10 Ocak 2025
Tarihsel süreçte hapishaneler, toplumsal düzenin bozulmaması için insanların işledikleri suç karşılığında cezalandırıldıkları bir mekân olarak her zaman var olagelmiştir. Kamu otoritesinin meşruiyeti bağlamında suçluların cezalandırılması için adalet açısından hapishanelere ihtiyaç duyulmuş, mevcut otoritenin koyduğu kurallara göre verilen cezalar, buralarda infaz edilmiştir. 17. Yüzyıla kadar hapishaneler suça karışan insanların hürriyetinin engellenmesi için bir ceza aracı olarak görülmüştür. Ancak zaman içinde kamusal değerlerdeki değişim ve hümanizm gibi etkenlerle ceza infaz uygulamalarında değişikliğe gidilmiş, moderniteyle birlikte bedene azap veren mahkûmluktan bireyin disiplinize/rehabilite edildiği yeni bir hukuki konsepte, mekan olarak da zindanvari yerlerden bugünkü modern hapishane formuna geçilmiştir. Ayrıca ceza infaz sürecinde başta işkence olmak üzere insan canına ve onuruna karşı yapılacak her türlü eylem insan hakları ihlali olarak değerlendirilmeye başlanmıştır.
Hapishaneler insanda doğal olarak ve mahiyeti itibarıyla negatif bir duyguyu harekete geçirir. Buna rağmen dünyada ve ülkemizde sinemadan şiire kadar birçok alanda hapishane ile ilgili büyük bir literatürün varlığından bahsedebiliriz. Sinemada, Hollywood yapımı Tim Robbins ve Morgan Freeman’ın oynadığı “Esaretin Bedeli” (1994), ülkemizde Kadir İnanır’ın başrolünü üstlendiği Tatar Ramazan (1990) filmleri, şiirde; Necip Fazıl Kısakürek’in “Zindandan Mehmed’e Mektup” (1960) ile Sabahattin Ali’nin “Aldırma Gönül” (1933) şiirleri geniş kitlelerin beğenisini kazanan çalışmaların sadece birkaçıdır.
"İnsan mezbahası" olarak anılan hapishane: Sednaya Hapishanesi
8 Aralık 2024’te Beşar Esed’in Moskova’ya kaçışıyla birlikte Suriye Arap Cumhuriyeti’ndeki 61 yıllık Baas rejimi tamamen sona erdi. Esed ailesi, 61 yıllık rejimin 53 yıllık kesitinde iktidarı elinde tuttu. Hafız Esed ve oğlu Beşar Esed’in iktidarları döneminde dünya kamuoyunda Suriye daha çok işkence, cinayet, vahşet ve kişileri yerlerinden etme gibi ağır insan hakları ihlalleriyle gündeme geldi. 2011 yılında başlayan Suriye İç Savaşı’nda ise bu ihlaller iyice keyfileşip sıradanlaştı. Esed yönetiminin yıllardır uyguladığı vahşetin sembolleştiği yer ise Şam yakınlarındaki Sednaya Hapishanesi oldu.
Yalnızca 2011–2018 yılları arasında “insan mezbahası” ve “ölüm kampı” olarak nitelendirilen bu hapishanede 30 binin üzerinde tutuklunun öldürüldüğü uluslararası insan hakları kuruluşları tarafından açıklanmış durumda. Yine, Sednaya’da mahkûmların sistematik işkence ve tecavüze maruz kaldıkları, gıda ve ilaç gibi en temel ihtiyaçlara erişimlerinin ise taammüden engellendiği Uluslararası Af Örgütü tarafından dünyaya duyuruldu.
21. yüzyılın ilk çeyreğini tükettiğimiz şu zamanlarda Sednaya Hapishanesi’nde Esed yönetiminin gerçekleştirdiği vahşet, yaşamak gibi en temel hakkı hiçe sayarak bin yıllar öncesinin işkence ve cinayetlerdeki sınır tanımazlığı ile rekabet ediyor.
Geride bıraktığımız yıllarda Suriye’de yaşanan bu insanlık suçlarına karşılık asırlar boyunca Osmanlı idaresi altında kalan bu topraklarda hapishanelerdeki mahkûm ve tutuklulara nasıl muamele edildiğini gösteren yüzlerce kayıt mevcut. Arşivlerimize baktığımızda Osmanlı Dönemi’nde Şam hapishaneleriyle ilgili kayıtlardan devletin temel insani haklara ne denli önem verdiğini görebiliyoruz. Bu belgelerin çoğu ise Osmanlı Devleti’nin artık Suriye topraklarından çekilmesine sayılı yılların kaldığı dönemlere ait. Kayıtlar bilhassa devletin yıkılışına neden olan Birinci Dünya Savaşı yıllarında yine bu anlayıştan vazgeçilmediğini, hapishanelerdeki mahkûmların sağlığına ve yaşam koşullarına ne kadar dikkat edilmeye çalışıldığını gösteriyor.
Osmanlı adli ve idari bürokrasisinin yaptığı yazışmalar, mahkûmların maruz kaldığı hastalıklar ile mekânda yaşanan sıkıntılarda herhangi bir insani zafiyetin yaşanmaması için sorunu hızlı ve etkin bir şekilde çözüme kavuşturduğuna işaret ediyor. Farklı yıllara ait belgeler devletin mahkûmlara bakış açısını fazlasıyla yansıtacak sayıda örnekler ihtiva ediyor. Mesela 17 Nisan 1887’de Şam Kalesi’ndeki hapishanede mahkûm hastalar için gerekli koğuşun yapımı hususunda bütçenin ayrıldığı ve inşasına başlanabileceği belirtilirken [BOA. DH. MKT.1413/82] 27 Ocak 1915’te ise Şam Hapishane ve Tevkifhanesi’ndeki hastaların tedavileri için yakın mahalde bir hanenin kiralanıp hastaneye dönüştürüleceği ifade edilerek, vilayete gerekli meblağın hızlıca ulaştırılması istenmiştir [BOA. ML. EEM. 1131/17/1]. Görüldüğü üzere savaş yıllarında ekonomik meselelerin ağırlığına rağmen hasta mahkûmlar için mekân konusunda sıkıntıya düşüldüğü durumda bile meselenin çabucak çözümü için harekete geçilmiş ve kiralama yöntemine gidilmiştir.
Mahkûmların sağlığının muhafazası adına kontroller artırılmış mekândan kaynaklanabilecek sorunlar bertaraf edilmeye çalışılmıştır. 17 Eylül 1903’te hasta mahkûmların tedavileri için yapılan hastane ile hapishanenin hıfzıssıhha kurallarına göre acil surette tamir ve ıslah edilmesi kararı alınarak vilayete ödenek aktarılırken [BOA. ŞD. 2296/36/2], 22 Kasım 1912 tarihli bir başka belgede Suriye Vilayeti İstinaf Savcılığı, Şam’daki hapishane içerisinde mahkûmlar için yapılan hastanenin rutubetli olup hıfzıssıhha şartlarını karşılamadığından ilgili yerlerin kurallara göre tamir ve ıslah edilmesi talebinde bulunmuştur [BOA. DH. MKT.624/98].
Salgın zamanları, toplu halde yaşayan insanlar için çok daha dikkatli olunması gereken dönemlerdir. Bu hususta da 22 Mayıs 1916’da Dahiliye Nezareti’ne gönderilen yazıda Şam Merkez Hapishanesi’ne Beyrut’tan nakledilen mahkûmlarda lekeli humma (tifüs) hastalığı görüldüğünden bahisle iki gün zarfında bu illetin 29 mahkûma bulaştığı bildirilmiş ve hastalar için gerekli tedbirlerin alınması istenmiştir [BOA. DH. MB. HPS. 106/20/2]. Hapishane içerisinde teşkil edilen hastanelerin tedavide yetersiz kaldığı durumlarda mahkûmların sivil hastanelere de sevk edildiği dikkat çekicidir. Örneğin, Darye köyünden Mehmet Hasan isimli bir mahkûmun hastalığından dolayı [Şam] Hamidiye Hastanesinde tedavisine devam edildiği bildirilmiştir. 13 Mayıs 1903’te Dahiliye Nezaretinden vilayete gönderilen yazıda, hapishanenin mahkûmların sağlığına zarar verecek her türlü etkiden arındırılması ve sağlık problemi yaşayanların da bahsedildiği şekilde Hamidiye Hastanesine sevk edilmeleri istenmiştir [BOA. DH. MKT. 624/98/4]. Bununla birlikte hasta mahkûmlara verilen ilaçlarla ilgili arşiv kayıtları da mevcuttur. Örneğin 16 Kasım 1914 tarihinde Dahiliye Nezaretine sunulan yazıda, Şam Hapishanesi’nde bulunan tutuklulara verilen ilaç bedelleri için gerekli meblağın havalesi talep edilmektedir [BOA. DH. MB. HPS.57/16/3].
Mahkûm sayısının artması bir dönem Şam Hapishanesi’nde karşılaşılan zorluklardan biri olmuşsa da mesele mahkûmların başka hapishanelere sevkiyle veya yeni koğuşların inşasıyla çözülmüştür. 9 Aralık 1889’da Şam Hapishanesi’ndeki mahkûmların çokluğu sebebiyle buradaki 86 tutuklunun Trablusgarp ve Akka hapishanelerine gönderilmeleri kararlaştırılmış [BOA. DH. MKT.1680/19], 27 Ocak 1915’te ise hapishanedeki yığılma nedeniyle bunun hafifletilmesi için yeni bir koğuş yapılması için gerekli meblağın gönderilmesi istenmiştir [BOA. ML. EEM. 1131/13/1]. Bununla birlikte mahkûmların gıdaya erişiminde bir sorun yaşanmaması için öncesinden önlem alındığı da görülmektedir. Bu hususta 16 Ağustos 1914 tarihinde Vali imzasıyla vilayetten çekilen telgrafta, hapishane tayınatı için kâfi miktarda ödeneğin gönderilmesi talep edilmiştir [BOA. DH. MB. HPS. 56/93/8].
Sonuç olarak Osmanlı Dönemi’nde Şam hapishanelerinde yaşanan gelişmeler dönemin teknik şartları ve devletin imkân(sızlık)ları göz önünde bulundurulduğunda Osmanlı hapishanelerinin insani ve hukuki açıdan yüzyıl sonrasına nazaran ne kadar ileri düzeyde olduğunu göstermektedir. Birinci Dünya Savaşı’nın maruz bıraktığı zorluklarda yine hiçbir bahanenin ardına sığınılmadan mahkûmların haklarına riayet edilmiş, her manada onları kaybetmekten ziyade kazanmaya çalışılmıştır. Osmanlı’nın dramatik bir şekilde bölgeden çekilmesi geçtiğimiz yüzyılda Suriye’de trajik gelişmelere yol açmış bu trajedinin sembollerinden birisi de Sednaya Hapishanesi olmuştur.
devamını oku daha az oku
yılında Doçent ve 2017 yılında ise Profesör olmuştur. 5 Ocak 2012 - 7 Ağustos 2018 tarihleri arasında Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürü olarak görev yapmıştır. 7 Ağustos 2018 tarih ve 2018/77 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanı olarak atanmıştır. 15 Ağustos 2024 tarih ve 2024/294 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Gazi Üniversitesi Rektörlüğüne atanmıştır. Yakınçağ Osmanlı Tarihi alanında çalışmaları bulunan Ünal’ın Osmanlı Devleti’nin askeri sistemi, eğitim kurumları, yenileşme dönemi ıslahatları ve arşivcilik tarihi üzerine 15 adet kitabı, yerli ve yabancı akademik dergilerde birçok makalesi ve bildirisi bulunmaktadır. Ayrıca TRT AVAZ TV’de yayınlanan 13 Bölümlük HAFIZA (Osmanlı - 2021 yılında) ve 20 Bölümlük HAFIZA (Cumhuriyet - 2022 yılında) programlarının yapımını ve sunumunu üstlenmiştir.