Frantz Fanon özgürleşmenin faili olarak sömürge köylüsünü işaret eder ve karanlık, “gerici” güçlerin devrimin esas diyalektiğini oluşturabileceğini dile getirir. Fransız Devrimi de böyle olumsuz bir kudretin sonucunda ortaya çıkar ona göre. Kendilerini insan yapmak için Avrupa'nın yarattığı “köleler, ucubeler” “insanlığın striptizini” denetimsiz bir saldırganlıkla gerçekleştirirler. Fanon, Gandi’nin edilgin yaklaşımını pek ciddiye almaz. Ona göre bütün beyaz değerler altında “kanla lekelenmiş” izler bulunur ve merhamet bundan kurtulmanın yolu değildir. Böyle bir yaklaşım “lekelenen” sömürge halklarının içinde bir hınç birikimine yol açar. “Ön lobları tembel” bırakılan zenci beyninin derinliklerinde şiddetin içe dönmesine, birikmesine ve nihayetinde denetimsiz çıkış yolları arayışına sebep olur. Sartre, Fanon’un bilinçdışı tarafları olan bu şiddet vurgusunu biraz “saptırır” ve gerçek manasıyla algılar. “Öldürme isteğini” kolektif şuurun parçası sayar ve şöyle devam eder: “Bir Avrupalıyı öldürmek bir taşla iki kuş vurmak, tek bir atışla hem ezeni hem de ezileni yok etmektir. Geriye bir ölü ve bir özgür insan kalır.” (2013: 8) Sartre “bu yeni şiddeti nihayet serbest bırakacaksınız” diye seslenir. Oysa Fanon için bu cümleler çok doğrudan bir çağrıdır. O bu şiddetin, tedhişin sürekliliğinde fayda görmez. 

Karanlık ve kusurlu 

Fanon, Jung’un psikolojisine göndermeyle sömürgeci Beyaz’ın içinde ne kadar derinlere veya karanlığa inersek, orada siyahın bir arketip, bir gölge olarak beklediğini yazar (2020: 148). “Zenci” orada uyur halde onu bekler. Beyaz benliğini terk ettikçe bu “kötücül” karanlıkla karşılaşır: “Her ben’in özünde var olan kötü içgüdülerin, karanlığın, her Beyaz’ın içinde uyuyan uygarlaşmamış yabanılın, zencinin ifadesine” rastlar. Beyazların kolektif bilinçdışında böyle müşterek bir arketip olarak kara(n)lık bulunur. Fanon’a göre Jung bilinçdışını biraz doğrudan bir sahneye, adeta genetik, tabii, doğal bir zemine yerleştirir der ve arkasından kusursuz bir kehanette bulunur: “İsrail'e yerleşen Yahudilerin yüzyıldan kısa bir süre içinde 1945'te kovuldukları ülkelerinden farklı bir kolektif bilinçdışı yaratacaklarını” öngörür. Siyahın yerini Filistinlinin alması an meselesidir. Siyahın onun için “zifiri karanlığı” Filistinli ile değişir. 

Fanon’a göre Jung, uzun erimli içgüdüyle, daha kısa zamanlarda yaratılıp bozulan alışkanlığı karıştırır. Kendi karanlığını, kötü tarafını temsil eden o kusurlu varlığı hemen yakın çevresinde arayıp bulmakta zorlanmaz. Arketipik olan belli bir nesne olmaktan çok başkasıyla ilişkisidir. Aşağıda olanı temsil eden zenci veya Yahudi olmazsa bu sefer de Arap veya Filistinli olur. Bilinçdışını “siyahla renklendirmenin” bir yolunu bulur. Başka biri coğrafyada bu karanlık “gevrek, koyu tenli” insanlara “fellah” denir sözgelimi. Kolektif bilinçdışı boş kalmasın diye o fellah fellik fellik aranır. Fellah da o toprağın zencisidir. Sadece bir halkın ismi olmaktan çıkarak aşağılayıcı bir ifade olur. Hatta hafif bir sapmayla Ermenilere “fıleh” diyen topluluklara da rastlanır. Yani adından, tabiiyetinden bağımsızlaşırlar. Hatta belli yerlerde oranın çiftçilerine topluca fellah denilebilir. Yabancı romanında Kuzey Afrika’dan Fransa'ya göç edenlere Camus topluca böyle seslenir. Çiftçi demek olan bir sözcük türlü kusur ifadeleri şeklinde kullanılır. 

Yine de Fanon için sömürgeci bilinçdışının derinliklerine doğru yol aldıkça gerçekleşen bu kararma daha çok Avrupa insanına ait bir durumdur. Özellikle psikanaliz bilinçdışını ahlak dışı dürtülerin sahası yapmasından bu sonuca varır. En derinde “kapkara bir katmana” ulaşırız. Burasını cisimleştirmek için karanlık varlıklara gönderme yaparız. Sömürgeci için zencinin “işlevi” biraz da budur; “aşağılık duyguları, kötülük eğilimlerini, ruhun karanlık tarafını temsil etmektir.” (2020: 151) Hatta siyah da aynı müşterek şuuraltından pay alır; onun için de kötülük bir başka zencide beden kazanır. Fanon bu nedenle ihtiyatlı olmaya çağırır siyahı; içindeki siyahla buluşmak, barışmak tam da kendini inkâr etmek, yanlış anlamak da demek olabilir. Siyahlık bilinci veya bilinçdışı eğitilmiş bir benliğin parçasıdır. Siyahın özgürleşmesi bu sebeple çetrefil bir gayretin sonucudur. Hem içindeki beyazla hem de siyahla çatışması gerekir.  

Psikanalizin içerikleri Fanon’a biçim olarak ilham verse de diğer yandan mahsurlu içerikler sunar. Öyle ki Siyah içindeki siyahla çatışırsa daha da siyah olarak oradan ayrılabilir: “İçimdeki siyah olan şeylerden, demek ki bütün varlığımdan kuşku duyuyorum.” (2020: 151) Siyah’ın diyalektiği iki koşut güzergah izler. Siyah ve Beyaz olanın diğer tarafta durduğu bu dinamik sonucunda ne siyah ne de beyaz bir varlığın esenliğinden söz edebiliriz. Fanon’a göre Aimé Césaire bu uyumu başarabilmiş görünür. Kendisini Siyah veya Beyaz’la karşılaştırmadan, yarıştırmadan oradan farklı bir terkiple çıkar. Ama onun bireysel bilinçten bilinçdışına yol alması ezbere uygulanabilecek bir kalıp sunmaz; tümüyle kendine özgü bir yol izler. Teninin rengine bakarak nitelemenin zor olduğu bir varlık yüzeye çıkar ve sonunda zenci ve Beyaz’ın “olmadığı” sonucuna ulaşır. İki tür “yabancılaşmadan” da uzak durur. “Kendi köleliğinin kölesi” olmaz öncelikle. Ne bir telafi ister ne de hınçla geriye bakar. “Ben zenciyim ve tonlarca zincir, dayak kasırgaları, tükürük ırmakları çağlıyor omuzlarımda. Ama saplanıp kalmaya hakkım yok. Varoluşumda en ufak varlık parçasını kabullenmeye hakkım yok. Geçmişin belirlenimlerine yapışıp kalmaya hakkım yok.” (2020: 182) Bu varoluş çabası, ben ve onun karşılaşmasından beliren bir “senin dünyasını kurmak” içindir. 

Tepki ve eylem 

Fanon’un varoluşçu özgürleşme önerisinde Siyah ve Beyaz’ın “tanınmasına” ihtiyaç duymayan bir “olumluluk” esastır. “Zenci ile Beyaz” arasında “sahici bir iletişim” için geçmişten gelen ve hınç yaratan uğultuların yerine “olumlu sesi” izlemek gerekir. Bu ses şiddete de çağırabilir. Olumluluğu kaynağının bir çeşit kusurla, noksanlıkla belirlenmemiş olmasındandır. Siyah, böyle bir “geriye dönüşte” ne siyah ne de beyaz bir başkasıdır. Bir çeşit kimlik siyasetiyle kendi siyahlığını canlandırmaya çalışmaz. Çünkü onun siyahlığı veya beyazlığı iki farklı “esaret” teklif eder ona. Özgürlüğünü, varoluşunu kazanma çabası tepkisel değildir. Şiddetinin nedeni olumlu bir güce yaslanır, bir hınç duygusuyla temellenmez. Tepkisel değil de “eylemsel” kalır. Tepki her zaman “efendinin salgıladığı değerlerle” bağ kurar; yok etmek istediğini yeniden tesis eder. Hınç efendinin kölenin bilinciyle “alay etmesinin” bir başka biçimidir. Eylem ise kendi değerlerini yaratır, yaşam biçimleri değil de yaşamlar arasında bir başkasına geçmenin yollarını gösterir. 

Zencinin de efendi olmaya özlem duymasını değil, bir üçüncü yaşama yönelmesi eylem yoluyla gerçekleşir. “Zencinin haysiyeti” kendi değerlerini yaratan “arzulu” eylemle mümkündür. Üstelik bazen yaşamını tehlikeye atarak özgürlüğü aramaya yönelik bu eylem, tepki gibi, hınç döngüsüne kapılmaz, beni tekrar “kendime döndüren” dairenin dışına çıkmayı sağlar. Kendine değil de başkasına yönelir ve arzusuna karşılık bulmayı, tanınmayı arar. Diğer türlü “kendinin vantuzlarına” yapışan, aşağılık duygusunun, hıncın olumsuz ilkesini terk edemez. Kusur ona değil ortamla ilişkide aranmalıdır. Aşağıda olmanın çaresi üste çıkmak, efendi olmak değildir. Çünkü her ikisi de aynı diyalektikle “zehirlenir”. 

Kaynakça 

Fanon, Frantz (2020). Siyah Deri Beyaz Maskeler, çev. Orçun Türkay, İstanbul: Metis.  

Fanon, Frantz (2013). Yeryüzünün Lanetlileri, çev. Şen Süer, İstanbul: Versus. 

Fanon, Frantz (2016). Yabancılaşma ve Özgürlük Üzerine, çev. Kahraman Çayırlı, İstanbul: Sel.