli bir sebep bulamamalarından dolayı, hem vicdanlarını tatmin etmek hem de kolaylık olması bakımından günlerinin çoğunu uyuyarak geçirirler.”  

Kış ayına denk gelen bir Ramazan’da İstanbul’da bulunan Southgate, yaz ayına denk gelen Ramazan orucunun; özellikle sabahtan akşama kadar çalışmak zorunda olan fakir işçiler için çok zor olduğunu söyler ve bir de hatırasını nakleder: 

"Hatırlıyorum da bir keresinde şehirden birkaç mil uzaklıkta bir köye gitmek için iki kürekçiyle birlikte bir kayık kiralamıştım. Bütün gün kayıkta, deniz üzerinde geçmiş ve güneş batmadan oraya ulaşamamıştık. Bunu bilen kayıkçılar kendilerine bir testi su ile iki veya üç somun ekmeği hazırlamış ve bunları kayığa dikkatli bir biçimde sermişlerdi. Yedikule’den top atılıp, hemen arkasından şehrin minarelerinden yüzlerce müezzinin sesi gelip de orucun son bulduğu ilan edildiğinde biz hâlâ gideceğimiz yere birkaç mil uzaklıktaydık. Oldukça yorgun oldukları izlenimini veren kayıkçılar, küreklerini -bu şartlarda bir Türk’ten daha iyi kimsenin bunu nasıl göstereceğini bilemeyeceği- sakin bir şekilde kayığa iliştirmiş, yerlerine oturmuş ve oruçlarını açmaya hazırlanmışlardı. Müezzinlerin ezan sesi suda yankılanırken oluşan hava, sakin bir huzur haykırışından başka bir şeyle ifade edilemezdi. Kayıkçılar, sadece oruçlu hallerini gidermek için az yiyip içmelerinin ardından küreklemeye devam etmişlerdi.” 

Southgate, iftar sonrası İstanbul’da oluşan renkli havayı da aktarmayı ihmal etmez. Ona göre günbatımı saati bir günün en ilginç olayıdır. Kendi ifadesiyle “güneş batarken sanki bütün müslüman nüfus bir anda uyanır”. Gün boyunca Hristiyanlara bırakılmış olan kahveler Türklerle dolmaya başlar, ellerinde çubuklarıyla sakin bir şekilde gece topunu beklerler. Southgate’in buradaki toptan kastı muhtemelen o zamanlarda imsak vaktinin de topla belirtiliyor olmasındandır. Sokak köşeleri, alışılmamış bir hareket canlılığı içerisinde her yöne koşuşturan kalabalıklarla doluyken, fırınlar müşterileriyle çepeçevre sarılmış bir durumdadır. Şekerlemeciler ise sıralanmış ve harika bir şekilde süslenmiş tezgahlarıyla en seçkin lezzetlerini sergiliyorlardır. 

 

Geceyi gündüz, gündüzü gece yapanlar 

1799 yılında dünyaya gelen İskoçyalı yazar Charles Macfarlane, daha çok tarih ve seyahat yazılarıyla tanınır. 1816 yılından 1827 yılına kadar İtalya’da yaşayan Macfarlane, bu tarihten sonra Osmanlı topraklarına gitmiş, İstanbul’da ve çeşitli Osmanlı şehirlerinde bulunmuştu. Burada bir müddet ikametinin ardından İngiltere’ye dönmüş ve Londra’ya yerleşmişti. Yıllar sonra, 1847 yılında en büyük oğluyla birlikte Osmanlı coğrafyasına tekrar giden Macfarlane, İlk seyahatinin ardından Constantinople in 1828 (1828 yılında Konstantinopolis) isimli eserini kaleme almış, ikinci seyahatinin ardından ise Turkey and its Destiny (Türkiye ve Kaderi) başlıklı eserini yazmıştı. 

Macfarlane, ilk eserini her ne kadar İstanbul başta olmak üzere, Osmanlı topraklarında 16 aylık ikametinin ardından kaleme almış olsa da, bu eserinde Ramazan’a dair herhangi bir detaya yer vermez. Ramazan ve Ramazan Bayramı’na yer vermeyip de Kurban Bayramı için eserinde bir başlık açması muhtemelen kendisinin Ramazan boyunca aktarabilecek herhangi bir hatırası ve fikrinin olmadığını, muhtemelen Ramazan’da farklı bir yerde olduğunu gösterir. Zira ikinci eserinde Macfarlane, şahidi olduğu 1847 Ramazanını tüm detaylarıyla aktarır. “Ramazan, İstanbul’a varışımızdan dört gün sonra başladı” diyen Macfarlane, Ramazan dolayısıyla işlerinin ciddi manada akamete uğradığından yakınır. Resmi bir izin için bazı girişimlerde bulunan yazar, önemli addedilebilecek bir kişiyi ve kamu kurumlarından istediği kişiyi çok zor görebildiğinden yakınır. Neyse ki sonrasında ismini vermediği bir kişinin tavassutu sayesinde istediğini elde edebilir. 

1847 yılında İstanbul’da olan Macfarlane “Bu yılın Ramazan’ı yılın en sıcak ve en uzun günlerine denk geldi” der. Bu şartlar altında zor bir iş olarak nitelendirdiği oruç, ona göre Kuran-ı Kerim’e harfi harfine riayet eden kimi dindarlar için bile yorucu ve ağır bir yüktür: “Fakir olan Türkler günlük ekmeklerini kazanmak için kızgın güneşin altında çalışmak zorundadır. Su içmekten mahrum olan bu insanlar halsiz ve hatta hasta düşerler. Boğazın aşağısında ve yukarısında gidip gelen çalışkan kayıkçılar ise; kendilerinin yiyip, içip, tüttürebileceklerini haber veren akşam topundan evvel kayıklarında baygındırlar. Durumu iyi olanlar gece boyunca ziyafet çekebilir ve kıyı kenarındaki serin evlerine kapanabilirler. Onlar için Ramazan gecenin gündüze, gündüzün de geceye dönmesinden başka bir şey değildir.” 

 

1001 gece masallarının 1002’ncisine şahit oluyormuşçasına.. 

İstanbul’da Ramazan’a şahit olan Batılılardan biri de, muhtemelen Rusya ile yapılan Kırım Savaşı dolayısıyla Britanya’nın Osmanlı’ya verdiği kredinin takipçisi olarak görevlendirilen İngiliz Edmund Grimani Hornby’in 1866 yılında ölen karısıdır. In and Around Stamboul (İstanbul ve Çevresinde) isimli eseriyle Hornby, gerçekten de bir kadın naifliğiyle İstanbul Ramazan’ını temaşa eden bir kadın olarak karşımıza çıkar. Eserinde, farklı milletlerin fazla temasta bulunmasının o ülkenin kültürü için asimile edici bir etkide bulunduğunu söyleyen Hornby’e göre, Avrupa’da bu asimile öyle bir seviyeye ulaşmıştır ki orijinal sayılabilecek özellikteki şeylerin sayısı artık çok az kalmıştır. Hornby, trenlerin ve buharlı gemilerin bunda yok edici bir rol üstlendiğini söylerken, Avrupa’nın bir ucundan bir ucuna gitme imkanı bulunan bir kişinin bu ülkelerde değişik bir şeyle artık karşılaşamamasından yakınır. Ona göre Türkiye’de bu durum tam manasıyla başarılı olamamıştır. Tabi Osmanlı coğrafyasındaki, özellikle İstanbul’daki Batılılaşma onu ciddi bir biçimde rahatsız eder. Ona göre insanların kullandığı Doğu’ya özgü kıyafet yerini çirkin düz yakalı ceketlere ve geniş kayışlı pantolonlara bırakıyordur. Fakat yine de Osmanlı coğrafyası yeterince kendine özgü özelliktedir. Hususen Ramazan ayı, Doğu’ya özgü havanın canlandığı bir dönemdir. Ramazan’ın gelmesiyle insanlardaki ve çevredeki değişiklikleri özetleyen Hornby eserinde şöyle der: “...Dolayısıyla bu ay bir Avrupalı için çok ilgi çekici bir dönemdir. Ramazan’da (İstanbul) sokaklarında dolaşan bir kişi, Muhammedî hayatın karakteri ile alakalı ciltlerle eser incelemekten çok daha fazlasını edinecektir.” 

Müslümanlar için günün gün batımından birkaç saat önce başladığını söyleyen Hornby, hamallar ve kayıkçılar gibi “uğraşıp didinen zavallılar”ın güne alışıldığı gibi başladıklarını kaydeder. Naklettiği şekliyle, insanların çoğu öğleden önce uyanmazlar, çarşılar ve dükkanlar istisnalar hariç öğleden önce kapalıdırlar. Hatta Bâbıâli’deki çalışma saatleri bile öğleden önce başlamaz. 

“Gün batımından iki saat önce bütün şehir halkı sokaklara dökülür. Bu vakit, akşam pişirilecek erzağın alınacağı saattir. Sultan Bayezid Camii’nin bulunduğu yerden Sultan Mehmed Camii’ne kadar uzanan, uzun ve oldukça da geniş bir cadde vardır. Hayatın merkezi burasıdır. ...nihayet güneşin son ışınları da kaybolduğunda Seraskerlik Sarayı’ndaki top, (iftar vaktinin geldiğini) ilan eder. Neredeyse bir bulut gibi yükselmiş sigara dumanı ya da bir su bardağı içinde boğulmuş şekilde baygın bir tatmin çığlığı yükselir. Oruçların açılmasının ardından herkes iftarını hızlandırır, ilk yemek gelir. Yeme içme konusunda aşırıya kaçmayan Doğulu sıradan bir kimsenin iştahla yediği tek zaman budur. Tatlılar eti, et tatlıları birbiri ardına takip eder. Fransızlarınkine özgünlükte üstün sayılabilecek Türk mutfağının sayısız olanakları burada sunulur. Öyle ki kimi evlerde otuz ya da kırk çeşit yemeğin olması olağanüstü bir şey olarak addedilmez.”  

Hornby anlatımına iftar sonrası izlenimleriyle de devam eder. Lezzetli yemeklerin yenmesinin ardından eller yıkanır ve sigaralar yakılır. Az sonra müezzinin keskin sesi müminleri teravih namazına çağırır. Tabi camiler bu sırada ışıl ışıl aydınlatılmıştır. Sayısız kahve, bakkal ve lokanta; dondurmaları, limonataları ve şekerlemeleriyle sıralanmışlardır. Binlerce kişinin ellerinde tuttuğu binlerce kağıt fener ve bunların yaydığı sayısız ışığın ortaya çıkardığı fantastik görüntü, Hornby’e göre son Roma Karnavalı’nın en ilginç anından bile daha da dikkat çekicidir. Hornby, cami tecrübesi edinmeyi de ihmal etmez: “Bu saat kişinin gidip camileri görmesi gereken bir vakittir. Doğu mimarisinin sade güzellikteki bu başyapıtları ancak hissedilebilir, tasvîr edilemez. Dünyevî şeylerden bu dinî tecrid, bir müslümanın ibadetini de karakterize eder. ...Namazın sona ermesinin ardından dışarıdaki canlılık daha da artar. Herkes birilerini ziyaret eder. Kalabalık öylesine yoğundur ki ana yolda yürümekte zorlanırsın; kafe ve dükkanların önündeki koltukların tamamı doludur, her yerde konuşma, şarkı ve müzik sesleri duyarsın. Camilerin ışıkları arttırılır. Bir minareden diğerine uzatılan bir halat üzerinde ustalıkla yerleştirilmiş lambalar asılı durur. Meşgul kalabalığın uğultusuna karışan binlerce “buyurun”, yoldan geçenleri dükkanlara davet eder. Bütün bu davet edenler düzen içerisinde ve sakindirler. Baskı, itik kakış, bağırıp çağırma ve aşırılık yoktur. Muhtemelen bu da bütün olup bitenin en muhteşem kısmıdır ve sanki 1001 gece masallarının 1002’ncisine şahit oluyormuşsun gibi mistik bir hava izlenimi verir.” Sonrasında “eğer gidebileceğiniz tanışıklığınızın olduğu kimse yoksa ve kalabalıktan da yorulduysanız Karagöz seyrine gidebilirsiniz” diyen Hornby, alakasını oldukça çekmiş olmalı ki Hacivat – Karagöz gölge oyunu üzerine uzunca sayılabilecek derecede tafsilat vermeyi de ihmal etmez. 

Türkçede hiçbirinin tercümesinin bulunmadığı yukarıda bahsettiğimiz eserler, aslında çok daha zengin bir literatürün sadece ufak bir örneğidir. Bu yazı, Kaliforniya, Princeton, Michigan üniversite kütüphaneleri ile New York Halk Kütüphanesi’nin dijital olarak erişime açtığı eserler üzerinden meydana geldi. 

Popüler Haberler
Çiftçi Samet Aksoy Hafta İçi Dizi Setinde Hafta Sonu Tarlada Mesaide

Manisa'nın Turgutlu ilçesinde çiftçilik yaparken oyunculuk hayalinin peşinden koşan 35 yaşındaki Samet Aksoy, 4 yıl önce bir oyunculuk ajansından yardımcı oyuncu olarak seçildiği Kuruluş Osman dizisinde, "Oğuz Alp" karakterine hayat…

BM İsrail’in Saldırıya Başlamasıyla 80 Bin Kişi Refah'tan Ayrıldı

Birleşmiş Milletler, İsrail'in 6 Mayıs'ta saldırılarını yoğunlaştırdığı Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah’ta 80 bin kişinin bölgeden ayrıldığını bildirdi.

Türkiye-Katar Ortak Yapımı Sinema Filmi İnterpol Hikayesi Sinemada Hayat Bulacak

"Rüzgargülü" ve "Zevcat" filmlerinin yönetmeni Meryem Beyza Er, İnterpol Daire Başkanlığı görevini de yapan Lütfi Çiçek'in hayat hikayesini beyazperdeye yansıtacak.

DSÖ Avrupa Direktörü Kluge Ruh Sağlığı Sorunlarını 'Bir Sonraki Pandemi' Olarak Niteliyorum

Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölge Direktörü Hans Kluge, ruh sağlığı sorunlarını 'bir sonraki pandemi' olarak tanımlayarak, pandemi döneminde artan kaygı ve uyku problemlerine dikkat çekti.

Türkiye-Kuveyt İlişkilerinin 60. Yılı ve Kuveyt Emiri Şeyh Meşal'in Ankara Ziyareti

Kuveyt Emiri Şeyh Meşal, Türkiye'ye gerçekleştirdiği ziyarette, iki ülke arasındaki 60 yıllık diplomatik ilişkileri kutladı ve ekonomik, savunma ve güvenlik alanlarında iş birliğini güçlendirmek için kararlar aldı.