Mekke ve Medine’ye Davetsiz Giren Batılı Seyyahlar, Ajanlar ve Oryantalistler 

Batı dünyasında efsunlu bir coğrafya olarak görülen Mekke ve Medine, Müslümanlar için kutsal mekanlar olmanın yanı sıra seyyahları ve casusları cezbetmiş, tarih boyunca gizemli yolculuklara sahne olmuştur.
Mehmed Mazlum Çelik
Mekke ve Medine’ye Davetsiz Giren Batılı Seyyahlar, Ajanlar ve Oryantalistler 
22 Nisan 2024

Mekke ve Medine şehirleri Kudüs ile beraber Müslümanların en kutsal üç kenti. Mekke’de Kâbe, Medine’de Mescid-i Nebevi ve Kudüs’te Mescid-i Aksa’nın bulunması bu şehirlere manevi bir anlam yüklemektedir. Bu kentlerden Kudüs, ne yazık ki şimdilik, Siyonizm işgali altında. Bereket versin Mekke ve Medine, İslam ile müşerref olduğundan bu yana doğrudan bir gayrimüslim işgaline uğramadı; ama bilhassa Medine’ye yönelik iki ciddi tasallut gerçekleşti.  

Bu tasallutların ikisinin de maksudu, İslam peygamberi Hz. Muhammed’in naşını kaçırmak ve bu haydutlukla İslam âlemine şantaj yapmaktı. İlk teşebbüs yirmi Haçlı askerinin Müslüman Hacı kılığı ile Medine’ye girme planı İslam âleminin güçlü komutanı Nureddin Zengi tarafından engellenmişti. Zengi, peygamberin kabrini güçlendirerek böylesi habis bir niyetin tekerrür etmesini engellemeye çalışacaktı:   

“...Şam Atabeyi Nureddin, Şam’ın hâkimi iken Papa dedikleri dinin düşmanı dinsiz ve lânetlenmiş herif, ruhbanları ile biraraya geldiğinde ‘Muhammed’in yolunu takip edenlerin dinlerini ve devletlerini yaralayalım. Birkaç adamımızı Firavun’un hazinelerinden de fazlasını vaadi ile Medine’ye gönderelim, orada bir eve yerleşsinler. Sonra lâğımlar kazıp Muhammed’in cenazesini çalıp Roma’ya getirsinler’ dedi. Derken, işi yapabilecek yirmi kişi buldular. Bu veled-i zinaların (piçlerin) herbiri bütün lisanları mükemmel şekilde konuşabiliyordu. Papa mel’unu herifleri karşısına aldı, ‘Eğer Muhammed’in cenazesini buraya getirirseniz kılıcınız Arş’a asılır ve Hazreti İsa ile beraber haşrolursunuz; isminiz de tarihe yazılır’ dedi ve adamları Medine’ye gönderdi. Kıyafet değiştirip yola çıktılar ve Mısır üzerinden geçip nurlarla dolu Medine’ye vardılar. Burada ikiye ayrıldılar, içlerinden on kişi harem şeyhini ziyaret ederek hediyeler sundu, şeyh de ‘Safâ geldiniz’ diyerek bunları Harem-i Şerîf’in bir köşesindeki hücreye yerleştirdi. Geri kalan on kişi de Medine’de çöpçülük, hamamcılık ve hammallık yapmaya başladı.    

Papa’nın kâfirleri Medine’de üç sene kaldılar ve Hazreti Muhammed’in mezarına giden uzun bir tünel kazdılar. Türbeye yaklaşmışlardı ki, Hazreti Peygamber o sırada Şam’da bulunan Nureddin’in rüyasına girdi ve ‘Yâ Nureddin! Bu mel’unlar benim kabrimi kazıp cenazemi Kâfiristan’a götürmeye çalışıyorlar’ dedi ve adamları birer birer gösterdikten sonra ‘Yetiş yâ Nureddin! Bu vazife sana verildi. Medine’ye gelmende sırrullah vardır. Gel, mezarımın her tarafını tunçlarla ve Horasan işi kâgir binalar ile çevir. Hizmetinin karşılığında sana şehitlik müyesser olacak, kıyamet günü benim bayrağımın altında olacaksın’ buyurdu. Nureddin geceyarısı uykusundan uyandı, baştan aşağı nûra bürünmüş olduğunu gördü ve sabaha kadar on iki bin deve ve at topladı ve yanına da altı bin asker alarak Şam’a doğru yola çıktı.” (Sadeleştirme: Murat Bardakçı- Papa, Peygamberimizin naaşını çaldırmak için Medine’ye 20 ajan papaz göndermişti)   

İkinci teşebbüs, Portekizli korsanlarca denenmiş; ama İstanbul’un zamanında ve yerinde aldığı tedbirlerle bu bela yeniden savuşturulmuştu.    

Kutsal beldelerin önemi   

Medine hicretin ve peygamberin mescidinin şehri olarak öne çıkmaktadır. Ayrıca Hz. Muhammed’in naşının burada olması sebebiyle Müslümanlar açısından şehir, Hz. Muhammed ile özdeşleşmiştir.   

Bekke Vadisi üzerine inşa edilen Mekke şehri önemini, Hz. Muhammed’ten önce gelen bir başka İslam peygamberi olan, Hz. İbrahim’den almaktadır. Hz. İbrahim’in inşa ettiği Kâbe, İslamiyet’ten sonra da önemini artırarak şehri Müslümanlar açısından vazgeçilmez kılmıştır. Tarihte Emeviler, Abbasiler, Eyyubiler, Memlukler, Osmanlılar ve nihayet Suudi Arabistan idaresi altında bulunan Mekke her devirde gayrimüslimlerin girişine yasaklanmıştır.    

Gayrimüslimlere girişin yasak olması kuralı tarihe “Kâbe Baskını” olarak geçen hadisede dahi değiştirilmemiş ve radikal gruplara müdahale için Fransa’dan getirilen yabancı lejyonlar operasyon öncesi sembolik bir anlam taşısa da şehadet getirtilerek Müslüman yaptırılmıştı.  

Bu katı kural asırlarca uygulanagelmişse de bazı Batılı seyyah ve ajanlar çeşitli yollar bularak Mekke ve Medine’ye girmeyi başarmıştır. Batılılar bu seyahati çoğunlukla hacı kılığında askeri misyonlarla yahut oryantalist bakış açısının bir sonucu olarak Doğu Medeniyetine duydukları derin tecessüsün bir sonucu olarak gerçekleştirmişlerdi.    

Yasağı delen ilk seyyah: Ludovico Di Verthama   

Müslümanların kutsal beldelerine ilk defa sızmayı başaran Seyyah Bolognalı İtalyan Seyyah Ludovico Di Verthama oldu. Verthama’nın son derece sıra dışı bir rotası bulunmaktaydı. İskenderiye’de başladığı yolculuğu Şam’a kadar uzanacaktı. Şam’da bulunduğu süre zarfında Arapça öğrenen seyyah Hacı Yunus el Masri sahte ismiyle Mekke’ye doğru ilerledi.   

Verthama’nın seyahatine başladığı yıllar ile Portekizlilerin Müslüman beldelerine başlattığı saldırılar aynı yıllara denk geliyordu; ama Portekizlilerin Verthama’nın seyahatnamesinden haberdar olduğuna dair bir kanıt mevcut değil. Seyyah ilk defa 1511 yılında yayımlanmışsa da beklenen etkiyi Batı dünyasında gösterememişti. Verthama, tam 29 gün Mekke’de kalmış ve Müslümanların en temel vazifelerinden birisi olan Hac farazisini yakından gözlemlemişti.    

İtalyan Seyyah Vartha, Mekke’nin ardından Cidde Limanı üzerinden önce Hindistan’a ardından da İran topraklarına geçerek Müslümanların yaşadıkları coğrafyanın geniş bir atlasını çıkarmıştı. Bu, Batılı seyyahtan ilk defa şüphelenen Adenli Müslümanlar olmuş ve onu tutuklamıştı; ama Portekizli olmadığını anlayınca salıvermişlerdi. Verthama’nın seyahatnamesi kendisinden sonra Mekke ve Medine’ye sızmaya çalışacak Batılılar için ilham kaynağı olacaktı.  

Tehlikeli bir seyyah: Domingo Badia   

Ali Bey el Abbasi sahte ismiyle kutsal topraklara sızmayı başaran Domingo Badia son derece tehlikeli bir seyyahtı; çünkü seyyahların ne denli nitelikli bir ajan olabileceğini gösteren ilk kişiydi. İspanya’da dünyaya gelen Badia, İspanyol hükümetinin resmi talep ve desteği ile Doğu âlemine doğru uzun bir yolculuk başlattı. Yaklaşık 2 yıl boyunca Fas’ta Arapça eğitimi ve İslam eğitimi aldı.   

Nam-ı diğer Ali Bey’in rotası Mısır’dan başlayarak Filistin’e ve Anadolu’ya kadar uzanıyordu ve tabi ki kutsal beldelere başarılı şekilde sızma girişimi bu yolculuğun önemli hedeflerinden birisiydi.    

Ali Bey’in 1803-1807 yılları arasında gerçekleştirdiği bu seyahat Kahire-Şam-İstanbul hattındaki Müslümanların adeta politik envanterini çıkartıyordu. Badia; gezdiği yerlerin ekonomik, politik, coğrafi ve siyasi yönlerini dikkatle incelerken stratejik limanların ve bölgeyi işgal için hazırlayacak bazı coğrafi özellikleri eserinde dikkatle ele almıştı.    

Ali Bey’in çalışmalarını yakından takip eden isim Fransa’nın ihtiraslı diktatörü Napolyon Bonapart olacaktı. İspanyol seyyah ile yakın ilişkiler içerisinde olan Bonapart, İspanya’yı işgal ettiğinde onu valilik makamına kadar yükseltecekti. Napolyon’un kendisine bu denli iltifat etmesi tesadüf değildi. İhtiraslı diktatörün Mısır’dan başlayarak Filistin içlerine doğru ilerleyen işgal rotası ile Ali Bey’in seyahat rotasının büyük oranda örtüşmesi şüphesiz tesadüften ibaret değildi. Soyunu Abbasi hanedanlığına kadar dayandıran ve Arap toplumu içerisinde itibar gören Ali Bey’in 1818 yılında Halep’te bir suikasta kurban gitmiş olması da bir muammadır. Üstelik kendisini zehirleyen kişinin bir İngiliz seyyah olması akıllardaki soru işaretlerini artıran vaziyet olarak karşımıza çıkmaktadır.     

İngilizler Sahada: Sir Richard Burton’un macerası   

Sir Richard Burton’u biz çoğunlukla Binbir Gece Masalları’nı Batı’ya tanıtan kişi olarak tanıyoruz. Dönemin kudretli Kraliçesi Victoria, Burton’a yalnızca bir kitabı çevirdi diye Sir unvanı vermemişti. Burton’ın çalışmaları asıl meyvesini Ortadoğu’yu işgal için Oxford Üniversitesinde İngiliz istihbarat elemanı akademisyen David George Hogarth’ın kurduğu Şarkiyat Çalışmaları Kürsüsüne ilham olacaktı. Hogarth aynı zamanda Ashmolean Müzesi Müdürü olması bu çalışmaların arkeoloji üzerine yoğunlaştırılacağının kanıtı gibidir. Bu kürsünün en bilinen öğrencileri ise Gertrude Bell ve T. Lawrence gibi casuslardır.  

Burton uzun yıllar Hindistan’da Müslümanları yakından gözlemlemiş ve 7 yıl boyunca Arapça üzerine çalışma yapmıştı. Elbette yalnızca dil değil, İslam teolojisini neredeyse ortalama bir İslam âlimi ile tartışabilecek kadar öğrendi ve Müslümanların gündelik alışkanlıkları hakkında geniş bir bilgi birikimine sahipti. Nihayet 1853 yılında Mekke’ye girdiğinde kimse ondan en ufak bir şüphe duymamıştı.    

Tam adıyla Sir Richard Burton el-Hac Abdulvahid, kendisini rolüne öylesine kaptırmıştı ki etrafında kimse olmadığı zamanlarda dahi vakit namazlarını aksatmıyor ve dinleyenlerin kulağının pasını silen bir tilavetle Kur’an-ı Kerim okuyordu. Burton, Afrika içlerine kadar da gidip daha önce hiçbir Batılının görmediği Müslüman kabilelerle tanışıp onların coğrafyaları hakkında İngiliz istihbaratı için çok önemli bilgiler elde ediyordu. Burton ömrünün sonlarında dini anlamda çok bocalamış, İslamiyet’e geçmeyi başaramamışsa da Hıristiyanlıktan ayrılarak 1890 yılında ateist olarak ölmüştü. Ömrünün sonuna kadar Burton’ın hala Kur’an okuyup namaz kıldığı iddia edilse de Müslüman olarak ölmediği bilinen bir gerçekti, Burton yalnızca son nefesini verene kadar rolünden vazgeçememişti.   

İsveçli bir casus John Lewis Bruchardt  

John Lewis Bruchardt aslen İsveçliydi; ama İngiliz vatandaşlığına geçtikten sonra casusluk faaliyetline yönelmişti. Cambridge Üniversitesi’nin şarkiyat araştırmaları bölümünde akademik çalışmalar yürütüyor görünse de o da İngiliz istihbaratının önemli elemanlarından birisiydi.   

Burton’dan önce ilk kez sahaya çıkan Lewis’in teorik çalışmalarını doğrudan İngiltere’de yapması açısından diğer İngiliz casuslardan ayrılmaktadır. Dil ve din üzerine yaptığı çalışmaları tamamladıktan sonra yaklaşık iki sene Suriye’de yaşayan Lewis 1814 senesinde Mekke’ye girmeyi başarmıştır. Bu Doğu toplumlarının kalbine İngilizlerin yaptığı ilk başarılı seyahatti.  

Elbette Batılılar Mekke’ye yalnızca marazi duygularla geçmemişti. 19. yüzyılın sonlarında Batı akademiyasını kasıp kavuran oryantalizm rüzgârıyla Müslüman olmuş çok değerli seyyahlar da vardı. Bunlardan birisi de Hollandalı Christian Snouck Hurganje idi. Seyyah Hurganje bir Müslüman olarak Mekke’yi gezmiş ve yaptığı çalışmalarla İslamiyet’in Batı camiasında müspet bir şekilde yayılıp anlaşılmasına katkı sağladı. 

Batı dünyası Doğu’yu mütemadiyen keşfedilmeyi bekleyen efsunlu bir coğrafya olarak görmüştü. İslam âleminin kalbi Mekke ve Medine’nin yasaklı şehirler olması münasebetiyle seyyahlara, casuslara ve oryantalist kâşiflere son derece cazibedar ve efsunlu geldiği su götürmez bir hakikat olarak karşımıza çıkıyor.   

Popüler Haberler
 İsrail, Mısır ile Arasındaki Barış Anlaşmasını İhlal Etti

İsrail'in Mısır ile imzaladığı barış anlaşmasını ihlal ederek Gazze'deki Refah Sınır Kapısı'nı ele geçirmesi, bölgesel gerilimi tırmandırdı. Mısır, İsrail'in bu hareketini kınayarak, iki ülke arasındaki gerilimin artışına ve bölgesel…

İletişim Başkanlığı ve AA, Cezayirli Gazetecilere Yönelik Eğitim Programı Başlattı

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı ve Anadolu Ajansı iş birliğiyle Cezayirli gazetecilere yönelik 3 günlük "Gazetecilik Eğitim Programı" düzenleniyor.

Katar Devlet Bakanı Al Khater ile Türk Bakan Yardımcıları Mersin’de Buluştu

İçişleri Bakan Yardımcısı Münir Karaloğlu ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Yasin Ekrem Serim, Katar Dışişleri Bakanlığında Uluslararası İşbirliğinden Sorumlu Devlet Bakanı Lolwah Rashid Al Khater ile Mersin'de bir araya geldi.

Çad’daki Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Gerçek Bir Demokrasi mi, Yoksa Formalite mi?

Çadlılar, siyasi değişim ve gerilimlerin gölgesinde sandık başına gitti. Darbe sonrası gerçekleşen ilk seçim, uluslararası çatışmaların ve iç siyasi rekabetin kesişmesiyle dikkat çekiyor.

Türkiye'nin Gazze Stratejisi Nasıl Şekilleniyor

Türkiye, İsrail'in Gazze'deki şiddet politikasına karşı güçlü bir diplomasi ve ticari ambargo ile karşılık veriyor. Hamas'ı terör örgütü olarak değil, ulusal kurtuluş hareketi olarak tanımlayarak farklı bir yaklaşım sergiliyor.