4 Nisan'da İran, İsrail'e benzeri görülmemiş bir saldırı başlattı ve bu saldırıda 170 dron, 30'dan fazla seyir füzesi ve 120'den fazla balistik füze içeren geniş bir mühimmat kullandı. Bu saldırı, İsrail'in 1 Nisan'da İran’ın Suriye'deki Şam konsolosluğunun ek binasında, Hassan Mahdawi olarak da bilinen, İranlı General Mohammad Reza Zahedi'yi öldürdüğü hava saldırısına doğrudan bir misilleme olarak gerçekleştirildi. Tarihsel olarak, İran'ın İsrail'e yönelik tepkileri nispeten sınırlı kalmıştır. Ancak bu sefer İran, iç baskıların da neden olabileceği kayda alınarak, tarihsel bu yaklaşımı bozdu ve insansız hava araçlarını kullanarak İsrail’e doğrudan yanıt verdi. Tarihsel süreçle karşılaştırıldığında değişiklik gösteren bu durum farklı açılardan dikkatleri üzerine çekti. 

İran tarafından gerçekleştirilen bu saldırı sadece Orta Doğu’daki istikrarsızlığı ve İran-İsrail gerilimlerinde yükselen tansiyonu işaret etmekle kalmamış, aynı zamanda günümüzün modern savaşlarındaki insansız hava araçlarının artan önemini de sergilemiştir. Saldırı, özellikle kamikaze dronu Şahid-131 ve Şahid-136 gibi dronların sadece kabiliyetlerini değil, aynı zamanda bu teknolojinin sınırlarını da gün yüzüne çıkarmıştır. İran’ın 4 Nisan saldırısında kullanılan dronların büyük çoğunluğu İsrail ve müttefiklerinin sofistike hava savunma sistemleri tarafından engellendi. Ancak gerçekleşen bu olay, gelişen insansız hava araçları savaşının dinamiklerini sergilemiş ve nicel özelliklerin sofistike teknolojiler kadar stratejik hesaplamaları etkileyebildiğini göstermiştir. Ancak bu saldırı, bir diğer yanıyla, dronların askeri bir araç olarak kullanılabileceği yanı sıra politik bir araç olarak da kullanılabileceğini bize göstermiştir.  

İran'ın insansız hava aracı kullanımındaki evrimi 

İran'ın insansız hava araçlarına olan ilgisi, İran-Irak Savaşı döneminde başlamış ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri tarafından uygulanan uluslararası yaptırımlara karşı geliştirilmiştir. İran, gelişmiş Batı teknolojilerine erişimi engellendikten sonra, asimetrik savaş stratejisi olarak kendi insansız hava aracı yeteneklerini geliştirmeye odaklanmıştır. Bu değişim, İran'ın bölgesel güç dinamiklerini yeniden şekillendirmek amacıyla geleneksel askeri eksikliklerini dengelemeye dönük düşük maliyetli ama bir o kadar etkili olan insansız sistemleri kullanma stratejisini şekillendirmiştir. 

İran'ın insansız hava aracı teknolojisindeki dönüm noktası, Afganistan sınırında bir Amerikan menşeili Lockheed Martin RQ-170 Sentinel dronunu etkili sinyal bozma tekniklerini kullanarak ele geçirmeyi başarmasıdır. Bu dronun tersine mühendislikle incelenerek İran'ın kendi insansız hava araçlarını geliştirmesine yardımcı olduğu belirtilmektedir.  

İran’ın insansız hava aracı kullanımı bağlamındaki önemli kilometre taşlarından biri ise, iddialara göre, iki Suudi petrol tesisinin İran’dan havalanan Şahid-131 dronları tarafından vurulması olmuştur. Her ne kadar Husi hareketi saldırı sorumluluğunu üstlenmiş olsa da Suudi Arabistan saldırıdan İran'ı sorumlu tutmuştur. Bu olay, küresel petrol arzının %5'ini etkileyerek İran'ın insansız hava aracı yeteneklerinde büyük bir gelişme olarak kaydedilmiştir. Temmuz 2021'de aynı model dron, İsrailli bir petrol tankerine yapılan ve iki kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırıda kullanılmış ve İran'ın artan insansız hava aracı yetkinliğini daha da pekiştirmiştir. 

Ukrayna savası sırasında, İran’ın Rusya’ya Muhacir-6 ve Şahid serisi dron teslimatlarıyla destek verdiği iddia edilmiş ve İran'ın insansız hava aracı faaliyetleri uluslararası alanda daha fazla dikkat çekmeye başlamıştır. Ancak son zamanlarda İran, Orta Doğu bölgesinde kullandığı dronlar ile tekrar anılmaya başlanmıştır. Özellikle, bölgedeki son saldırılar devamlı hale gelmiş ve 7 Ekim 2023’ten bu yana ABD üstlerine yönelik tahmini 165 saldırı gerçekleştirilmiştir. Bu saldırılardan en önemlisi 28 Ocak 2024'te Ürdün'deki Amerikan “Tower 22” askeri üssüne gerçekleştirilen ve üç Amerikan askerinin ölümüne ve kırktan fazla kişinin yaralanmasına neden olan saldırı olmuştur. 

Şu anda Şahit-131 ve Şahit-136 modelleri, İran'ın en tanınmış ve sık kullanılan dronları arasındadır. ABD veya Türkiye'nin dronları kadar sofistike olmasalar da stratejik kullanımları defalarca kanıtlanmıştır. Muadillerine kıyasla daha ekonomik olan bu dronların kullanımı; hedeflerin başarıyla etkisiz kılınması ve düşmanın savunma için büyük ölçekli kaynaklar harcamasını zorunlu kılmasıyla çift amaçlı bir hizmet sunmaktadır. Her bir Şahid-131 ve Şahid-136 dronunun tahmini maliyeti 190.000 ile 375.000 dolar arasında değişirken, hedeflerin savunma maliyetleri milyonlarca dolara mal olmaktadır. 

İnsansız hava araçları teknolojisinin devletler ve devlet dışı aktörler arasında yaygınlaşması 

Yukarıda belirtildiği gibi, özellikle Rusya'nın İran dronlarını satın almasının ardından, İran'ın insansız hava araçları teknolojisindeki etkisi sınırlarının ötesine önemli ölçüde genişlemiştir. Bahsi geçen bu dronlar artık çeşitli devletler ve devlet dışı aktörlerce kritik askeri varlıklar olarak kabul edilmektedir. Günümüzde İran'ın Yemen'deki Husiler ve Lübnan'daki Hizbullah gibi vekil müttefiklerine dronlar sağladığı ve dron teknolojisini paylaşarak montaj veya modifikasyon yapmalarına olanak tanıdığı bilinmektedir. 

Bunun yanı sıra, şu anda en az bir düzine ülkenin İran dronlarını kullandığına inanılmaktadır ki bu ülkeler arasında Rusya, Tacikistan, Venezuela, Sudan ve gelecekte potansiyel olarak Bolivya ve Belarus da yer almaktadır. Rusya'nın işgalinden kısa bir süre sonra, İranlı yetkililer 22 ülkenin İran yapımı dronları satın alma konusunda ilgi gösterdiğini belirtmiştir. Konu bağlamında, Şubat 2024 itibarıyla dron ve füze alımları hakkındaki tartışmaların en az 50 devleti kapsayacak şekilde genişlediği bildirilmiştir. 

İran dronlarının farklı coğrafyalara dağıtılması ve buralarda yaygınlaşması, bu teknolojilerin satışı yoluyla İran'ın artan varlığını vurgulamaktadır. Amerika’nın bu yayılımı kısıtlamaya dönük çabalarına rağmen, İran Güney Amerika'dan Afrika'ya, Orta Doğu'dan Asya'ya kadar dronlarıyla geniş bir nüfus alanı kazanmış ve stratejik etkisini artırmıştır. 

Bu noktada, İran dronlarının ileri teknolojiye sahip olmaması, Ukrayna kuvvetlerince Batı füzeleri kullanılarak etkili bir şekilde düşürülmesi veya 14 Nisan saldırısı sırasında İsrail ve diğer kuvvetlerce tümünün engellenmesi bu platformlara dönük uluslararası ilgiyi önemli ölçüde etkilemeyecektir. Devam etmesi beklenen bu ilgi iki ana faktörle ilişkilendirilebilir: 

Birincisi, bu dronların hedef kullanıcıları- çeşitli devletler ve devlet dışı aktörler – bu platformları genellikle ABD veya İsrail gibi teknolojik üstünlüğü olan düşmanlara karşı kullanmayı planlamamaktadır. Günümüzde dünya çapında bu tür yüksek teknoloji savunmaların sayılı olması kayda alınırsa, bu dronların yüksek teknoloji savunmaların olmadığı sahalarda kullan olasılığı hala yüksektir. 

İkincisi, İran dronlarının stratejik değeri, doğrudan savaş etkinliklerinden ziyade, rakiplere önemli ekonomik maliyetler yükleyebilme yeteneklerinden kaynaklanmaktadır. Bu dronlar operasyon sırasında engellenmiş olsa dahi karşı tarafın maliyetli hava savunma sistemlerini devreye sokarak edindiği mali yük göz ardı edilemez ölçülerdedir. Dron kullanımının bu yönü, az gelişmiş dronları asimetrik savaş stratejilerinde maliyet yükleyici ve nispi maliyette avantaj sağlayıcı araçlar haline getirmektedir. 

İnsansız hava araçlarının politik araç olarak kullanımı 

İran'ın insansız hava araçlarını kullanım yöntemi değerlendirildiğinde, platformların işlevinin sadece askeri strateji ile sınırlı olmadığı, aynı zamanda önemli politik strateji araçları olduğu açıkça görülmektedir. İran Yemen'deki Husiler ve Lübnan'daki Hizbullah gibi müttefiklerine dronlar ve ilgili teknolojileri ihraç ederek, geleneksel askeri yeteneklerinin ötesinde siyasi etkisini genişletmektedir. Bu durum; bahsi geçen grupların askeri gücünü artırmanın yanı sıra maliyeti az ama etkin dron teknolojisinden beslenen bir etki ağı kurarak İran'ın bölgesel çatışmaları dolaylı olarak şekillendirmesine olanak tanımaktadır. İran, ayrıca, dronlarını satın alan devletlere montaj veya modifikasyon olanağı tanımakta ve böylece bu dronların son kullanımında doğrudan sorumluluktan kaçınmaktadır. 

Özellikle Nisan saldırılarından sonra, dronların vatandaşları tatmin etmek ve uluslararası kamuoyuna ve bölgesel rakiplere güç göstermek için politik bir araç olarak kullanıldığı açıkça görülmüştür. İnsansız hava araçlarının konuşlandırılması, İran'ın İsrail’e karşı düşmanlığa katılmasını sağlarken, aynı zamanda çatışmanın tırmanma riskini yönetmesine de olanak tanımıştır. Örneğin, İsrail'e yapılan Nisan saldırısı, askeri etkinlik açısından sınırlı olmasına rağmen, politik sonuçları açısından önemliydi. Saldırı, İran'ın İsrail'e doğrudan meydan okuma konusundaki hazırlığını vurgulayarak hem iç hem de uluslararası kamuoyu nezdinde İran’ın konumunu güçlendirmiştir. Dronların bu stratejik kullanımı; insansız sistemlerin caydırıcılık, güç projeksiyonu ve bölgesel gerilimlerde anlatı etkileme gibi daha geniş politik hedefleri nasıl yerine getirebileceğini vurgulamaktadır. 

Dronların kullanımı, savaş olasılığını artırıp artırmadığı konusunda tartışmalara neden olmuştur. Genellikle, dronların operatörler için insan maliyetlerini azalttığı, daha erişilebilir olduğu ve daha kolay iç destek toplayabildiği için savaşı daha muhtemel hale getirebileceği savunulmaktadır ki bu eğilimler özellikle Obama yönetimi döneminde, kara birliklerinin çekilmesinin ardından Ortadoğu'da süren askeri angajmanlarda gözlemlenmiştir. 

Ancak, İran ile İsrail arasındaki çatışma, dronların çatışmaları yatıştırarak savaş olasılığını azaltabileceğini de kanıtlar mahiyettedir. İsrail'e yapılan dron saldırısının neden olduğu sınırlı hasar, agresif bir şekilde yanıt verme baskısını İsrail toplumunda canlandırmamıştır. Ölçülü karşılaşmalar, bölgeyi istikrarsızlaştırabilecek misilleme döngüsünün tırmanmasını engellemiştir. Bu, dronların tansiyon artırma potansiyeline sahip olmasına rağmen, çatışmaların yönetilmesinde ve potansiyel olarak azaltılmasında araç olarak işlev görebileceğini göstermiştir. 

İnsansız hava araçları savaşları nasıl değiştirecek: Savunma ve saldırı dengesi 

İnsansız hava araçlarına artan itimat, dünya çapında çatışma stratejilerini ve sonuçlarını yeniden şekillendirmektedir. İran'ın İsrail'e yönelik dron saldırıları, bu teknolojilerin savaşları nasıl dönüştürdüğünün bir örneği olmuştur ve devletlere ve devlet dışı aktörlere farklı askeri ve politik etki sağlama yolları sunmaktadır. İnsansız hava aracı teknolojisi geliştikçe küresel güvenlik ve savaş üzerindeki etkisini genişletecek, ulusları sürekli olarak yeni dron konuşlandırma ve dron karşıtı önlemler geliştirmeye zorlayacaktır. Süregelen bu evrim, gelecekteki askeri ve jeopolitik manzaraları tanımlamada kilit bir rol oynayacaktır ve muhtemeldir ki savaş senaryolarında insansız sistemlere öncelikler verecek. 

Nisan saldırıları, gelecekteki savaşlar için iki kritik yönü gözler önüne sermiştir. Birincisi, İran'ın İsrail'e karşı 170 dron ile gerçekleştirdiği saldırı, bugüne kadarki en büyük dron saldırılarından biri olarak kaydedilmiş, bizi dron sürülerinin olduğu bir döneme daha da yaklaştırmıştır. Bu gibi sürü kullanımları savaş dinamiklerini devrim niteliğinde değiştirebilir ve çatışma stratejilerini derinden etkileyebilir. Bu olasılık, ikinci ana noktaya yol açmaktadır: Savunma ve saldırı arasındaki dengenin değişimi.  

Dron sürülerine karşı savunma yapmak sadece maliyetli değil aynı zamanda en gelişmiş askeri güçler için bile teknik açıdan sınayıcıdır. İsrail hava savunmalarının İran dronlarını engellemesi, bu tür operasyonların yüksek maliyetlerini vurgulamaktadır. Eğer İran bu tür saldırıları daha uzun bir süre devam ettirebilirse İsrail, şu anda Ukrayna'nın yaşadığı gibi, savunma mühimmatı yetersizliği nedeniyle büyük kayıplar ile karşılaşabilir ve etkin bir karşılık vermesi için gerekli kapasitesini dahi bir ölçüde kaybedebilir. Dronlar daha uygun fiyatlı ve yaygın olarak erişilebilir hale geldikçe, ulusların savunma kapasiteleri etkisiz hale gelecek ve stratejik dengeler saldırı lehine kayacaktır. Bu değişim, geleneksel savunma öğretilerinin yeniden değerlendirilmesini ve örneğin lazer ve mikrodalga tabanlı savunma sistemleri gibi yenilikçi karşı önlemlerin geliştirilmesini gerektirmektedir.