Tarihler 9 Nisan 1948’i gösteriyordu. Ve o gün, Kudüs yakınlarındaki Deyr Yasin Köyü’nde, İsrail’in kuruluşundan önce gerçekleşecek son büyük katliam yaşanacaktı. Tanıklar, köy halkının gece bir anda duyulan “hemen köyü terk edin” anonsuyla uykularından uyandığını anlatıyor. Bu katliamın da yöneticisi İrgun gibi çetelerin yaptığı ilk katliam değil elbette. Hepsini bir yazıya sığdırmak mümkün değil ancak önceki senelerde Kudüs’te, Hayfa’da, Yafa’da ya da Celile’de yapılan onlarca katliam var. Ve İsrail, bu katliamlarla kurulan bir devlet zaten. 

Deyr Yasin Köyü’nde de benzerine az rastlanır bir vahşete şahit olunuyor o gün. Kaçmaya çalışanlar sırtından vuruluyor, ki kadın ve çocukların dahi sırtından vurulduğunu 7 Ekim’den bu yana Gazze’de de defalarca gördüğümüz için Siyonist’lerin huyu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Erkekler kurşuna diziliyor, hamile kadınların karnı deşiliyor ve cesetleri kuyuya atılıyor. Ve köyün üzerine birkaç saat içerisinde büyük bir ölüm sessizliği çöküyor. 250’den fazla Filistinli sivil hayatını kaybediyor çünkü. 

Bu ay Deyr Yasin Katliamı’nın 76. yıldönümü. Gazze’de hâlâ büyük bir soykırım sürerken, Deyr Yasin’de katledilen Filistinli masumları da hatırlıyoruz. Filistin’de bir gün olsun unutulmadılar zaten. Filistin kimliğinin sahip olduğu en derin acılardan birisi Deyr Yasin katliamına tanıklık edenlerden hâlâ hayatta olanlar var. Bu tanıklarından biri Muhammed Rıdvan. Köyde şehit edilenlerin isimlerinden oluşan bir liste taşıyormuş yanında daima. Üstelik bunlar, bizim bildiklerimiz sadece. 

Edebi ve kültürel siyonizm üzerinden yeni bir tarih yazımı 

Deyr Yasin’in acıları 76 sene sonra bile tazeyken, bugün daha yüksek sesle konuşmamız gereken önemli bir nokta var. Bu da Siyonizm’in sadece siyasi bir muhtevaya sahip olmadığı, aksine mücadele etmemiz gereken ve hatta siyasi Siyonizm’den de daha erken ortaya çıkan kültürel Siyonizm, edebi Siyonizm gibi farklı biçimlere sahip olduğu. Siyasi Siyonizm’in işini kolaylaştıran ve tek bir amaca hizmet eden devasa bir mekanizma var karşımızda.  Ve bunun pek çok da aktörü var elbette. 

1920 senesinde Filistin’e gelen Richard Kauffmann isimli Alman Yahudisi bir mimar var örneğin. Gelir gelmez, Siyonist hareket tarafından kurulan Filistin Arazi Geliştirme Şirketi'nin başmimarı olarak çalışmaya başlayan Richard Kauffmann, neredeyse tek başına bütün yerleşim alanlarının ve mahallelerin mimari planlarını tasarlamış ve uygulamaya koymuş. Kendisini bu göreve davet eden ise, çok daha erken dönemde yani 1907’de Filistin topraklarına taşınan meşhur sosyolog Arthur Ruppin’den başkası değil. Geldiği andan itibaren bölgedeki Yahudi göçünün organizatörlerinden olan Ruppin için Richard Kauffmann’ın mimari dehası bulunmaz bir nimet çünkü.  Arthur Ruppin, 1926 senesinde Kudüs İbrani Üniversitesi’nin Sosyoloji Bölümü’nü kurarken, Richard Kauffmann ise 1927 senesinde İngiliz mandasının şehir planlama komitesine atanıyor ve  Filistin’in her yerinde, Siyonistler için mimari tasarımlar yapmaya devam ediyor. Tıpkı İsrail’in kurulduğunu göremeden ölen modern İbranice’nin kurucusu Eliezer ben Yehuda gibi o mekanizmanın kültürel Siyonizm tarafında yer alan birer parçası onlar da. Ve siyasi Siyonizm’in meşhur “Topraksız bir halk, halksız bir toprak” sözünün muazzam bir uygulayıcısılar.  

İsrail’in henüz kendine bir devlet kurmadan önce üniversitelerini inşa etmesi de, hedeflerine ulaşmaları için akademiyi yani kültürü ve böyle kültürel figürler çıkarmayı ne kadar önemsediklerinin bir göstergesi zaten. 1918 senesinde kurulan İbrani Üniversitesi gibi üniversitelerin, Filistin halkının topraklarını işgal etmelerini meşru hale getirecek uydurma bir Siyonist tarih yazma konusunda da çok merkezi bir rolü var.  İsrail’in ilk devlet başkanı Chaim Weizmann’ın bu üniversitenin açılması için gösterdiği büyük ısrarı unutmamak gerekiyor.  

Peki Eliezer Tauber ne yapmaya çalıştı?  

Yahudi profesör Eliezer Tauber, daha çok Arap milliyetçi hareketlerin ortaya çıkışı ve modern Arap devletlerin oluşumuyla ilgili kitaplarıyla tanınan bir isim. Hatta bu konularda yapılan çalışmalarda sık sık referans da gösteriliyor. Yani mesela Arap milliyetçiliği çalışan bir doktora öğrencisinin karşısına çıkacak ilk isimlerden birisi. Ve kendisi aynı zamanda Bar-Ilan Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Bölümü'nün de kurucusu. 

Eliezer Tauber’i daha dikkat çekici kılan ise Deir Yasin Katliamı üzerine yazdığı “  Deir Yassin; The Massacre That Never Was” isimli kitap. Kitabı, 2017 senesinde önce İbranice olarak yayınlamış, ardından 2021’de İngilizce olarak da basılmış. Tauber, kitabında isminden de anlaşılabileceği gibi Deir Yasin Katliamı’nın asla olmadığını ve bu Filistin mitinin arkasında başka şeyler olduğunu iddia ediyor. Anlatımına göre Deir Yasin sivil bir köy değilmiş ve Filistinli direnişçilerin silah depoladıkları yerlerden birisiymiş. Köylüler de silahlıymışlar. Filistinliler de silahlıysa, neden Siyonist çetelerden kimsenin burnu bile kanamadı?, sorusunu bir kenara bırakalım şimdilik ve Tauber’in anlatımlarına devam edelim. Tauber, katliamın Siyonizm karşıtlığının itici güçlerinden birisi olduğunu söylerken, kadınlara ya da çocuklara yönelik söylenildiği gibi bir vahşet olmadığını ekliyor. 

Bu iddiayı çürütebilecek pek çok kaynağa sahibiz. Örneğin bizim için en temel ve güvenilir kaynaklardan birisi olan Kudüs Müftüsü Hacı Emin el Hüseyni’nin hatıratına baktığımız zaman, bu konuda aynen şunları söylediğini görüyoruz; Yahudiler Deyr Yasin, Nasıruddin, Havvasa, ‘Aylût, Sukrîr, ed-Devayime ve sair zayıf Arap köylerine karşı uyguladıkları muazzam katliamları İngilizlerin gözleri önünde ve bilgileri dâhilinde gerçekleştirdiler. Hatırlatmak ve kaydetmek gerekir ki bu vahşi büyük katliamlar, aşırı mutaassıp ve nefrete sahip kimlikleriyle maruf çok sayıda “Agodat Israel” dinî cemaatine mensup Yahudi din adamı ve hahamların da içinde bulunduğu Irgun, Stern gibi terör çeteleri tarafından gerçekleştirildi. Çocukları, kadınları ve yaşlıları acımasızca katlediyor, gebe kadınların karınlarını deşiyorlardı. 

Eliezer Tauber’in temel tezi bunun bir katliam değil karşılıklı bir çatışma olduğu ancak Filistinli liderler tarafından katliam olarak yansıtıldığı. Böyle yapmaktaki amaçlarının ise Filistin halkını paniğe sevk ederek, topraklarından kaçmalarını sağlamak olduğunu söylüyor. Bunun Arap Yüksek Komitesi tarafından tertip edilmiş bir şey olduğunu öne sürüyor. Ve Arap Yüksek Komitesi üyesi  Hüseyin Fahri el-Halidi’yi işaret ediyor. Hüseyin Fahri el-Halidi, 1934-1937 seneleri arasında Kudüs Belediye Başkanlığı da yapan ve Seyşeller’e sürgün edilen önemli Filistinli liderlerden birisi. Filistin çalışan herkesin mutlaka tanıdığı kıymetli profesör Raşid El-Halidi’nin de amcası aynı zamanda. Tauber’in iddiasına göre el-Halidi, Deir Yasin Katliamı’nda öldürüldüklerini iddia ettiği Filistinliler’e ait bazı parçalanmış bedenlerin fotoğrafların Filistin gazetesinde yayınlanmasını talimat vererek, bu miti başlatanlardan olmuş.  Fahri el-Halidi bunu tertip etmiş, Hacı Emin el Hüseyni de yalan söylemiş o halde. Ülkemizde daha çok tefsiri ile tanınan Filistinli büyük dava insanı Muhammed İzzet Derveze de aynı görüşte üstelik. Tanıklar var, onlar da doğruyu söylemiyor o halde. Vatanlarını savunmaktan başka hiçbir derdi olmayan bu kadar insan bir araya gelerek böyle birşey uydurmuş yani. Karşılarında çok masum ve asla katliam falan yapmayan, bir kişinin bile kılına zarar bir topluluk var çünkü.   

Ancak tamamen deli saçması olarak adlandırabileceğimiz Tauber’in bu görüşlerini ciddiye alan pek çok insan var maalesef bugün. Biraz araştırma yaptığımda kitaptan övgüyle bahseden görüşlere rastladım ne yazık ki. Aslında yapılmak istenen öylesine açık ki. 100 seneden beri süren Siyonist tarih yazımının bir parçası bu da. Siyonizm’in akademi üzerinden sürdürdüğü psikolojik savaş yöntemlerinden birisi sadece.  Eğer Filistin’i savunmak istiyorsak, mücadele etmemiz gereken en büyük cephelerden birisi de bu cephe o nedenle. Filistin davasına katkı sağlamak için bu cephede büyük bir istikrarla çalışmamız gerektiği açık. 3-5 sene sonra birinin daha çıkarak Gaza; The Massacre That Never Was diye kitap yazmasını istemiyorsak, artık onlardan daha çok çalışmamız gerektiği çok açık.