İran’ın 13 Nisan’da İsrail’e yönelik olarak başlattığı “Gerçek Vaad” operasyonu bölgesel gerilimi yükselten yeni bir gelişme oldu. İran tarafından, İsrail’in Şam saldırısının ardından bir “intikam” ve “misilleme” operasyonu olarak başlatılan “Gerçek Vaad”in, planlandığı ve İran’lı resmi yetkililer tarafından da teyit edilen biçimde “sınırlı” ve gerilimi sonlandırıcı bir operasyon olması hedeflenmişti. Fakat, söz konusu operasyon sonrasında İsrail tarafından gelen askeri karşılık hazırlığına ilişkin açıklamalar bu operasyonun bölgesel gerilimi sınırlandırmanın aksine daha da derinleştirdiğini ortaya koydu. Bu durum, “Gerçek Vaad” operasyonunun mevcut ve potansiyel etki ve sonuçlarının bölgesel ve uluslararası düzeyde daha yoğun bir ilgi ile değerlendirilmesine yönelik bir iklimi ortaya çıkardı. 

Bu süreçte, bölgesel aktörler başta olmak üzere, pek çok aktör İran’ın “Gerçek Vaad” operasyonunun etki ve sonuçlarını, askeri, ekonomik ve psikolojik boyutları doğrultusunda değerlendirmeye odaklandı. Elbette bu değerlendirmeler, aktörlerin risk ve tehdit analizleri bağlamında şekillenirken bölgesel güvenliğin seyri en kritik sorunsal olarak görülmekte. Buna karşın, özellikle bölgesel aktörlerin makro düzey analizleri ve değerlendirmelerine yönelik ilgi, söz konusu sürecin en önemli paydaşlarından olan; bu sürecin etki ve sonuçlarından doğrudan etkilenen ve etkilenme potansiyeline sahip olan toplulukların algı ve hissiyatını geri planda bıraktı. Özellikle, İran halkının bu süreçte sahip olduğu tutum ve gösterdiği refleks büyük ölçüde bu değerlendirmelerin gölgesinde kaldı. 

Öfke birikimi ve salınım 

İran halkının, Gerçek Vaad operasyonuna yönelik tutumunu açıklamaya yönelik girişimler, her şeyden önce İran’da mevcut olan toplumsal ayrışmanın izleri ile örülü bir çerçeveyi karşımıza çıkarıyor. Özellikle, 2009 yılı ile derinleşmeye başlayan toplumsal ayrışma, İran’da halkın Gerçek Vaad operasyonuna ve genel olarak İsrail ile yaşanan bölgesel gerilime bakışını ve tutumunu da doğrudan etkiliyor. Buna göre, İran’da müesses nizamı destekleyen muhafazakar kitle ile müesses nizama yönelik daha eleştirel ve muhalif bir siyasal anlayışı benimseyen ve sıklıkla “reformcular” olarak nitelenen kitlenin bu sürece yönelik algı ve tutumları ciddi ölçüde farklılaşıyor. Bu bağlamda ilk olarak muhafazakar toplumsal kesimin Gerçek Vaad operasyonuna yönelik tepki ve tutumuna bakıldığında çok açık bir biçimde bir “gurur ve zafer “algısı ve iklimi kendisini gösteriyor. Nitekim bu durum en somut biçimde, Gerçek Vaad operasyonunun gerçekleştirildiği esnada İran’ın farklı şehirlerinde düzenlenen kutlamalarda ve destek gösterilerinde gözlemlendi.  

Söz konusu kitle açısından Gerçek Vaad operasyonu esasen 2020 yılından beri oluşan bir beklentisel birikimin kontrollü salınımını sağlayan bir süreç oldu. Zira 2020 yılı, Kasım Süleymani suikasti ile, İran’ın karşı karşıya kaldığı tehditlerinin ve güvenlik sorunlarının derinleştiği bir sürecin başlangıcı oldu. Bu süreçte, Kasım Süleymani’nin öldürülmesine ek olarak, ülke içinde pek çok sabotaj saldırısı gerçekleştirilmiş, Muhsin Fahrizade başta olmak üzere pek çok kritik figüre yönelik suikastlerin düzenlenmiş ve Suriye’deki DMO varlığı ciddi biçimde hedef alınmıştı. Bu saldırılar ve bu saldırılara yönelik “yeterli ve etkin” karşılıkların verilememesi İran’daki muhafazakar kitlede ciddi bir öfke birikimi, müesses nizama, iradesine ve güç kapasitesine yönelik ciddi bir güven bunalımını beraberinde getirdi. Söz konusu birikim ve bunalım, 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonunun ardından İran’ın, 40 yıllık resmi anlatısı ile çelişen ve bu anlatının iddialarından uzak bir tutum sergilemesi dolayısıyla en yüksek noktasına ulaştı. Öyle ki, İran müesses nizamının bu süreçte sergilenen tutumu meşrulaştırmak adına ürettiği “stratejik sabır” argümanı da muhafazakar kesim açısından “tatmin edici” olmaktan uzak kaldı. Bu itibarla, Gerçek Vaad operasyonu, İran’daki muhafazakar kitle açısından, yaklaşık 4 yıllık bir öfke birikiminin salındığı ve beklentilerin karşılandığı bir gelişme olarak algılandı. Bu durum söz konusu kitlenin müesses nizama ve müesses nizamın anlatılara yönelik güveni tazelerken, bir “gurur” kaynağı olarak değerlendirildi. 

Güvenlik ikilemi endişesi 

Buna karşılık, İran halkının bir kesimi açısından ise Gerçek Vaad operasyonu ciddi bir “endişe” kaynağı olarak algılandı. İran’da, müesses nizama yönelik muhalif ve eleştirel bir tutuma sahip olan reformcu kitle açısından bu operasyon, potansiyel sonuçları itibariyle İran’ın ulusal güvenliğine daha fazla zarar verebilecek olan bir hamle olarak değerlendirildi. Gerçek Vaad operasyonunun ardından İsrail’den gelen “misilleme” açıklamaları, söz konusu kitlenin endişelerinin temelini oluşturdu. Bununla birlikte bu toplumsal kesim, İran’ın, İsrail’e yönelik “intikam” saldırıları gerçekleştirmesini gerektirecek, buna karşılık İran’ın güvenliğini olası misillemeler ile daha fazla tehlikeye sokacak iklimin bizatihi müesses nizamın irrasyonel politikalarından kaynaklandığına inanmakta. Buna göre İran müesses nizamının, bölgede sergilediği yayılmacı tutum ve devlet dışı silahlı aktörlere yönelik desteği İran açısından bir “güvenlik ikilemi” yaratarak nihai safhada İran’ın ulusal güvenliğine zarar vermekte. Bu politika aynı zamanda İran’ın bölgesel ve uluslararası düzeyde daha fazla izole olmasına yol açan bir anlayış olarak değerlendirilirken, söz konusu kitle bu politikanın ülkenin ekonomik kaynakları üzerindeki etkisini de yoğun biçimde ön plana çıkarıyor. İran’da, çoğunlukla söz konusu reformcu kitlenin ve grupların öncülüğünde gelişen halk hareketleri ve protestoların simgelerinden bir tanesi haline gelen “Ne Gazze Ne Lübnan, Canım İran’a Feda” sloganı, ülkenin ekonomik kaynaklarının İran dışına ve bölgesel nüfuz arayışına kanalize edilmesini, ülkede yaşanan ekonomik sorunların en önemli sebeplerinden bir tanesi olarak gören anlayışı yansıtıyor. Bu bağlamda, reformcu kitle açısından Gerçek Vaad operasyonu da genel olarak bölgesel politika da olduğu gibi, İran’ın, irrasyonel stratejiler sonucunda savrulduğu bir pozisyonun getirisi ve nihai olarak İran’ı İsrail’in saldırılarına daha açık bir hale getirecek olan bir süreç olarak algılanıyor. Tüm bu tutum ve algılar bir kez daha İran’daki toplumsal ayrışmanın izlerini ve yansımaları bir kez daha gösteriyor.