Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin Kassam Tugayları’nın 7 Ekim 2023 tarihinde Aksa Tufanı saldırısını gerçekleştirmesinin en önemli motivasyonlarından biri İsrail’in Gazze’ye yönelik uyguladığı ablukanın kaldırılması iken, diğer gerekçeler ise; Batı Şeria’daki işgal politikası nedeniyle yaşanan ihlallerin sonlandırılması ve Mescid-i Aksa’nın statüsünü değiştirmeye yönelik eylemlerden vazgeçilmesini sağlamaktı. 

İsrail’in Aksa Tufanı sonrası Gazze’ye yönelik başlatmış olduğu saldırılar sonucunda, Gazze’de büyük bir yıkım ve katliam ortaya çıktığı gibi tüm dünyanın gözleri önünde de modern dönemin en vahşi soykırımına imza atılmıştır. Dolayısıyla tüm gözler Gazze’ye ve Gazze’den yaşanan vahşetin ne zaman sonlanacağına çevrilmiştir. 

Batı Şeria’da neler oluyor? 

Tüm bu süreçler boyunca gözden kaçan, daha doğrusu kaçırılan diğer bir gelişme ise, İsrail’in Batı Şeria’da sürdürdüğü saldırılar ve ihlaller ile bunların sonucunda Batı Şeria’nın statüsünü aşındırmaya, değiştirmeye yönelik hamleleri olmuştur. 

Zira İsrail bir taraftan Gazze’yi yerle bir edip, yaşanmaz hale getirirken, diğer taraftan da Batı Şeria’daki sözde Yahudi yerleşimciler (toprak hırsızları) marifetiyle daha fazla Filistin toprağını gasp etme yarışına girmiştir. Bu kapsamda Filistin köyleri ateşe verilirken, Filistinliler sebep göstermeksizin öldürülmeye veya tutuklanmaya başlanmış, bu yetmiyormuş gibi zeytinliklerdeki ağaçlar kökten sökülmüş, tarlalardaki ürünler ve ağaçlardaki meyveler tahrip edilip kullanılamaz hale getirilmiştir. Hatta Filistinlilerin topraklarını terk etmesini sağlamak için kuralsızlıkta sınır tanımayan bu teröristler, köylülerin hayvanlarına musallat olup ya çalmışlar ya da bir daha istifade edilmesin diye öldürmüşlerdir. 

Yani İsrail’in Gazze’de kerhen de olsa bir ateşkese ulaşılmasından sonra gözünü tekrar Batı Şeria’ya çevirdiği ve yeniden ABD Başkanı olan Trump’tan alınan zımni destek ile Batı Şeria’nın ilhak edilmesine yönelik uzun erimli planın yeniden canlandırıldığı görülmektedir. 

İsrail’in tek hedefi Gazze değil 

Hatırlanacağı üzere İsrail Başbakanı Netanyahu, 7 Ekim’den sonra yaptığı savaş ilanı mahiyetindeki konuşmasında; bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını söylemiş ve Orta Doğu’yu değiştireceklerini iddia etmişti. O gün Netanyahu’nun tam olarak neyi kastettiği anlaşılmasa da İsrail’in işgal politikalarını takip eden ve nihai amacının işgal altında tuttuğu tüm Filistin topraklarını insansızlaştırıp, kendi sınırlarına katmak olduğunu düşünen kişilerden biri olarak, Batı Şeria’ya da dikkat edilmesi gerektiğini söylemiştik. 

Ancak kıymetleri kendilerinden menkul bazı uzmanlar bu konuda gereğinden fazla tepki gösterdiğimizi, İsrail’in derdinin sadece 7 Ekim saldırısını gerçekleştiren Hamas’ı ortadan kaldırmak olduğunu söyleyerek, İsrail’in saldırganlığını meşrulaştırmaya çalışmıştı. Fakat geldiğimiz noktada İsrail’in amacının sadece Hamas’ı ortadan kaldırmak, Gazze’yi temizlemek veya Gazze’de 2005 öncesi statüye dönmek olmadığı gayet açık bir şekilde anlaşılmıştır. Bilakis İsrail’in Gazze’yi yerle bir ettikten sonra gözünü tekrar Batı Şeria’ya çevirdiği ve Batı Şeria’ya yönelik ilhak planlarını hayata geçirmek için mevcut konjonktürden istifade etmek isteyeceği gayet net bir şekilde görülmektedir. 

Peki, İsrail bunu nasıl yapmayı planlamaktadır? Batı Şeria’nın mevcut statüsü buna cevaz vermekte midir ve Batı Şeria’daki yerleşik Filistin halkı ve tüm dünya nasıl uyutulup, bugünkü kıvama getirilmiştir? 

Bu sorulara cevap verebilmek için; öncelikle Batı Şeria’nın mevcut statükosu anlatılacak, ardından Batı Şeria’nın bugün karşı karşıya kaldığı ilhak tehlikesinin ortaya çıkmasında İsrail’in uyguladığı “kaynayan kazandaki kurbağa” yöntemi ile açıklanacak ve Batı Şeria’da önümüzdeki dönemde yaşanması muhtemel gelişmeler ortaya konulmaya çalışılacaktır.   

Batı Şeria’nın mevcut statüsü 

Batı Şeria, 1967’den beri İsrail işgali altındadır. Ancak İsrail’in Filistin topraklarındaki işgali Birleşmiş Milletler’in 242 ve 338 sayılı kararları ile reddedilmiş olup, İsrail işgalci güç olarak tanımlanmıştır. Batı Şeria’nın mevcut statüsü ise Oslo Anlaşmaları ile belirlenmiştir. 

1993 yılında imzalanan Oslo I Anlaşması (Prensipler Deklarasyonu) ile Filistin yönetimi kurulmuş ve İsrail de Filistin yönetimini tanımıştır. 1995’de imzalanan Oslo II Anlaşması ise Batı Şeria’yı; A, B ve C bölgeleri olmak üzere üçe ayrılmıştır. A bölgesi tamamen Filistin yönetiminin yetki alanında bırakılırken, B bölgesindeki yetki Filistin yönetimi ve İsrail arasında ortak olarak paylaştırılırken, C bölgesi ise tamamen İsrail’in kontrolüne bırakılmıştır.   

Anlaşmaya göre C bölgesinde yeni yerleşimlerin açılmayacağı karara bağlanmış olsa da Oslo sürecinin nihai statüyü belirleyecek aşamaya getirilmemesi nedeniyle İsrail bu anlaşmayı uygulamamış ve Batı Şeria’nın yaklaşık yüzde 60’ını oluşturan C bölgesi nerdeyse tamamen yerleşim bölgesi haline getirilmiştir. 

Bugün Batı Şeria’da yaklaşık 600 bin civarında illegal yerleşim yeri bulunmaktadır. En son 2016 yılında BM Güvenlik Konseyi tarafından alınan 2334 sayılı karar gereğince İsrail, “uluslararası hukuka aykırı yerleşim faaliyetlerini derhâl ve tamamen durdurmaya” davet edilmiş olsa da maalesef bu konuda hiçbir adım atmamıştır. Dolayısıyla Batı Şeria, İsrail’in Yahudi yerleşimciler marifetiyle nüfus oluşturduğu ve gelecekte ortaya çıkacak fırsatlar sayesinde sınırlarına eklemeyi planladığı bir bölge olarak görülmektedir. 

Kaynayan kazan taktiği nasıl işledi? 

İsrail’in Batı Şeria’yı yutma planı, işgalin devam ettiği diğer Filistin toprakları olan Gazze ve Doğu Kudüs’ten nispeten farklılık arz etmektedir. Zira İsrail Gazze’den 2005 yılında tek taraflı olarak çekilmiş ancak 2006 yılındaki seçimleri Hamas’ın kazanmasından hemen sonra Gazze’ye yönelik abluka başlatılmış ve bu tarihten itibaren de muhtelif zamanlarda Gazze’ye saldırılar düzenlenmiştir. 

Böylelikle Filistin toprakları fiili olarak ikiye bölünmüştür. Bir tarafta sözde terör örgütü olarak görülen Hamas’ın kontrolündeki Gazze bulunurken, diğer tarafta uluslararası tanınırlığı olan ve Filistin halkının meşru temsilcisi olan FKÖ güçlerinden müteşekkil Filistin yönetiminin kontrolündeki Batı Şeria ve Doğu Kudüs yer almaktadır.   

İsrail’in girişimleriyle Hamas pek çok ülke tarafından da terör örgütü olarak kabul edilmiş olduğundan, Gazze’ye yönelik saldırıları uluslararası toplum tarafından genel olarak eleştirilmekle birlikte, terörle mücadele olarak görülmekte ve dolayısıyla meşru müdafaa olarak kabul edilmekteydi. Buna mukabil Ramallah’ta bulunan Filistin yönetimiyle doğrudan çatışmaya girilmediği gibi, Oslo anlaşmalarından kaynaklanan bazı işbirlikleri de yapılmaktaydı. Hatta bu anlaşmalar kapsamında Filistin yönetimi bünyesinde kurulan 30 bin kişilik bir polis gücü, İsrail ile müşterek operasyonlarda görev alması için desteklenmiştir. 

Filistin yönetimi Batı Şeria’nın A bölgesinde kalan Ramallah’ta yerleşik olduğundan, B ve C bölgelerinde artan Yahudi yerleşimcileri engellemek için herhangi bir çaba sarf etmediği gibi, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına karşılık bu bölgelerde oluşabilecek tepkileri en aza indirebilmek için halk üzerinde de baskı oluşturmaktadır. Bunun en somut örneği ise, İsrail’in 2021’deki Gazze saldırısında, Batı Şeria’da ve İsrail’in Arapların da yaşadığı şehirlerde dahi Gazze’ye destek için ayaklanmalar çıkarken, 7 Ekim’den sonra Batı Şeria’da neredeyse hiç ayaklanmanın olmamasıdır.   

İsrail’in Batı Şeria’da kurulan yeni yerleşim yerlerini bahane ederek; yerleşim yerlerine giden yollar yapması, buraların güvenliğini sağlamak için karakollar kurup, tel örgüler çekmesi ve Filistinlilerin bu bölgelere girişini engellemesi nedeniyle Batı Şeria’daki toprak bütünlüğü iğdiş edilmiş ve Filistin toprakları milim milim eksiltilerek, sınırları belirsiz tek ülke olan İsrail’e eklenmeye çalışılmıştır. 

Buna rağmen Gazze’deki gibi doğrudan saldırılara maruz kalmayan Batı Şeria’daki Filistinliler, Abbas yönetiminin ABD, AB ve BM’den sağlayıp aktardığı fonlar sayesinde görece konforlu bir hayat sürdürmüşler ve sahip oldukları bu imkânları kaybetmemek için mümkün mertebe sessiz kalmayı tercih etmişlerdir. Yani tabiri caizse birden kaynayan kazanın içine atılmadıkları için maruz kaldıkları tehlikenin farkına varamamışlar, bilakis kazanın içinde yavaş yavaş kaynatılarak farkında olmadan etkisiz hale getirilmişlerdir. 

Batı Şeria’yı bundan sonra ne bekliyor? 

Gazze’de 19 Ocak 2025 tarihinde yürürlüğe giren ateşkesin İsrail hükümeti tarafından kabul edilmesinin en önemli sebebi, şüphesiz ABD’nin yeni Başkanı Trump’ın bu konuda hem Hamas’a hem de İsrail hükümetine yapmış olduğu baskıydı. Ancak ortaya atılan bazı iddialara göre Trump, bir taraftan İsrail hükümetine baskı yaparken diğer taraftan da Netanyahu hükümetini ayakta tutabilmek için bazı tavizler vermiştir. 

Bu tavizlerin başında ise, Biden döneminde Batı Şeria’daki ihlalleri nedeniyle bazı radikal Yahudi yerleşimci gruplara uygulanmaya başlayan yaptırımların kaldırılması ve İsrail’e yeni silahların verileceğinin sözünün verilmesi olmuştur. Gazze ateşkesi sonrası Netanyahu’nun aşırı sağ destekli hükümetinin ulusal güvenlik bakanı olan Ben Gvir istifa ederken, en az onun kadar radikal bir faşist olan maliye bakanı Smotrich’in hükümette kalmasının sebebinin de bu tavizlerle ilişkili olduğu düşünülmektedir. 

Keza, Smotrich’in de istifa etmesi halinde Netanyahu hükümeti düşecek ve aynı 2018 ile 2022 yılları arasında olduğu gibi sonu belirsiz bir siyasi istikrarsızlık süreci başlayacaktı. Zaten Gazze’deki durum nedeniyle ziyadesiyle sıkışmış olan Netanyahu ve İsrail için böyle bir krizin nasıl sonuçlanacağını kestirmek ise mümkün değildi. Dolayısıyla Netanyahu’dan hazzetmediği söylenen Trump’ın aslında Netanyahu’ya bir hayat öpücüğü verdiğini söylememiz yanlış olmayacaktır. 

Kaldı ki Trump’ın kampanya döneminde, kumarhaneler kralı olarak bilinen ve aynı zamanda İsrail’de yayınlanan Israel Hayom gazetesinin sahibi milyarder Sheldon Adelson’un dul eşi Miriam Adelson’dan Batı Şeria’nın ilhakına onay verme şartıyla 100 milyon dolar bağış aldığı da ileri sürülmüştür. 

Zaten Trump’ın ilk döneminde de Batı Şeria’nın ilhakı konusunda yeşil ışık yaktığı ancak yeniden seçilememesi nedeniyle planın hayata geçirilemediği hatırlanacaktır. Şimdi ise bu konuda Netanyahu hükümetinin önünü açarak, hem ilk döneminde yarım bıraktığı işini tamamlayacak hem de Adelson ailesine verdiği sözü tutarak aldığı bağışın karşılığını verebilecektir. 

Bu gelişmelerden sonra İsrail de ortaya çıkan fırsatı kaçırmamak için sözde Cenin’de bulunan Kassam unsurlarını etkisiz hale getirmek üzere Batı Şeria’ya yönelik Demir Duvar operasyonunu başlatmıştır. Geçtiğimiz hafta benzer bir operasyonun Abbas yönetiminin kontrolündeki Filistin güvenlik güçlerince yapıldığını düşününce, İsrail ile Filistin yönetimi arasında Cenin’deki direnişçilerin ortadan kaldırılmasına yönelik kirli bir işbirliği olduğu görülecektir. 

Bu koşullar altında, ya Abbas yönetiminin bu işbirliğinin Batı Şeria’nın İsrail tarafından ilhakına giden yolu açacağının farkında olmadığı ya da farkında olmasına rağmen bilerek ve isteyerek İsrail ile işbirliği yapıp, kendi halkına ihanet ettiği söylenebilir. 

Sonuç olarak, İsrail’in 7 Ekim’den sonra başlayan süreçte Gazze’yi yeniden imar ve iskân edilmesi çok zor bir hale getirdikten sonra gözünü Batı Şeria’ya diktiği ve Batı Şeria’nın ilhakı konusunda da yeniden ABD başkanı seçilen Trump’tan aldığı yeşil ışık sayesinde bazı adımlar attığı anlaşılmaktadır. 

Tüm dünyanın gözü-kulağı Gazze’deyken, İsrail’in Batı Şeria’nın ilhakı konusunda adım atması ise şaşırtıcı olmayacaktır. Hem de Trump ve Netanyahu ortak prodüksiyonu olan yeniden İbrahim Anlaşmaları maskesi altında, sanki bölgesel barışın bir merhalesiymiş gibi lanse edilerek. Kaldı ki bunu önlemesi gereken Abbas yönetimi de İsrail ile işbirliği içerisinde olup, Batı Şeria’da yaşayan Filistin halkı da kaynayan kazandaki kurbağa gibi, kendilerini bekleyen acı akıbetten habersiz yavaş yavaş sonlarına yaklaşmaktadır.   

Umarız Filistinliler nasıl bir oyun içine düştüklerini bir an önce fark ederler ve yavaş yavaş kaynatıldıkları kazandan çıkarak gerçeğin fakına varıp, bu kirli oyunu bozarlar. Aksi takdirde Gazze’de ödenen tüm bedellere rağmen önce Batı Şeria, ardından da tüm Filistin ellerinden çıkacaktır.