Gazze’de Medeniyet Talanı: Soykırımın Diğer Yüzü

Gazze'nin tarihi ve kültürel mirası, çatışmaların gölgesinde ciddi zarar görüyor. Arkeolojik alanlar ve tarihi yapılar yok olma tehdidi altında, uluslararası kuruluşlar sessizliğini koruyor. Dr. Murat Özyıldırım Gazze’nin gelecek nesillere miras bırakılacak tarihî bağlarının ve aidiyet duygusunun nasıl bir tehlikede olduğunu Fokus+ için kaleme aldı.
Murat Özyıldırım
19HC_WEB_-_Gazze’de_Medeniyet_Talanı_Soykırımın_Diğer_Yüzü-_Murat_Özyıldırım_.jpg
24 Nisan 2024

Şehitlerin, yaralıların her gün artan sayısıyla Gazze, maalesef dünyanın gözü önünde aylardır soykırımın gerçekleştiği bir arenaya dönüşmüş durumda. İşgal devletinin, dünyanın umursamazlığı ve İslâm dünyasının utanç verici sessizliğinden güç alarak katliamlara devam etmesi, Gazze’de dramı arttırıyor. Öte yandan tarihleri, üzerlerinden bin yıl geçse atamayacakları soykırımlarla lekelenmiş sözde medeni ülkelerin İsrail’e olan adeta köleleşmiş muhabbetleri de dünya tarihindeki yerini alıyor. 

Medeniyet 

Ortalığın toz duman olduğu bu süreçte, Gazze’de kardeşlerimiz acımasızca yok edilirken binlerce yıllık Filistin medeniyet birikiminin de ortadan kaldırıldığının altını çizmek istiyoruz. İçeriği tartışılan ve tartışılmaya devam edecek bir kavram olarak üzerinde dikkatle düşünülmesi gereken “medeniyet” kelimesi, oldukça geniş manâ bütününe sahiptir. “Medeniyet”, Eski Yunanca polis: şehir; Latince civis, -is (m. / f.): yurttaş; civitas, civitatis (f.); yurttaşlık, şehir; aslında tarımsal faaliyetlerle ilişkin olan ancak anlamı zamanla değişen cultus, -us (m.): (yaşama tarzı) kültür, terbiye, uygarlık ve cultura, -ae (f.); (zihin ve ruh için) terbiye kelimelerinin oluşturduğu bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. 

“Medeniyet”, Arapça “medine; şehir, medeni; şehirli” kelimeleri ile ilgili ve kelime, ilk defa 19. yüzyılda Osmanlı Türkçesinde kullanılarak literatüre kazandırılıyor. 

Medeniyet, toplumların veya milletlerin kuşkusuz tarihsel süreçteki ilişkilerin bir sonucu olarak bugüne yansımaktadır. Yerleşik hayat veya göçerlik, din, dil, ticaret, savaş, barış, hukuk gibi kavramların şekillenmesi, toplumların farklı milletlerle coğrafyalarla ilişkileri, toplumların günümüze ulaşan ve geleceğe dönük yüzünü oluşturmaktadır.  

Medeniyet birikimi bağlamında Gazze, kuşkusuz erken dönemlerden itibaren insan yerleşimine kesintisiz ev sahipliği yapan topraklar olarak önemlidir.  

Gazze’nin erken devri 

Gazze’de arkeolojik araştırmalarla ele geçen bulgular, MÖ 3000’lere kadar gider ki bu, günümüzden yaklaşık 5000 yıl önceye işaret etmektedir. Gazze, gerek ticarî güzergâh üzerinde yer alması gerekse Mısır’a geçiş noktası olması bakımından bölgedeki toplulukların veya devletlerin ilgi alanındadır. Muharref Tevrat’ın anlatısına göre Hz. Davud’un ülkesinin de MÖ 11. / 10. yüzyıllarda Gazze şeridine hâkim olduğu bilinmektedir. Suriye ile Arabistan ve Mısır arasında bulunması, ticarî olarak Gazze’yi önemli kılan etmenlerdendir. Nitekim bu nedenle Yunanlıların da ilgisi Gazze’ye yönelir ve Eski Çağ’da pek çok yerde yaptıkları gibi MÖ 6. yy. başlarında Gazze’de de bir ticaret kolonisi kurarlar. İskender’in fetihleriyle bölgede Yunan medeniyetinin etkisi güçlü bir biçimde hissedilir. Büyük İskender’in MÖ 323’te Babil’de ölümünden sonra parçalanan geniş ülkesi içinde Gazze, Ptolemaeus ve MÖ 3. yy. başında Seleucus Krallığı idaresinde kalır ve ardından, Yunan yaşam tarzını benimsemeleriyle muhafazakâr Yahudilerin haklı nefretini kazanan Haşmoni Krallığı hâkimiyetine MÖ 96’da girer.  

Gazze’de yeni kimlikler: Roma ve Hıristiyanlık 

Bütün bunlar olurken MÖ 1. yüzyıl ortalarında Cilicia korsanlarının yıkıcı faaliyetleri, Roma’nın ticarî ilişkilerine zarar verecek boyutlara ulaşmaktadır. Korsanların İtalya’da Ostia Limanı’na saldıracak kadar cesaret ve güç toplaması üzerine Roma Senatosu, Pompeius Magnus’u genel olarak Doğu Akdeniz’de asayişi sağlaması için olağanüstü yetkilerle MÖ 63 yılında bölgeye gönderir. Romalı hatip M. T. Cicero’nun De imperio Cn. Pompeii (Gnaeus Pompeius’un Yetkisi Hakkında) söylevi bu konuda önemli bilgiler vermektedir. Söz konusu sefer sırasında Cilicia korsanları dize getirildiği gibi Gazze ve çevresi de Roma hâkimiyetine girer. 

Romalılar döneminde imar faaliyetleri devam eden Gazze’yi İmparator Hadrianus’un MÖ 130’daki ziyareti önemlidir. Roma’nın kudretli imparatorları arasında ismi sayılan Hadrianus, onuruna düzenlenen spor müsabakalarını Gazze’deki görkemli stadyumda seyreder.  

Anadolu ve Suriye’de hızla taraftar bulan Hıristiyanlık, 3. yüzyıldan itibaren Gazze’de yayılmaya başlayarak 4.- 6. yüzyıllar arasında güç kazanır. Gazze artık bir piskoposluk merkezidir ve dinî tartışmaların yapıldığı konsillerde temsil edilmektedir. Aziz Porphyrius (ö. 420), bölgenin Hıristiyan kimliği kazanmasında en meşhur isim olur. Vita Porphyrii (Porphyrius’un Hayatı), söz konusu azizin Istanbul’a gittiği, Gazze’deki pagan tapınakların yıkılmasına dair imparatorluk fermanı alarak döndüğü ve böylece Gazze çevresindeki pagan tapınakların yerle bir edildiği bilgilerini aktarmaktadır. Porphyrius başarı kazanmış olmalı ki 407 yılına gelindiğinde Gazze’de pagan inanç izleri, tümüyle silinmiştir. 

Müslümanlar Gazze’yi fethediyor 

Hz. Peygamber (sav) devrinde İslâmiyet, hemen bütün Arabistan yarımadasında yayılmış ve Hicaz’dan kuzeye doğru da ilerlemiştir. İslâm ordusunun en önemli komutanlarından Amr ibn ul As (ö 664) liderliğinde Müslümanlar, henüz Hz. Ebubekir’in (ö 634) halifeliği devrinde Filistin’in bir bölümünü fethederek İslâm Devleti’ne kazandırmışlardır. Hz. Ömer’in hilafeti devrinde ise Amr ibn ul As komutasında ordu, Gazze’yi 635 yılında alırken mukaddes Kudüs, 637’de bizzat Hz. Ömer’e (ö 644) teslim edilmiş ve böylece Filistin, tümüyle İslâm Devleti topraklarına katılmıştır.  

Gazze, kısa sürede Müslümanların çoğunluğu oluşturduğu bir yapıya dönüşmüştür. Bölgenin İslâmlaşmasıyla cemaatlerini büyük ölçüde yitiren kiliseler camiye çevrilirken bir süre sonra Abbasî Devleti’nin kurulmasıyla Gazze ve çevresi, Abbasî topraklarında kalmıştır. Türklerin ilk defa Gazze üzerinde hâkimiyeti ise Tolunoğulları devrinde gerçekleşmiştir. Mısır Türk devletlerinin ilki olan Tolunoğlu Devleti’nin 9. – 10. yüzyıllarda Mısır, Filistin ve Suriye’de de gerçekleşen hâkimiyeti esnasında Gazze, Mısır’la anılan bölgeleri bağlayan bir parça olmuştur.  

Fatımîlerin bölgeyi almasından sonra Gazze’nin Haçlılar tarafından 1100’de işgal edildiği, Müslümanların ise Selahaddin Eyyubî liderliğinde yaklaşık bir yüzyıl sonra geri aldığı anlaşılmaktadır. Bir süre Haçlılar, Moğollar ve Eyyubîler arasında el değiştiren bölgede Mısır Memlûk Devleti ile Türk idaresi, 1277 yılında tekrar kurulur. Memlûkler, Gazze ve çevresinde imar faaliyetleri gerçekleştirir; çeşitli cami, medrese, hamam gibi yapıların Gazze’de bu devirde inşa edildiği bilinmektedir. 

Yavuz Sultan Selim’in bizzat başında bulunduğu büyük bir ordu ile Memlûk Devleti üzerine yürümesi, Gazze’nin kaderini 1516’dan itibaren, yaklaşık dört yüz yıl boyunca Osmanlı Devleti’yle birleştirmiştir. Osmanlı devrinde Gazze ve çevresine kervansaray, cami, hamam, medrese gibi yapılar inşa edilmiş, olanlar tamir edilmiştir. Kısa süreli olmak kaydıyla Napoleon’un ve ardından Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın işgali gibi sorunlar haricinde kesintisiz devam eden “Pax Ottomana = Osmanlı Barışı” ile Gazze, müreffeh bir devir geçirmiştir.  

Gazze’de Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti, 1918’de 1. Dünya Savaşı’ndan mağlup ayrılarak bölgeden çekilmesiyle resmen bitmiştir. Bundan sonrası, Kudüs ve tüm Filistin için olduğu gibi acılardan müteşekkil bir anlatıdır… 

İnsanlar ölüyor insana ait izler yok oluyor 

Şehit sayısının her geçen gün arttığı Gazze’de medeniyete ait her şey de soykırımdan nasibini almaktadır. Gazze sahilinde Tell es-Sakan, Tell Ruqaish, Tell al-'Ajul, Tell al-Mintar ve Tell Refah gibi bölgenin erken evre yerleşimine işaret eden arkeolojik alanlar, İsrail bombardımanlarında zarar görmüştür. 

Eski Çağ’da ticaret yolu üzerinde bulunan Gazze sahilinde tespit edilen iki yerleşim, kuzeyde Anthedon ve güneyde Maioumas limanlarıdır. Anthedon (Blakhiyeh), MÖ 8. yüzyıl ile MS 10. yüzyıl arasında yerleşim yeri olarak tarih sahnesinde uzun süre yer alır ve Gazze’nin bilinen ilk limanı olması bakımından hayli önemlidir. Yerleşimde arkeolojik kazı çalışmaları, Fransızlar tarafından 1995 – 2005 yılları arasında yapılır. UNESCO’nun geçici kültürel miras listesine aldığı Anthedon’un İsrail’in devam eden bombardımanları neticesinde büyük tahribata uğradığı, kazı başkanlığınca ifade edilmektedir. Anthedon (Blakhiyeh) kazılarında çıkarılan eserlerin bulunduğu depo, İsrail askerleri tarafından ele geçirilmiştir. Filistin Turizm ve Eski Eserler Bakanlığı’nın açıklamalarına göre, eserlerin durumu belirsizliğini korumaktadır.  

Gazze’nin kuzeyinde Cibaliye’deki inşaat çalışmaları sırasında 2023 yılında, ikisi kabartmalı Roma lahdi olan yüz otuz beş antik Roma mezarı tespit edilmiştir. Bureij Kampı’nda bir çiftçi, tesadüfen Roma mozaikleri bulmuştur. Her iki eser grubunun da bugünkü durumu meçhuldür…  

Filistin’de manastırcılığın kurucusu Aziz Hilarius’a (ö 371) adanan ve 4. yüzyıl başlarında inşa edilen manastır (St. Hilarion Manastırı), saldırılarda zarar gören tarihî yapılar arasında zikredilmektedir. Savaş nedeniyle söz konusu yapıya UNESCO’nun tarihî eserlere ilişkin en yüksek koruma olan “geçici arttırılmış koruma” durumu verdiğini hatırlatalım. 

Gazze’de arkeolojik öneme sahip bir yapı olan Aziz Porphyrius Kilisesi, 5. yüzyılda inşa edilmiştir. Kilise, 8. yüzyılda camiye, 12. yüzyılda Haçlılarca tekrar kiliseye çevrilmiştir. Yapı, günümüzdeki görünümünü Osmanlı Devleti devrinde, 1856’daki onarımdan sonra kazanmışsa da İsrail’in saldırılarına karşı Gazzelilere sığınak olan kilise, savaş uçakları tarafından maalesef vurulmuş, ölenler olduğu gibi kilise, büyük zarar görerek yıkılmıştır. 

Gazze Ulu Camii, kilisenin camiye 7. yüzyılda çevrilmesiyle oluşmuştur. Haçlılar, camiyi 12. yüzyılda kilise, Memlûkler ise imar faaliyetleri ile yeniden cami yapmıştır. Moğolların 1260’ta yıktıkları cami, Osmanlılar tarafından yeniden yapılmışsa da I. Dünya Savaşı’nda Britanya bombalayarak tahrip etmiştir. Savaşın ardından tamir edilmiş ancak İsrail’in son saldırılarında yapı, büyük zarar görmüştür. 

Memlûk Sultanı Baybars’ın 13. yüzyılda ilk katını yaptırdığı ve Osmanlı devrinde ilâvelerle büyütülen, Osmanlı idarecilerinin Gazze’deki ikâmetgâhı olan Qasr el Basha’nın (“Paşa Sarayı”, şimdi müze) tanklarla İsrail tarafından bilinçli şekilde tahrip edildiği, basında yer almıştır. 

İşgal devletinin Gazzelilere uyguladığı soykırıma ilâveten gerçekleştirdiği medeniyet soykırımına eklenecek arkeolojik tahribat listesi, uzayıp gitmektedir… 

Gazze hafızası ve arkeoloji 

Gazzeli Bakan Atıf Ebu Seyf, “İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki müzeleri ve arkeolojik eserleri yağmalayıp yok ederek Filistin tarih anlatısına savaş açtığını” söylemekte, Moğolların Bağdat’ta yaptıklarını hatırlatmaktadır. Durum, gerçekten tam da böyledir.  

Gazze’de İsrail, Filistinlileri her gün şehit ederken Filistin medeniyet hafızasını yok etmeye yönelik tehlikeli adımlar atmaktadır. Uçakların bombaladığı, tankların ezip geçtiği alanlarda tarihî eserler yok olmaktadır. 

Hangi devre ait olursa olsun tarihî eserler, o topraklarda evvelce yaşayan bir medeniyetin varlığını göstermektedir. Bunlar, bir milletin hafızasının parçasıdır ve yok edilişleri, tarihsel hafızadan o kısmın yok edilişiyle koşut anlam ifade etmektedir.  

Yakın geçmiş, tarihî eserlere hınçla saldıranların oluşturduğu kötü örneklerle doludur. Derin tarihî nefretin tezahürü olarak Bosna’da mezarlıklar, camiler iç savaşta hedef alınırken benzer durumu, yeni oluşturulmuş düşmanlıklarla Suriye’de ve Irak’ta görmekteyiz. Hepsinde ortak amaç, “öteki” ve “öteki”ne ait olan ne varsa tarihten silme çabası… 

Kudüs ve Gazze başta olmak üzere Filistin’de durum farklı değildir. Gazzeliler, nesillerdir yaşadıkları topraklarda şehit olurken bir taraftan da gelecek nesillere aktarılacak tarih anlatısından mahrum bırakılmaya çalışılmaktadır.  

Tarih anlatısında dokunulması gereken önemli ayrıntı, hikâyenin içinde öğrenenin bir şekilde yer almasıdır. Ancak eski eserlerin tahrip edilişleri, gelecek nesillere oradaki varlıklarını unutturma gayreti olarak son derece tehlikelidir. Atina’da 19. yüzyıla ait gravürlerde bulunan onlarca caminin bugün ortada olmayışı, önceki cümleyi izah eden önemli bir örnektir. “Atina’da camiler vardı” ve “Atina’da şu camiler var” ifadelerinin ilkinde eserleri hayal etme beklenirken ikincisinde eserlerin somut varlığı dile getirilmektedir… 

Gazze’de tarihî eserlerin korunması, gelecek nesillerin kendi topraklarına bağlılığını, aidiyetini mühürleyecektir. Gazze, Haçlıların ve Moğolların yağma devirlerinin ardından tarihinin üçüncü büyük yok etme girişimi ile karşı karşıyadır. Filistinli masumlar şehit edilirken BM’in hareketsizliği, tarihî eserler yok edilirken UNESCO’nun büründüğü sessizlikle bütünleşmekte ve elbette şaşırtmamaktadır.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Popüler Haberler
İsrail ve ABD, Gazze'deki Ateşkes Müzakerelerini Uzatmak İçin Zaman Kazandığı Belirtiliyor

Filistinli siyasi analist Süleyman Beşşarat, İsrail ile Hamas arasındaki dolaylı müzakerelerin, Tel Aviv yönetiminin, daha fazla zaman kazanmayı istemesi nedeniyle "mümkün olduğu kadar uzun süre devam edeceği" değerlendirmesinde bulundu.

İtalyan hukukçuya göre, Türkiye'nin UAD'deki İsrail Davasına Müdahilliği Daha Fazla Devleti Harekete Geçirecek

İtalyan hukukçu Dr. Luigi Daniele, Türkiye'nin Uluslararası Adalet Divanı'ndaki İsrail davasına müdahalesi, daha fazla devleti harekete geçirerek davanın uluslararası boyutta daha geniş bir ilgi görmesine neden olabilir.

Ptolemaioslar: Mısır’ın Avrupalı Firavunları 

Büyük İskender'in ardından yükselen Ptolemaios Hanedanı, Mısır'ı yönetirken Yunan kültürünü ve gücünü zirveye taşıdı. İskenderiye Kütüphanesi ve İskenderiye Feneri gibi eserlerle antik dünyanın kayıp hazinesini oluşturan hanedanın trajik sonu,…

Kampüslerde Dayanışma: Üniversiteliler İsrail'in Gazze'ye Yönelik Saldırılarını Protesto Etti

Türkiye'nin çeşitli illerindeki üniversite öğrencileri ve akademisyenler, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarına karşı seslerini yükseltiyor. Kampüslerde bir araya gelen öğrenciler, dayanışma ve destek gösterileriyle dünya kamuoyuna…

Çiftçi Samet Aksoy Hafta İçi Dizi Setinde Hafta Sonu Tarlada Mesaide

Manisa'nın Turgutlu ilçesinde çiftçilik yaparken oyunculuk hayalinin peşinden koşan 35 yaşındaki Samet Aksoy, 4 yıl önce bir oyunculuk ajansından yardımcı oyuncu olarak seçildiği Kuruluş Osman dizisinde, "Oğuz Alp" karakterine hayat…