04 Aralık 2024
İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırım ve Lübnan’da Hizbullah’a yönelik olarak gerçekleştirdiği saldırılar her geçen gün yoğunlaşırken Türkiye başta olmak üzere farklı bölgesel aktörlerden ciddi tepkiler ve karşı tedbir arayışları gündeme geliyor. İsrail’in söz konusu insanlık ve hukuk dışı uygulamalarının sonlandırılmasına yönelik olarak gelişen bu arayışlar, bölgesel ve uluslararası kamuoyunda farkındalığı ve tepkisel tutumu canlı tutma amacını da taşıyor. Bu bağlamda, İsrail’in saldırganlığı ve soykırım uygulamalarına karşı tedbirler geliştirilmesi ve aynı zamanda farkındalık ve tepkisel tutum tesisi çerçevesinde İran özel konuma sahip.
İran, siyasal sistemi ve stratejik kültürü gereği esas aldığı paradigma doğrultusunda, İsrail’e ve İsrail’in bölgedeki stratejisine yönelik olarak varoluşsal bir karşıtlığı esas alırken aynı zamanda Kudüs’ün özgürleştirilmesini ise varlık sebeplerinden ve ülkülerinden bir tanesi olarak benimsiyor. Bu durum İran’ın, 7 Ekim’den itibaren daha aktif ve hatta öncü ve başat bir rol üstlenebilecek olan bir aktör olabileceğine dair ciddi bir beklenti ortaya çıkardı.
Buna karşın İran, Gazze’deki soykırım ve İsrail’in Hizbullah’a yönelik saldırıları bağlamında ortaya koyduğu pasif tutum söz konusu beklentilerin karşılanamadığı ve İran’ın varoluşsal paradigmasına yönelik bağlılığının sorgulandığı bir atmosfer yarattı. Bu sorgulamaya yol açan paradoksal durumun izlerini makro düzeyde İran’ın 2025 vizyonu ve bugünkü mevcut koşullar arasındaki uzaklıkta tespit etmek de mümkün.
İran’ın 2025 Vizyonu ve Ulusal Strateji Belgesi
1979 İslam Devrimi’nden itibaren, esas alınan ve yeni siyasal ve toplumsal sistemin üzerine bina edildiği paradigma doğrultusunda belirli “ulusal hedefler” belirleyen İran, ülke içi ve ülke dışı stratejilerini bu hedeflere uygun biçimde düzenledi. Söz konusu hedefler, İslam Devrimi ilkeleri ve ülkesel güvenlik ve çıkarların sentezlendiği bir yaklaşım ekseninde belirlenirken, İslam Devrimi’nin hemen ardından ülke içinde ve dışında ortaya çıkan gelişmeler de bu hedefleri hem pekiştirmiş hem de şekillendirmiştir. Devrimin hemen ardından başlayan İran-Irak savaşı, Kürt ayaklanması, rejim karşıtı hareketler ve siyasal şiddet, yeni sistemin hedef ve önceliklerinin belirleniminde etkili olmuştur.

Buna göre, İran-Irak savaşı, İran’ın içinde bulunduğu savunma kapasitesindeki yetersizlikleri açığa çıkarmış, ekonomik boyutta ise karşı karşıya kalınan yaptırımlar ile birlikte oldukça zafiyet durumunun derinleştiği bir süreç yaşanmıştır. Bununla birlikte, uluslararası sistem içerisindeki aktörler arasında Batılı güçler tarafından dışlanmaya ve sistem dışına itilmeye dair maruziyet de İran’ın hedef ve önceliklerini etkilemiştir.
Diğer yandan, devrimi ve yeni sistemin inşası müteakip şekilde ortaya çıkan Kürt ayaklanması ve rejim karşıtı şiddet hareketleri de özellikle iç güvenlik ve kamu politikaları bağlamında esas alınacak olan ilkelerin ve kabullerin prototipini ortaya çıkarmıştır. Bu durum bütünsel olarak İran’ın 1980’lı ve 1990’lı yıllar boyunca esas aldığı paradigmanın ve uyguladığı stratejilerin sınırlarını belirlemiştir.
Birbiriyle etkileşim ve eşgüdümlülük arz eden unsurlardan oluşan bu paradigma ve stratejik çerçeveye göre İran askeri kapasitenin imkanlar dahilinde geliştirilmesi; ambargolara rağmen savunma sanayinde yerli üretimin gerçekleştirilmesi, asimetrik kapasite inşasına yoğunlaşılması, caydırıcılığın ülke sınırları dışında inşası ve bu bölgelere taşınmasını ana ilkeleri arasına yerleştirmiştir.
Bununla birlikte, söz konusu hedeflere ulaşımın da mümkün kılınması adına, bilimsel alanda ve teknolojik yatırımlarda ilerleme, ekonomik olarak kendine yetebilen bir yapı oluşturma, ambargolara direnme de başat ilkeler olarak belirlenmiştir. Bu hedefler doğrultusunda müesses nizam tarafından geliştirilen ve uygulanan politikalar 1990’lı yılların son dönemine kadar etkili olmuştur. Fakat, 1990’ların sonuna gelindiğinde, söz konusu paradigmanın, dönemin İran sosyolojisi açısından gelişen ihtiyaç ve talepler karşılık veremediği ve dahası çelişkili bir sosyo-politik durum ortaya çıkardığı görülmeye başlanmıştır.
Bu durum, İran’ın siyasal ve toplumsal sisteminin 2000’li yılların koşullarına uygun bir hale getirilmesinin bir gereklilik halini almasını beraberinde getirmiştir. Bu gerekliliğin karşılanmasına yönelik olarak geliştirilen yaklaşım ise 2003 yılında oluşturulan “2025 Ulusal Vizyon Belgesi”nde somutlaşmış ve karşılık bulmuştur. Söz konusu belge, İran’ın, 2025 yılında, siyasal, toplumsal, ekonomik ve askeri açıdan erişmesi gereken hedefleri sistematize ederek ilgili tüm kurumların stratejik hedef ve planlarını şekillendirmiştir. Bu belgeye göre İran’ın, 2025 yılında, yoksulluk sorununu ortadan kaldırmış olan, sosyal adaleti azami düzeye ulaştıran, sağlık, eğitim, adalet ve sosyal güvenlik hizmetlerinde sorunlarını asgari düzeye indirmiş olan bir ülke konumuna ulaşması hedeflenmektedir.

Bununla birlikte, insan hakları ve toplumsal özgürlüklerin tam anlamıyla korunması ve tesis edilmesi, halk-devlet bağının güçlendirilmesi, velayeti fakihe bağlı, inançlı ve İranlı olmaktan gurur duyan bir vatandaşlık bilincinin geliştirilmesi de bu hedeflere eşlik etmektedir.
Ayrıca, İran’ın 2025 Vizyonu, İran’ın ideolojik anlamda ve stratejik anlatı düzeyinde, bölgede ve uluslararası alanda bir ilham kaynağı olarak toplumları etkileyebilecek bir güce ulaşmasını öngörmektedir. Bununla ilişkili olarak ülkenin, bilim-teknoloji ve özellikle savunma sanayi ve askeri kapasitesinin, caydırıcılığın geliştirilmesi; bu alanlarda İran’ın kendine yeten bir ülke haline gelmesi hedeflenmektedir. Ancak 2025 yılına ve İran yeni yılına kısa bir süre kala söz konusu hedefler arasında hangilerine ne ölçüde ulaşılabildiği tartışmalıdır.
2025 Vizyonu: Hedef-gerçeklik uçurumu
İran’ın 2025 Ulusal Vizyonuna 2024 yılının son aylarından bakıldığında söz konusu vizyon belgesinde yer alan hedefler ile mevcut gerçeklik arasında ciddi bir uzaklık ve hatta karşıtlık bulunduğunu ifade etmek mümkündür. Bugün itibariyle İran, 2025 vizyonu kapsamında öngördüğü pek çok farklı alandaki gelişme hedefine erişememenin ötesinde bu hedeflerle mutlak bir tezat teşkil eden reel koşullarla karşı karşıyadır. Buna göre ilk olarak, 2025 vizyonunda öngörüldüğü üzere, yoksulluk ve ekonomik sorunların ortadan kaldırma hedefine erişilemediği, aksine bu sorunların daha da derinleştiği bir sosyo-ekonomik durum kendisini göstermektedir.

Bununla birlikte, sosyal adalet ve refah bağlamında da içinde bulunulan koşullar daha olumsuz bir noktaya evrilmektedir. Buna ek olarak, hava kirliliği, çölleşme, gıda güvenliği gibi alanlarda yaşanan sorunlar ülkenin farklı bölgelerini azami düzeyde etkilemeye ve toplumsal yaşamı tehdit etmeye devam etmektedir. Bu durum Sistan-Belucistan ve Huzistan bölgeleri başta olmak üzere pek çok farklı bölgede halk hareketlerine neden olabilmektedir.
Diğer yandan, insan hakları ve toplumsal özgürlükler boyutunda da mevcut koşullar ve gerçeklik 2025 vizyonunda öngörülen hedeflerin oldukça uzağındadır. Son yıllarda yaşanan toplumsal hareketlerin en önemli motivasyon kaynaklarından bir tanesi ifade özgürlüğü, insan hakları ihlalleri ve kadın hakları temaları olmuştur. Söz konusu motivasyonlar doğrultusunda ortaya çıkan toplumsal hareketlere yönelik müdahaleler bu ihlallere yenilerini eklemekte ve bu durum bir sarmal ve döngü halini almaktadır. Bu durum toplumsal hareketlerin ve protestoların ülke çağında kronik bir sorun olarak belirmeye başladığına da işaret etmektedir.
Bununla ilişkili olarak 2025 vizyonunda öngörülen halk-devlet bağının güçlendirilmesi, velayeti fakihe bağlı, inançlı ve İranlı olmaktan gurur duyan bir vatandaşlık bilincinin geliştirilmesi hedefine de erişilemediği açık biçimde kendisini göstermektedir. Yapılan farklı araştırmalarda, İran’da bugün itibarıyla mevcut siyasal rejime bağlılık duyan toplumsal kesimin oranı yüzde 30-35 aralığında tespit edilmiştir. Bu durum, İran’daki seçimlere katılım oranlarının düşüklüğünde de karşılık bulmaktadır.
Bununla birlikte özellikle gençler arasında dini inançtan uzaklaşma ve yurt dışına göç eğilimi son derece yoğunlaşmıştır. Bu tablo, İran toplumunun büyük bir kısmı için velayeti fakihe bağlılık ve İran vatandaşlığından onur duyma ideallerinin karşılıksız kaldığını ortaya koymaktadır.
Son olarak 2025 vizyonu kapsamında İran’ın, bilim-teknoloji, savunma sanayi, askeri kapasite ve caydırıcılık ile bölgede ve uluslararası alanda toplumlara ilham kaynağı olma arayışı değerlendirildiğinde, bu hedeflere kısmi biçimde ulaşıldığı görülebilmektedir.
2024 yılı itibarıyla İran’ın özellikle hava gücünde yerleştiği konum, bölgede milis ağları ile sağladığı nüfuz caydırıcılık adına objektif bir etki ortaya çıkarmaktadır. Bununla birlikte, bölgedeki toplumlara ilham kaynağı olma arayışı ise 2017 yılından itibaren yerel halklar nezdinde tepki uyandırmaya başlamış, 7 Ekim 2023 sonrasındaki gelişmeler ise İran’ın bu yönde inşa etmeye çalıştığı imajı zedelemiştir. Bunun sonucunda, sert güç kapasitesini önceleyen ve bu kapasiteyi hem iç güvenlik hem de dış savunmada ön plana çıkaran, rejim güvenliğini önceleyen klasik bir totaliteryen sistem görünümü sunan İran’da, 2025 vizyonunda ön görülen hedeflere ulaşılamaması ve toplumsal hoşnutsuzlukların yoğunlaşması Tahran’ı kaçınılmaz bir dönüşüme sürüklemektedir.
devamını oku daha az oku
arasında terörizm ve terörizmle mücadele, devlet dışı silahlı aktörler, istihbarat çalışmaları ve stratejik iletişim çalışmaları yer almaktadır.