Akdeniz’de Olaylar ve Hadiseler- 1

"Akdeniz, Latin, Barbar, Müslüman, Arap veya Türk gibi farklı uygarlık bloklarının etrafına dizildiği bir fail olarak tarih sahnesinin ortasında durur. Bu büyük tarihsel bloklar, coğrafi katmanla beraber ileri geri, yukarı aşağı hareket ederek uzun dönemlere yayılan etkiler yaratırlar."
Özgür Taburoğlu
Akdeniz’de Olaylar ve Hadiseler- 1 Özgür Taburoğlu
31 Ocak 2024

Fernand Braudel, Akdeniz1 yapıtında böyle bir ayrım yapmasa da tarihin olaylar, vakalar ve hadiselerden kurulu katmanları olduğu söylenebilir. Kendisi de yapıtını üç cilt olarak tasarlarken, uzun erimli ve yavaş ilerleyen, hatta ilerlemeyen “coğrafi” olaylardan, daha değişken toplumsal vakalardan ve son derece süratli bireysel hadiselerden müteşekkil üç katlı bir yapı ortaya koyar. Olaylardan vaka ve hadiselere doğru sayfaları çevirdikçe tarihin hızı artar, öznesi daha belirgin bir görünüme kavuşur. Oysa geleneksel tarihçi toplumsal vakaları nadiren terk eder ve olayların sakin tarihini “komşu alanlara” bırakır. Olayların tarihi tektonik oluşumların hareketlerine koşut uzun verimli (la longue durée) bir hareketlilik içinde görünür. Toplumsal ve bireysel vaka ve hadiseler bu katman üzerinde gerçekleşir. Geleneksel tarih vaka ve hadiselerin nedenlerini daha çok toplumsal ve bireysel öznelerde ve onların fiillerinde arasa da coğrafi zeminde gerçekleşen olaylar ontolojik bir belirlenime sahiptir. Toplumlar ve bireyler bu derin ve yavaş devinen katmandaki oyuklara, yüksekliklere yerleşirler; dağlar, ovalar, bayırlar, vadiler, kıyılar, çöller arasında yer değiştirerek veya belli bir yerde durmaya karar vererek tarihe geçerler. Onların yatay, dikey veya çapraz hareketlerinin imkân koşulları derin katmanda kayıtlıdır.  

Her ne kadar yakın zamanda olayların geçtiği bu derinlik ve yükseklikleri doldurmak veya düzleştirmek kolaylaşsa da Braudel’in odaklandığı XVI. Yüzyılda bir ovanın kurutulması, tarıma veya yerleşimi açılması yüzyıllar sürer. Bu dönemde Akdeniz'e “ortak bir kader” hâkimdir; her yerde benzer zorlukların üstesinden gelmeye çalışan topluluklara rastlarız. Şimdi bu müşterek talihten söz etmek yersiz görünse de sözgelimi Filistin’le Fransa'yı aynı tablo içinde kavramak olanaksız olsa da uzun erimli ve derin katmanda ayrılıklardan çok aynılık hüküm sürer. Diğer yandan toplumsal ve bireysel dinamikler benzerlikten ziyade gayrılığı görünür kılar. Gündelik kullanımda “Akdeniz ruhu” ifadesi bu ortaklığı işaret etmeye devam eder; her ne kadar buradaki Akdenizli tiplemesi Kuzeyli sakinleri işaret etse de. Braudel de metin içerisinde yoğunlukla tarih şuurunun erkenden geliştiği, vesikaların daha ulaşılabilir olduğu bu coğrafyaya odaklanır. Fakat Samilerin, Arapların, Türklerin de bu kıyıları paylaştığını sık sık hatırlatır. Özellikle Osmanlı arşivlerine yeterince ulaşamamaktan yakınır. Orada farklı bir Akdeniz manzarasının gömülü olduğundan şüphelenir. Arada Ömer Lütfi Barkan’ın yorumlarına başvurur. Onun ve öğrencilerinin yapıtına katkısını en başta sıralar.  

Akdeniz’de “kader birliği” 

Akdeniz, Latin, Barbar, Müslüman, Arap veya Türk gibi farklı uygarlık bloklarının etrafına dizildiği bir fail olarak tarih sahnesinin ortasında durur. Bu büyük tarihsel bloklar, coğrafi katmanla beraber ileri geri, yukarı aşağı hareket ederek uzun dönemlere yayılan etkiler yaratırlar. Bir iç deniz olarak Akdeniz onlar arasında bir “kader birliği” yaratır; bu bitişik talih çatışmalar veya uzlaşmalarla kurulsa da. Akdeniz bu farklı bloklar arasında bir yandan da köprü vazifesi görür. Kuzeyden güneye doğru uzayan yarımadalar da bu birleşme arzusunu yansılar sanki. Bu büyük tarihsel bloklar yan yana geldiklerinde hepsinin başına Akdeniz'in arada bulunduğu olaylar gelir. XVI. Yüzyılda bu durum çok daha belirgindir. Zamanımıza yaklaştıkça hadiseler ve vakaların gölgesi olaylar zeminini karartır. Fakat özellikle felaketler, mülteci hareketleri, Orta Doğu’da sonu gelmeyen savaşlar bu katmanın hep son sözü söylediğini kanıtlar. 

Braudel’in Akdeniz eserinde ciltler içerisinde ilerledikçe sanki bir atlasın da sayfalarını çeviririz. Fiziki harita yerini siyasal, toplumsal, beşerî işaretlerin olduğu sayfalara bırakır. Yükseklik ve derinlikler, kıyılar, ovalar, dağlar arasında hareket eden insanlara, mallara, sermayeye, hayvanlara rast geliriz. İç deniz onların yer ve zaman değişiklikleri için hem bir “coğrafi köprü” hem de engeldir. Bu sırada tarih ve coğrafya da buluşur. Braudel, vaka ve hadiselerin görünür yüzeyi ardındaki olay katmanının yorumlar ve spekülasyonlarla aralanması gerekli gizli bir zemin gibi işler. Aslında dönemin insanı için Akdeniz gibi bütünsel bir varlık mevcut değildir. Yerel başka denizlerin, kıyıların, adaların bakış açısından böyle bir bütünlüğü işaretlemek mümkün değildir. Orada deniz ve karanın hayatı “birbirine karışır”. “Akdeniz’in tarihi onu çevreleyen karasal dünyadan ayrılamaz.” Hatta karadan başka kıtalara ve Avrupa'nın bir uzanımı olan Amerika'ya, Afrika'ya, Asya’ya uzanırız; Karadeniz’e ve okyanuslara kadar genişler ufkumuz. Neredeyse tüm dünya tarihinin düğüm yeri olarak Akdeniz ortada durur.  

Braudel, Akdeniz adındaki gizli ve olay çıkaran bir öznenin hareketlerini ortaya çıkarmak için, Annales tarih okulunun genel bir eğilimi olarak, vesikaların işlenmesinden çok onların elenmesinden söz eder. Olaylar katmanında çalışan okyanus bilimcisinin ve coğrafyacının sahasına karışır. “Tarihteki Akdeniz’i” ortaya çıkarmak için “bir sınır çizmek, tanımlamak, çözümlemek, yeniden inşa etmek ve duruma göre bir tarih felsefesi seçmek “gerekir (2015: 23). Bu sırada diğer beşerî ve sosyal bilimler bir yana edebiyatla da çeşitli ortaklıklar kurulur. Tarihçi muhayyilesini açık tutmalıdır. Ortada olmayan ama en küçük hadiselerde bile başımıza gelen olayların izlerini yakalamak için başka eserlerin ve vesikaların “kül yağmurundan” bazen kafasını kaldırmalıdır. Diğer yandan vakanüvislerin kayıtlarını yorumlamayan vesikacı tarihçi vaka ve hadiselerin tekilliğinde kalır; “mozaiğin” bir parçasıyla ilgilenir sadece. Annales tarihçisi ise gizli bir boyutun sezgisine, belge karmaşası arasındaki boşlukları spekülasyon marifetiyle doldurarak erişir.  

Tarihçinin olaya yaklaşımı 

Vesikalar çoğunlukla “hükümdar ve zenginlerin hayatlarını” verse de belge bırakmamış en büyük ve en küçük failin izleri ve onların “hareketli bütünsel hayatı” ancak bu şekilde çalışarak ele geçirilebilir. Tarihçi bir çeşit cesaret göstererek, “güçlü ve yavaş akan tarihle herhangi bir ortak yönü bulunmayan çeşitli olaylardan mürekkep bir toz bulutu içinde” kalmaya mecburdur. Bu alıntıda Braudel’in olay dediği bizim hadise ifademizle anlamdaştır. Her koşulda hadiseler ve olaylar arasındaki o kolayca birbirine tutturulamayan neden sonuç bağını oluşturmak için bu müşkülü göze almak zorunludur. Vesika “semptomatik” okunmalı, yeniden ele alınmalıdır. Adeta işaret etmediği bir olay payı ondan çekip çıkarılmalıdır. Bu vesikalar ve ikincil eserlerden kurulu bir “şantiye” içerisine gömülmek şarttır. Ancak sonunda ortaya çıkan yapı aynı şantiyenin dağınıklığıyla ilişkisiz bir bütünlük sergiler.  

Braudel bir yandan da “tarih kitaplarımızın arasında hiçbir makbul rehberin bana yardımı olmamıştır” şeklinde yazabilir. Tarihin bütünlüklü yapısının temelini oluşturan olay katını oluşturmak kendisine kalır. Bu katı çıkmak için “temkinli olmaktan uzaklaşarak” kendisini çelişkili, çıkmazlarla dolu bir sahaya bırakır. Akdeniz, milliyet ve ırkından bağımsız tüm kıyı sakinleri için tarihin ortak öznesi olarak ortaya çıkar. Fakat tarihçinin müşterek olanı yakalaması için “arşivden arşive gezerken, bu değişken ve hareketli hayat karşısında gözlerini kimi zaman kapalı tutarak” esaslı olana yönelmesi gerekir. Tarihin olay katında beliren indirgenmiş vaka ve hadiseler orada açılır. Tarihçi, Akdeniz adındaki olayların faili “tasnif dışı bir tarihsel kişiliği” tüm kalabalık sahne ve kadronun arasında ayırt edebilmelidir. Vaka ve hadiselerin müsebbibi topluluk ve kişilerden, onların zaman ve mekânlarının çokluğu arasından Akdeniz'in belirdiği o semptomatik anı yakalaması beklenir. Olaylar, vaka ve hadiseler gibi gürültülü şekillerde ortaya çıkmaz. Hatta çoğu zaman sonuçlarıyla da belli olmaz; vaka ve hadiselerin kararttığı zaman ve mekânlarda zemberekleri belli olmadan çalışır. Daha çok sezgiyle, akıl yürütülerek, spekülasyonlarla kavranan olaylar, Braudel’in arada işaret ettiği gibi “tarihe yön verirler”. Devrimler, savaşlar, “ani bir değişim” veya “kaçırılmış bir fırsat” gibi yüzünü gösterirler. Oysa vaka ve hadiselere odaklı tarihçi için nedensizce zuhur etmiş gibi görünürler. Böyle bir tarihçi eksik ve gecikmiş kavrayışını telafi etmek için çoğu zaman dayanaksız, komplolara yaslanan bir başka vakalar ve hadiseler serisine başvurur. Olayların ufkunu çizdiği tarih sahnesini kavrayamaz.  

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Popüler Haberler
Körfez Ülkeleri Arasında “Petrol Sonrası Gelecek” Konusunda Rekabet Artıyor 

Körfez ülkelerinin petrol sonrası döneme odaklanarak ekonomik ve diplomatik rekabeti artırması dikkat çekiyor. Katar, Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkeler, stratejik projeler ve yatırımlar aracılığıyla küresel sahnede etkilerini genişletmeye çalışıyor.…

 İsrail, Mısır ile Arasındaki Barış Anlaşmasını İhlal Etti

İsrail'in Mısır ile imzaladığı barış anlaşmasını ihlal ederek Gazze'deki Refah Sınır Kapısı'nı ele geçirmesi, bölgesel gerilimi tırmandırdı. Mısır, İsrail'in bu hareketini kınayarak, iki ülke arasındaki gerilimin artışına ve bölgesel…

İletişim Başkanlığı ve AA, Cezayirli Gazetecilere Yönelik Eğitim Programı Başlattı

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı ve Anadolu Ajansı iş birliğiyle Cezayirli gazetecilere yönelik 3 günlük "Gazetecilik Eğitim Programı" düzenleniyor.

Katar Devlet Bakanı Al Khater ile Türk Bakan Yardımcıları Mersin’de Buluştu

İçişleri Bakan Yardımcısı Münir Karaloğlu ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Yasin Ekrem Serim, Katar Dışişleri Bakanlığında Uluslararası İşbirliğinden Sorumlu Devlet Bakanı Lolwah Rashid Al Khater ile Mersin'de bir araya geldi.

Çad’daki Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Gerçek Bir Demokrasi mi, Yoksa Formalite mi?

Çadlılar, siyasi değişim ve gerilimlerin gölgesinde sandık başına gitti. Darbe sonrası gerçekleşen ilk seçim, uluslararası çatışmaların ve iç siyasi rekabetin kesişmesiyle dikkat çekiyor.