1 Mart günü İran’da, İslam Cumhuriyeti tarihinin en düşük katılımlı parlamento ve Uzmanlar Meclisi seçimleri gerçekleşti. İçişleri Bakanlığının açıkladığı %41’lik katılım oranı (başkentte %24), vatandaşların sandık üzerinden siyasete katılım ve değişim doğrultusundaki beklenti ve umutlarının ciddi yara aldığına işaret ediyor. Bu oran aslında son 4 yıldır düzenlenen seçimlerdeki düşük katılım trendinin bir yansıması. 2020 parlamento ve 2021 cumhurbaşkanlığı seçiminde de İran İslam Cumhuriyeti tarihinin en düşük katılım oranları ortaya çıkmıştı.

Geçtiğimiz hafta düzenlenen seçimler, 2022 yılında başlayan Mehsa Emini protestolarının ardından İran’da düzenlenen ilk seçimlerdi. Sokaklardaki öfkenin sandığa negatif yansıdığı görülüyor. Elbette yalnızca protestoların etkisi, siyasetteki büyü bozumunu açıklamakta yetersiz kalır. Ekonomik zorluklar, İran’ın dünyadan izole edilmesi, bölgesel çatışma dinamiklerinin yükselişe geçmesi ve elbette siyasetin dar bir alana hapsedilmesi, diğer oy atmama sebepleri arasında yer alıyor. 

Özellikle son yıllarda reformist ve ılımlı siyasetin mevzi kaybetmesi ve adeta siyaset sahnesinden silinmesiyle birlikte İran’da değişim isteyenlerin yönelebilecekleri legal siyasi hareket ya da organizasyon kalmadı. 2020 seçimleriyle parlamento, 2021 seçimleriyle de cumhurbaşkanlığı makamı muhafazakarların kontrolüne geçti. Yargı zaten her zaman dini liderin ve dolayısıyla muhafazakarların kontrolündeydi. Böyle olunca yasama, yürütme ve yargı erklerinin üçü birden muhafazakârlar tarafından domine edildi.

Muhafızlar Konseyinin seçim mühendisliği, bu durumun en başta gelen sebepleri arasında bulunuyor. Cumhurbaşkanlığı, İslami Şura Meclisi ve Uzmanlar Meclisi seçimlerinde aday olmak isteyenleri inceleyip aday olup olamayacaklarına karar veren Muhafızlar Konseyinin vermiş olduğu kararların belirli bir siyasi grubun lehine ve diğerinin aleyhine olduğu yönündeki eleştiriler, İslam Cumhuriyeti tarihi boyunca bu kurumu seçim dönemlerinde gündemin en üst sırasına taşıdı. Son yıllardaki seçimlerde de reformist ve ılımlı adayların yarışmasına izin vermeyen Muhafızlar Konseyi, hem siyasi alanı muhafazakarların kontrolüne sundu hem de halkın seçimlere olan ilgisini zayıflattı. 2020 Meclis seçimlerinde başvuran adayların %45’i Muhafızlar Konseyi tarafından reddedilmişti. 2021 cumhurbaşkanı seçiminde bu oran %99’du. Bu seçimde ise Konseyin red oranı %48’di. Bu sebeple pek çok grup ve kişi seçimleri boykot ettiler. Reformist, Milletin Birliği (İttihad-ı Millet) Partisi seçimleri boykot eden gruplardan biriydi. Eski Reformist Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi de oy kullanmayarak seçimleri boykot etti.

Boykot çağrıları ve düşük beklentilerle seçimler 1 Mart’ta icra edildi. 290 sandalyeli parlamentonun 245 sandalyesinin sahibi ilk turda belirlense de kalan 45 sandalye için ikinci tur seçimleri düzenlenecek. Başkent Tahran’ın 30 sandalyesinin 14’nün sahibi ilk turda belirlenirken kalan 16 sandalye için ikinci turda yarışılacak. İlk tur sonuçlarına bakarak parlamentoda ezici çoğunluğun muhafazakarların elinde olduğu ve ikinci tur seçimlerinin bu durumu değiştirmeyeceği görülüyor. Örneğin, Tahran’da belli olan 14 sandalyenin tamamı muhafazakârlar tarafından alınırken aşırı muhafazakâr Peydari Cephesi’nin isimleri de büyük başarı gösterdiler. Geleneksel muhafazakarlardan şimdiki Meclis Başkanı Muhammed Bakır Galibaf geçen seçimde 1. sıradayken bu seçimde 4. sıradan seçilebildi. Ali Mutahhari gibi eski milletvekili bir ılımlı muhafazakâr ise ikinci tur seçimlerine bile kalamadı. 

İran dış politikasında neler değişecek?

Parlamento ve Uzmanlar Meclisi’nin Muhafazakarların Kontrolünde Olması, İran’ın bölgesel siyaseti ya da büyük güçlerle olan ilişkileri açısından ne anlama geliyor? Bu soruya yanıt vermek için evvela bu iki kurumun dış politikada nasıl bir fonksiyon üstlendiklerine bakmak gerekiyor. 

İslami Şura Meclisi, İran’ın iç ve dış tüm siyasi meselelerinde görüş beyan etme, tartışma yaratma, hükümeti denetleme ve sorguya çekme, hükümet ve dini liderden çeşitli taleplerde bulunma ve elbette yasa yapma gibi geniş yetki ve görevlerle mücehhez bir organ. Özellikle Meclisin Milli Güvenlik ve Dış Politika Komitesi, İran’ın bölgesel siyasetinin tayini ve icrasında son derece etkili bir oluşum. Ayrıca Meclis başkanı, İran’ın en yetkili dış politika ve güvenlik birimi olan Milli Güvenlik Yüksek Konseyinin doğal üyesidir. Yine uluslararası anlaşmalar da Meclisin onayından geçmek zorundadır. Bu haliyle bakıldığında İran parlamentosunun dış politika konularında son derece belirleyici olduğunu görmek mümkün.

Uzmanlar Meclisi ise İran siyasetinin en güçlü aktörü olan dini lideri (Anayasada geçen isimleriyle veli-yi fakih ya da devrim rehberi) seçmek, denetlemek ve gerekirse görevden almakla yetkili ve bütün üyeleri din adamlarından oluşan bir kurum. Dini lider, Anayasaya göre ülkenin genel siyasetini belirleyen makamdır. Bu makamın çizdiği doğrultuyu diğer tüm siyasiler takip etmek ve uygulamak durumundadır. Dolayısıyla dış politikada da aslında asıl belirleyici olan dini liderlik makamıdır. Daha önceki dönemlerde nükleer müzakerelerin yürütülmesi ve nükleer anlaşmanın imzalanmasının dini lider Ali Hamaney’in onayı ve rızası ile gerçekleştiği biliniyor. Yine Rusya ve Çin ile kurulan yakın ilişkiler de Hamaney’in izin verdiği ve teşvik ettiği gelişmelerdi. İran’ın bölgesel siyasetinin askeri izdüşümü olan vekil kuvvetlerinin koordinasyonu, sevk ve idaresi ya da onlarla iş birliğini sağlayan Devrim Muhafızları Ordusu’nun komutanı da bizzat dini lider tarafından atanmakta ve sadece ona hesap vermektedir. 

Uzmanlar Meclisi seçimlerinde de Hasan Ruhani gibi bu kurumun 3 dönem (24 yıl) üyeliğini yapmış ılımlı bir ismin aday olmasına Muhafızlar Konseyi tarafından izin verilmedi. Benzer ılımlı ya da reformist din adamlarının adaylığı da yine Muhafızlar Konseyi engeline takıldı. Bu veto sürecinin asıl hedefi, yaşı iyice ilerleyen Hamaney’in önümüzdeki 8 yıl içerisinde koltuğunu bırakma ihtimaline karşı muhafazakarların bir sonraki dini liderin kim olacağını belirleme güçlerini korumalarıydı. Bu yüzden Ruhani gibi aktörleri Uzmanlar Meclisinden temizleyerek karşılarına çıkabilecek engelleri bertaraf etmiş oldular. Mevcut Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi gibi muhafazakâr isimlerin yeniden seçilmesini sağlayarak da yine bir sonraki dini liderin muhafazakâr cenahtan (belki de Reisi'nin kendisi) olması ihtimalini artırdılar. 

İran siyasetinin muhafazakâr ve militarist bir karaktere bürünmesi ile ABD başta olmak üzere Batı blokundan uzaklaşarak Rusya ve Çin eksenine yakınlaşması göz önüne alındığında, seçimler sonrasında İran’ın bölgesel ve küresel siyasi hesaplarının var olan trendler uyarınca devam edeceği öngörülebilir. ABD ile herhangi bir nükleer anlaşma ya da müzakere ihtimali şu an için görünmemektedir. Filistin halkına uygulanan katliamlar devam ettikçe İran’ın bölgesel aktivizminin vites düşürmesi de mümkün görünmemektedir. Hizbullah, Ensarullah ve Irak İslami Direnişi başta olmak üzere İran’ın nüfuzu altındaki askeri yapılar, bölgedeki tansiyon ve çatışma dinamikleri uyarınca hareket etmektedirler. İran Meclisi ve Uzmanlar Meclisinin son seçimlerin ardından bürünmüş olduğu siyasi karakter de aynı doğrultuda bir bölgesel siyaseti içeriden takviye edecektir.