10 Mart 2025
Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan savaş şubat ayında üç yılı geride bırakırken, dördüncü yılında ABD’de Trump’ın başkanlığının fırtınalı bir şekilde başlamasıyla farklı bir yön kazandı. Rusya-Ukrayna savaşının çözümüne yönelik adımlar Trump’la birlikte hız kazanırken, arabulucu aktör olarak son dönemde Suudi Arabistan’ın adı da giderek daha fazla ön plana çıkmaya başladı.
Geçtiğimiz haftalarda Suudi Arabistan, ABD ile Rusya heyetlerini savaşın başlangıcından bu yana müzakereler için ilk kez bir araya getirerek de dikkatleri üzerine çekmişti. Son olarak 28 Şubat’ta Beyaz Saray’da Trump ile hararetli bir görüşme yapan Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’nin, Ukraynalı ve Amerikalı yetkililerin Rusya'yla savaşı sona erdirmeyi amaçlayan görüşmeler yapmak üzere Suudi Arabistan’a giderek Veliaht Prens Muhammed bin Selman ile buluşacağını açıklaması, gözleri uluslararası diplomasinin iddia sahibi merkezlerinden biri olarak yeniden Riyad’a çevirdi.
Petrol zenginliği, ekonomik büyüklüğü ve Orta Doğu’daki stratejik konumuyla Riyad, barış görüşmelerine ev sahipliği yaparak küresel diplomasinin önemli bir aktörü, aynı zamanda Rusya ile Batı arasında bir nevi köprü olma arzusunda.
Suudi Arabistan’ın Rusya ile yakın ilişkileri ve Batı ile olan ekonomik bağları, ülkenin ne kadar ‘tarafsız’ bir arabulucu olduğu konusunda bazı soru işaretleri yaratsa da, Riyad’ın uluslararası arenada kendisini etkili bir arabulucu olarak konumlandırabilmesini kolaylaştıran bazı etkenler var.
“Petrol diplomasisi”
Suudi Arabistan’ın uluslararası siyasette etkin bir rol oynamasını sağlayan en önemli araçlardan biri şüphesiz petrol. Dünyanın en büyük petrol üreticilerinden biri olan Suudi Arabistan, enerji piyasaları üzerinde büyük bir etkiye sahip. OPEC+ içindeki liderliği sayesinde petrol üretimini Muhammed bin Selman artırma veya azaltma kararı alarak küresel ekonomiyi şekillendirebiliyor.
Son dönemde Suudi Arabistan, OPEC+ ülkeleriyle birlikte 2025 Nisan ayından itibaren petrol üretimini artırma kararı aldı. Bu hamle, petrol fiyatlarını düşürerek Ukrayna savaşının ekonomik dinamiklerini değiştirebilecek bir adım olarak görülüyor. Söz konusu karar, Trump’ın Davos’ta yaptığı ve ‘petrol fiyatlarının düşmesinin savaşın sona ermesine yardımcı olabileceğini’ savunan açıklamalarına bir yanıt olarak yorumlandı. Ancak OPEC+ içinde Rusya’nın da bulunması, bu kararın Moskova’nın çıkarlarına zarar vermeyecek şekilde alındığını gösteriyor.
Nitekim Suudi Arabistan, savaşın başlangıcında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Rusya’yı kınayan oylamalara destek verdi, ancak Rusya’ya karşı herhangi bir yaptırım uygulamadı ve Moskova ile enerji işbirliğini sürdürdü. Riyad, özellikle 2022 yılında OPEC+ aracılığıyla petrol üretimini azaltma kararı alarak petrol fiyatlarının yükselmesine yol açtı, bu da dolaylı olarak Rusya’nın petrol gelirlerini artırmasına yardımcı oldu.
Savaş süresince Suudi Arabistan, Rusya ile diplomatik bağlarını koparmamak adına dikkatli bir denge politikası izledi, ülkeye karşı sert bir tavır almadı. Bilakis, Moskova’yı diplomatik olarak izole etmekten bugüne kadar hep kaçındı. Bunda, ABD ile denge siyaseti ve dış politikayı çeşitlendirme stratejisinde tıpkı Çin gibi Rusya’nın da önemli bir aktör olması büyük rol oynuyor.
Savaşın erken dönemlerinde Muhammed bin Selman, Putin ile telefon görüşmeleri yaparak ‘arabuluculuk’ önerisinde bulunmuştu. Aynı zamanda Ukrayna’ya insani yardımlar yaparak Batı’nın tepkisini de minimize etmeye çalıştı.
2023’te Suudi Dışişleri Bakanı Faysal bin Farhan da ülkesinin “pozitif tarafsızlık” politikası izlediğini birinci ağızdan söylemişti.
Bu noktada petrol fiyatlarına yalnızca ekonomik bir menfaat aracı olarak bakmamak gerek. Suudi Arabistan, ABD ve Rusya arasındaki -iki ülkeyi aşarak daha genel bir anlam ve etki taşıyan- küresel dengeyi aslında bir bakıma petrol üzerinden yönetmeye çalışıyor.
Askeri güç ve bölgesel etki
Suudi Arabistan yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda askeri açıdan da bölgenin en güçlü ülkelerinden biri konumunda. Riyad, 2024 yılında savunma harcamalarını 75 milyar euroya çıkararak, askeri gücünü artırma yolunda büyük bir adım attı. Söz konusu harcama, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’sının (GSYİH) yüzde 7,1’ine denk geliyor ve Suudi Arabistan’ı dünyanın en büyük savunma bütçesine sahip ülkelerinden biri yapıyor.
Orta Doğu’da Gazze, Lübnan ve Suriye gibi bölgelerde de etkin rol oynamaya çalışan Riyad, aynı zamanda İran’ın bölgedeki etkisini dengelemek için ABD ile kritik bir iş birliği içinde. Suriye’de 8 Aralık’ta Esed rejiminin çöküşü sonrası Ahmed Şara liderliğindeki yeni yönetimin ilk yurt dışı ziyaretini Suudi Arabistan’a yapması, ülkenin bölgede de artan rolüne ilişkin önemli göstergelerden biriydi.

Bölgenin ötesine: Küresel arabuluculuk
Riyad’ın Ukrayna savaşındaki arabulucu rolü, bölgeyi aşarak küresel ölçekte de kendini göstermesi bakımdan kendisine önemli bir alan açtı. Bu, yukarıda da zikrettiğimiz gibi Suudi Arabistan’ın uzun süredir takip ettiği diplomatik denge siyasetinin bir sonucu ve hatta meyvesi. Ülke, Biden döneminde Muhammed bin Selman ile birtakım sorunlar yaşanmasına rağmen bir yandan ABD ile güçlü müttefiklik ilişkileri yürütmeye devam ederken, diğer yandan Rusya ve Çin ile ekonomik ve siyasi bağlarını da korudu, ki bu durum ülkenin BRICS’e olan alakası ve yakınlığı ile -henüz tam anlamıyla kurumsal bir nitelik kazanmasa da- kendini göstermişti.
Suudi Arabistan'ın dış politikasını içeride rejim güvenliği ve istikrarını sağlamanın yanı sıra bölgesel liderlik, enerji piyasalarındaki hakimiyetini korumak için Rusya ile OPEC+ üzerinden yakın işbirliği içinde kalmayı gerektiren ekonomik çıkarlar, ABD ile güvenlik bağlarını sürdürürken Rusya ve Çin gibi küresel güçlerle de ekonomik ve siyasi ilişkilerini güçlendirmeyi zorunlu kılan çok yönlü diplomasi olarak dört temel sütuna oturttuğumuzda, ülkenin attığı adımları daha iyi anlayabiliriz.
Bir yandan Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü savunan BM kararlarını desteklerken, diğer yandan Rusya ile ekonomik ve enerji alanında güçlü iş birlikleri yürüten, iki tarafla da ilişkilere önem veren Riyad’ın, bu yönüyle kendisini Türkiye’ye benzer, hatta ona rakip bir pozisyonda konumlandırdığını da söylemek mümkün.
Tüm bunların yanı sıra Suudi Arabistan, Trump yönetimi için de oldukça rahat ve ‘güvenilir’ bir buluşma noktası. Trump’ın önceki başkanlık döneminde ilk yurtdışı ziyaretini Suudi Arabistan’a yaptığını hatırlatmakta fayda var. Bilhassa 2018’de gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın canice öldürülmesiyle insan hakları sicili tartışma konusu olan ve Biden döneminde ciddi sıkıntılar yaşayan ülke, insan hakları konusunda kırmızı çizgileri esnek olan, sağlam diplomatik ve ticari bağlarının bulunduğu Trump’ın gelmesiyle rahat bir nefes alarak kendisini küresel bir diplomasi merkezi haline getirme konusunda önemli bir fırsat kazanmış oldu.
Önümüzdeki dönemde, Trump ile kişisel ve ticari bağlarının da yardımıyla Suudi Arabistan’ın bölgesel ve küresel krizlerde arabulucu aktör olarak giderek daha fazla öne çıktığına şahit olmamız olası. Trump’ın en büyük hedeflerinden biri olan İbrahim Anlaşmaları’nın devamı, başka bir ifadeyle Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki normalleşme dosyası ise Riyad için hem en büyük baskı hem de en büyük koz unsurlarından biri olarak bir süre daha açık kalmaya devam edecek.
devamını oku daha az oku
asistanı olarak bulundu. 2017 yılında Türkiye’ye döndü. Marmara Üniversitesi Uluslararası Politik Ekonomi Bölümü’nde yüksek lisansını tamamladı. 2019 yılı sonunda Körfez’den Notlar isimli ikinci kitabını çıkardı. Katar başta olmak üzere Körfez ülkeleri üzerine çalışan Gümüşlüoğlu’nun yazıları Türkçe, İngilizce ve Arapça olarak çeşitli gazete, dergi ve düşünce kuruluşlarında yayımlanıyor.