21 Ekim 2025
“To cover” İngilizcede hem bir konuyu haberleştirmek, hem de bir şeyin üzerini örtmek demektir. Ünlü Filistinli entelektüel Edward Said’in 40 küsür yıl önce yazdığı “Covering Islam: How the Media and the Experts Determine How We See the Rest of the World” isimli başucu kitabının başlığı bile bu açıdan düşündürücüdür: İslam’ı/İslam’la ilintili olanı hem haberleştirmek hem de aynı zamanda onun üzerini örtmek.
Batı’da yerleşmiş bazı hakim ön kabuller, ön yargılar, Batı dışı dünyaya bakışı şekillendiren zihniyet bu ‘cover’ etme eylemine farkında olarak veya olmadan yön verir. Farkında olarak, bilinçli yapılan kadar — hatta belki de ondan daha fazla — farkında olmadan, bilinçsizce yapılanı tehlikelidir aslında. Zira ikincisi bilinçaltına yerleşmiştir; fark etmesi, kabullenmesi, dolayısıyla da değiştirmesi zordur.
“Medyada İslam” veya İslam dünyasının medyada ele alınışı, işlenişi, bugün Edward Said’in yıllar önce yazdıklarını her geçen gün doğrulayarak sistematik biçimde devam ediyor. Hangi savaşın daha fazla haber değeri taşıdığı, hangi canın daha değerli olduğu, kimin rakam, kimin hikaye olduğu, tüm bunlar şüphesiz çok kökleşmiş bir zihniyetin manşetlere, satırlara yansımasında kendini ele veriyor.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ilk günlerinde Batılı medya kuruluşlarından muhabirlerin Kiev’den yaptığı canlı yayınlarda kullandığı ifadeler — “Burası Suriye ya da Afganistan değil, görece medeni, Avrupa’nın parçası olan bir şehir.”, “Burada ölenler sarışın, mavi gözlü çocuklar.” — basit birer ‘report’ cümlesi değil, çok köklü ve derin bir zihin dünyasının dışavurumu. Medyada kullandığımız ve kullanmadığımız her bir kelime, her bir kavram önemli. Zira medya dili hem bir algının dışavurumu hem de algıyı bizzat şekillendiren kritik bir araç.
İsrail’in iki yıldır Gazze’de yaptığı ve artık soykırım olarak adlandırılan saldırılar, uluslararası basın için turnusol niteliğindeki hadiselerden biri oldu. Bu süreçte özellikle Batı medyasının olayları işleyişi üzerine çok şey yazıldı ve söylendi. Yeni yayımlanan akademik bir makale ise konuyla ilgili yapılmış en kapsamlı ve somut çalışmalardan biri olarak özellikle dikkat çekici.
Sistematik ön yargılar
New York Üniversitesi (NYU) Abu Dabi kampüsünden üç sosyal bilimcinin (Bedoor AlShebli, Bruno Casara, Anne Maass) kaleme aldığı “Media Coverage of War Victims: Journalistic Biases in Reporting on Israel and Gaza” (Savaş Kurbanlarının Medyada Temsili: İsrail ve Gazze Haberlerinde Gazetecilik Önyargıları) başlıklı makale, 7 Ekim’in ikinci yıl dönümünde; 7 Ekim 2025’te yayımlandı.

Gazze’deki savaşın uluslararası medyada nasıl işlendiğini inceleyen yazarlar, üç Batılı haber kuruluşu (The New York Times, BBC, CNN) ile Al Jazeera English’in İsrailli ve Filistinli kurbanları nasıl haberleştirdiğini mukayeseli olarak analiz ediyor. Amaç, bu asimetrik savaşta haber dilinin ne kadar dengeli, insani ve güvenilir olduğunu data yardımıyla ölçmek.
Çalışma, 7 Ekim 2023’ten sonraki bir yıllık dönemde yayımlanan 14 binden fazla haber metnini inceliyor. (Yalnızca yazılı içerikler incelemeye tabi tutulmuş, video veya sesli içerikler çalışma kapsamında değil.) Araştırmacılar, büyük dil modelleri (LLM) yardımıyla haberlerdeki kalıpları, duygusal dili ve istatistiksel tutarsızlıkları somut verilerle ortaya koyuyor.
Yazarların çalışmayı oturttuğu arka plana kısaca bakalım: Savaşın ilk yılı sonunda 42 binden fazla Filistinli — ki bunun 14 binden fazlası çocuk— hayatını kaybetmiş. Filistin nüfusunun yüzde 90’ı yerinden edilmiş. Gazze, 17 yıldır kara, hava ve deniz ablukası altında olduğu için bu ölümlerden kaçış da mümkün değil. Bu süreç, hem yardım çalışanları (300’den fazla can kaybı) hem de gazeteciler (128 can kaybı) açısından tarihin en ölümcül dönemi olmuş.
Batılı medya kuruluşlarının çoğu Gazze’ye giremediği için haberler büyük oranda yerel gazetecilerin görüntü ve bilgilerinden derlenmiş. Bu da bilgi akışında tek yönlü bir bağımlılık doğurmuş; uluslararası basın çoğunlukla İsrail ordusunun denetimindeki “gömülü” (embedded) gazetecilere dayanmış.
Bu arka planda yapılan çalışma ve ortaya çıkan makale, bizler için şaşırtıcı değil; ancak zaten bildiğimiz şeyleri somut verilerle ispatlaması bakımından kayda değer. Makale, Batı medyasındaki sistematik önyargıları, bunların gerçekten rastlantısal değil sistematik olduğunu göstererek ortaya koyuyor.
Makalenin temel bulgularını maddeler halinde özetleyelim:
Dehumanization: İnsansızlaştırma / Bireyselleştirme
Belki de en çok farkında olduğumuz, eleştirdiğimiz, yakındığımız; özellikle Filistinlilerin haklı olarak en çok isyan ettikleri konu. Makaleye göre Batı medyası, İsrailli kurbanları çoğunlukla adı, yaşı, hikayesi, ailesi gibi tüm insani detaylarla “birey” olarak sunarken, Filistinli kurbanları kimliksiz, toplu kategoriler içinde gösteriyor.
Örneğin New York Times’ta İsrailli bireyler her 6 toplu anlatı için 1 kez, Filistinliler ise ancak 12 toplu anlatıda 1 kez bireysel olarak geçiyor. CNN ve BBC’de fark daha düşük ama yine benzer yönde. Yalnızca Al Jazeera’da iki taraf arasındaki fark dengeli.
Bu durum, “identifiable victim effect” denilen psikolojik ilkeyle açıklanıyor: İnsanlar kimliği belli, hikayesi anlatılmış bir kurbana daha fazla empati duyuyor. İsimsiz, kitlesel halde veya rakam olarak verildiğinde ise aynı duygu oluşmuyor. Dolayısıyla bu fark, izleyicide Filistinlilere karşı duyarsızlık yaratıyor. Yazarlar ayrıca, Filistinlilerin insansızlaştırılmasının haber dilindeki duygudan çok, bireysel hikayelerin sistematik biçimde eksik bırakılmasından kaynaklandığını vurguluyor.
False balance (Sahte denge)
Gerçek verilerde İsrail’de 1 ölüye karşılık Filistin’de 20 ölüm varken, Batı medyasında bu oran “eşit,” neredeyse 1’e 1 gibi yansıtılıyor. Bunun nasıl sağlandığı da dikkat çekici. Batı basını, yeni bir İsrailli ölüm olmasa bile sürekli 7 Ekim saldırısına geri dönüyor, aynı hikayeleri her defasında yeniden işliyor. Bu ‘tekrarlama stratejisi’yle, haber akışında eşit ağırlık illüzyonu yaratılıyor.

Makale, bu durumu örneklerle gösteriyor: Örneğin Aralık 2023’te yüzlerce Filistinli öldürülürken CNN ve NYT o gün çoğunlukla İsrailli rehine ailelerini ve “7 Ekim travmasını” anlatıyor. Yani, olayın büyüklüğüne rağmen Batı medyası Filistinli acıyı gölgeleyen bir “denge illüzyonu” oluşturuyor.
Benzer şekilde, Haziran 2024’te yüzlerce Filistinli öldürülürken birkaç İsrailli rehine kurtarılıyor; Batı basını “duygusal ve kahramanca kurtarma” hikayelerine ağırlık veriyor, Filistinli ölümlerine ise “doğrulanamadı” notu düşüyor. Yani, İsrailli trajediler hikayeleştiriliyor, Filistinlilerinki ise istatistikleştiriliyor.
Çocuk temsilindeki çarpıklık
Gerçekte (savaşın ilk yılında) 14 bin Filistinli çocuğa karşılık 38 İsrailli çocuk hayatını kaybetti. Sahadaki bu olağanüstü orantısız tablo, haberlerde nasıl yansıtılıyor diye bakıldığında tablo dramatik biçimde değişiyor.
Çocuk ölümlerinin neredeyse yüzde 99’u Filistinli. Buna rağmen CNN, BBC ve NYT haberlerinde İsrailli çocukların payı yüzde 45-50’lere kadar çıkıyor. Bu da “false balance”ın en çarpıcı örneklerinden biri. İstisna olarak Al Jazeera English ise, çocuk hikayelerinde yaklaşık yüzde 91 oranında Filistinli çocuklara yer veriyor. Bu oran, sahadaki ölümlerle en orantılı medya yaklaşımı olarak değerlendiriliyor. Yine de yazarlar, Al Jazeera’nın İsrailli çocukları neredeyse hiç ele almamasını da “tam dengeye yaklaşmayan ama tersine ön yargı yaratmayan” bir eğilim olarak not düşüyor.
Source credibility bias: Kaynağa yönelik şüphe
Batı medyası, Filistin kaynaklı verileri aktarırken sürekli şüphe belirten kalıplar kullanıyor: “Hamas-run Health Ministry” (Hamas tarafından yönetilen Sağlık Bakanlığı), “The numbers could not be independently verified” (rakamlar bağımsız kaynaklarca doğrulanamadı), “Reportedly killed” (öldüğü bildirildi) gibi ifadeler okurda hep bir şüphe duygusu doğuruyor. Makale, bu ‘şüphe dili’nin yalnızca Filistinli kayıplar için kullanıldığını gösteriyor.
BBC, CNN ve NYT’de bu tür kalıpların yalnızca Filistin kaynaklı açıklamalarda tekrarlandığı, İsrail ordusu veya hükümet açıklamalarında ise bağımsız doğrulama uyarısının neredeyse hiç kullanılmadığı vurgulanıyor. Bu asimetri, okuyucuda “Filistin kaynakları güvenilmez, İsrail kaynakları güvenilir” şeklinde örtük bir algı oluşturuyor. Al Jazeera ise verileri her iki taraf için de daha dengeli bir biçimde aktarıyor.
Quantitative vs. qualitative visibility (Niceliksel vs. niteliksel görünürlük)
“Palestinian deaths receive numerical attention, Israeli deaths receive narrative attention.”
Makalenin çarpıcı bulgularından biri de bu. Filistin haberleri sayısal olarak fazla ama kalitatif olarak yüzeysel; kısa, özet ve kimliksiz. İsrail haberleri sayıca daha az ama uzun, detaylı, insani.
Bu da toplamda duygu dengesini İsrail lehine çeviriyor. Yani; Filistin çok haber oluyor ama az anlatılıyor.
Araştırmacılar, haber metinlerindeki duygusal yoğunluğu ve anlatı derinliğini ölçmek için “Human Empathy and Narrative Taxonomy (HEART)” adlı bir model kullanıyor. Analizler, duygusal empati tonunun sistematik biçimde İsrail lehine kaydığını ortaya koyuyor.
Bu çalışma bir kez daha gösteriyor ki Batı medyası, görünürde “tarafsız” olsa da yapısal olarak İsrail’i insanlaştıran, Filistin’i görünmezleştiren bir çerçeve içinde hareket ediyor. Makalenin de ortaya koyduğu üzere bu dilin rastlantısal değil, sistematik olduğu açık. Yani Batı medyasındaki bu eğilim, tek tek gazetecilerin öznelliğinden çok daha derin, kurumsallaşmış bir anlatı düzenine dayanıyor.
Yazarlar, Edward Said’in de yıllar önce vurguladığı gibi, savaşın medyadaki yansımasının yalnızca “bilgilendirme” değil, aynı zamanda “inşa etme” eylemi olduğunu hatırlatıyor: Haber dili, kimin insan, kimin istatistik, kimin yasını tutmaya değer olduğuna karar veren sessiz bir otoriteye dönüşüyor.
Ve bugün “cover” ederken aslında neyin hikayeleştirildiğini, neyin üstünün örtüldüğünü bir kez daha sorgulatıyor…





devamını oku daha az oku
asistanı olarak bulundu. 2017 yılında Türkiye’ye döndü. Marmara Üniversitesi Uluslararası Politik Ekonomi Bölümü’nde yüksek lisansını tamamladı. 2019 yılı sonunda Körfez’den Notlar isimli ikinci kitabını çıkardı. Katar başta olmak üzere Körfez ülkeleri üzerine çalışan Gümüşlüoğlu’nun yazıları Türkçe, İngilizce ve Arapça olarak çeşitli gazete, dergi ve düşünce kuruluşlarında yayımlanıyor.