Bölgenin son yıllarda çok daha derin şekilde devlet dışı silahlı aktörlerin etkili olduğu ve bu çerçevede bütünlükçü-egemen devlet yapılarının da oldukça yoğun sorgulandığı bir sürece şahit olmaktayız. Bu çerçevede aslında modern Ortadoğu’nun gelişmeye başladığı 20.yy’ın başlarına kadar getirebileceğimiz “modern devlet” gerçekliğinin çeşitli bölgesel gelişmeler ile sorgulanması durumu, 21.yy’da bölgede “devlet benzeri” yapıların daha fazla kökleşmesi ve “devlet benzeri” iç-dış politika süreçlerini işletmeye çalışması ile daha belirgin olmuştur. Terör örgütlerinden savaş ağalarına milis güçlerden paralı askerlere oldukça geniş bir alana işaret eden devlet dışı silahlı aktörlerin Ortadoğu bölgesinde Arap Ayaklanmaları sürecinin getirdiği “devlet çözülmeleri” ile birlikte bölgeselleşme eğilimlerinin de güçlenmeye başladığı not edilmelidir. Bu genel kavramsal ve olgusal düzeydeki temel önermelere işaret eden en görünür devlet dışı silahlı aktörlerden biri de Lübnan’ın özellikle Güney bölgesinde etkili olan ve zaman içerisinde yerel aktörlüğünün yanı sıra bölgesel alt aktör olma durumunu pekiştiren Hizbullah gelmektedir. Hizbullah’ın yanı sıra Yemen’de Husi oluşumu, Filistin’de Hamas hareketi veya Irak ile Suriye’de bazı Şii milisler ile Suriye Milli Ordusu (SMO) ve Libya’da Halife Hafter güçleri gibi oluşumlar Ortadoğu ve Kuzey Afrika genelinde devletler kadar devlet dışı silahlı aktörlerin de dikkatli şekilde incelenmesini gerektirmekte ve bu oluşumları olası inceleme eksikliğinin bölge çalışmalarını zayıflatacağını doğrulamaktadır. 

Hizbullah’ın “bölgeselleşen” konumu 

Lübnan’da 1975’te başlayan iç savaşın önemli sonuçlarından bir tanesi de Hizbullah’ın Şii radikalleşmesi sürecinde önemli bir aktör olarak ortaya çıkması ve İran-Suriye merkezli “direniş ekseni” bölgesel bloğuna dahil olmasıdır. Bu süreç sonrasında iç siyasetteki konsolidasyon sürecini tamamlayan ve karşı hegemonya olarak belirdiği süreç sonrasında Lübnan’da iktidar gücüne erişen Hizbullah’ın Arap Ayaklanmaları genelinde ve Suriye İç Savaşı özelinde bölgesel bir alt güce dönüşme durumu gelişmiştir. Böylelikle Ortadoğu çalışmalarına ilişkin farklı bir gerçekliği de zorlayan Hizbullah’ın aktörlük serüveni sonrasında İsrail-Filistin çatışmalarının seyrinde, Irak-Suriye merkezli gelişmelerde ve Yemen’deki dinamiklerde farklı boyutlar ortaya çıkmıştır. Suriye İç Savaşı’na bölgesel bir alt güç olarak müdahil olarak burada askeri-siyasi konumunu tahkim eden, Irak’ta yine İran destekli Şii oluşumlar ile etkileşim alanı bulan ve dahası bu oluşumların merkezi ittifakı İran ile ideolojik bağlılığının yanı sıra coğrafi birlikteliğini de Suriye-Irak merkezli yaşanan çözülmeler ile sağlayan Hizbullah, Levant bölgesindeki gelişmelerde yerel, bölgesel ve küresel aktörlerin dikkate alması gerekli bir aktör olmuştur.  

Lübnan’ın Güney bölgesinde İsrail’i kendisine temel düşman olarak benimseyen ve Gazze’de etkili güç Hamas ile İran gibi güçlü ittifak ilişkileri geliştiren Hizbullah’ın Suriye İç Savaşı sonrasında dikkatini yeniden Güney cephesine çevirdiği ve Filistin sorununu yeniden “hatırlamaya” başladığı görülmektedir. Bu bağlamda İsrail-Hizbullah geriliminin de süreç içerisinde düşük düzeyli ve bir süredir oluşturulan “oyunun kuralları” çerçevesinde çatışmalara şahit olduğu ortadadır. Diğer taraftan 7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e yönelik ani saldırıları ve ağır kayıplar verdirmesi ile Gazze’nin İsrail tarafından topyekûn işgal edilme girişimi Gazze İşgal sürecinin bölgesel etkilerine yönelik olasılıkları ve Hizbullah’ın bu olasılıklardaki rolünü gündeme getirmiştir. İsrail-Hamas çatışmalarının başlaması üzerine Hizbullah-İran cephesi, Suriye iç savaşındaki gibi direk olarak çatışmalarda yer alma stratejisi benimsemese de Gazze’nin topyekûn işgali ve Hamas’ın yok edilmesi durumunda çatışmaların bölgeye yayılabileceği ve derinleşebileceği mesajını hem söylemsel hem de eylemsel temelde vermekten çekinmemiştir.  

Hizbullah’ın Hamas-İsrail çatışmalarına müdahilliği  

Aktör olarak tanımlanma durumunun temsil, meşruiyet ve otonomi gibi gerekli boyutlarının yanı sıra iç-dış politika süreçlerinde karar verme kapasitesi de ayrıca önemlidir. Bu bağlamda Suriye İç Savaşı’nda tarafsız ve ilişkisiz kalmaya çalışan Lübnan devletinin aksine riskleri ve olası fırsatları dikkate alarak Beşar Esad rejimini “kurtarma” amacı ile bu iç savaşa direk olarak müdahil olan Hizbullah’ın benzer aktörlük sürecini Hamas-İsrail çatışmalarında da izlediği ve Lübnan devletinin aksine düşük yoğunluklu ve şu ana kadar zor da olsa “kontrollü” ilerleyen İsrail ile çatışma temelli bir angajmana girdiği görülmektedir. Bu bağlamda Lübnan iç siyasetinden gelen yoğun eleştirilerin aksine Hizbullah oluşumu, bölgesel anlamda ittifak yürüttüğü İran ve yerel anlamda güçlü bağları olan Hamas ile İsrail’e yönelik politikalarda güçlü bir ortaklık geliştirmiştir. Böylece henüz İsrail’e kuzey cephesi açtırma yönünde bir senaryo gerçekleşmese de Lübnan’ın güney bölgesinden İsrail’e yönelik gerçekleştirdiği saldırılar ve askeri hareketlilikler ile Hamas üzerindeki baskıyı hafifletme stratejisi izlemiştir. 

Dahası Hamas’ın Güney Lübnan olmak üzere Lübnan’da farklı oluşumlar ile insan gücü kazanmasına ve lider kadrosundan önemli isimlerin Lübnan’da hareket etmesine olanak sağlayarak bir nevi dolaylı olarak İsrail-Hamas çatışmalarında yer almayı sürdürmüştür. Uluslararası ilişkilerin ve savaş niteliğinin de geleneksel yani devletler arası nitelikten bir tarafın devlet dışı silahlı aktör olabildiği farklı bir düzleme evirilmesini daha belirgin kılan bu gelişme sonrasında İsrail’in iki cepheli devlet dışı aktör gerçekliği ile karşılaşması gündeme gelmiştir. Diğer taraftan ne Hizbullah-İran cephesi ne de şu ana kadar yoğun gerilim ve çatışmalı ilişkilere rağmen ABD-İsrail cephesi topyekûn, kontrolsüz ve bölgeye yayılmış bir savaş durumunu tercih ediyor gözükmemektedir. Şu ana kadar karşılıklı olarak önemli kayıpların yaşanmasına ve açıkçası İsrail’in 2006’daki Hizbullah-İsrail savaşı sonrasında kurulan caydırıcı dengeyi bozma girişimlerinin olmasına rağmen tarafların halen muhtemel riskleri hesaba katarak geniş çaplı çatışmalardan uzak durduğu görülmektedir. Bu çerçevede uluslararası ilişkilerde devletlerin temel olarak benimsediği rasyonel, hesaplı ve kontrollü tercihler ile oluşturulan güç dengesi realist kaygıların Hizbullah gibi devlet dışı aktörlerce de hesaba katıldığı ve bunun İran gibi devlet temelli ittifak ilişkileri ile de uyum içerisinde yürütüldüğü görülmektedir. 

Sonuç olarak son İsrail-Hamas çatışmaları bölgede devlet merkezli bakış açısının sınırlılıklarını bir kez daha ortaya koyarken  Bu durum aktörlük tanımı açısından önemli bir gereklilik olarak belirirken İran’ın da özellikle 1979 sonrasında izlediği politikalar ile devlet dışı aktörler ile kendisinin daha hegemon pozisyonda olduğu ittifak ilişkilerini sürüklediğini göstermektedir. Böylece Hamas-İsrail arasındaki çatışmalar Hamas’ın uzun bir süredir güçlü ittifak ilişkisi içerisinde olduğu İran-Hizbullah ekseni üzerinden bölgeselleşme ve İsrail’in farklı cephelerle karşı karşıya kalması gibi realist ve çatışmacı bir bölgesel iklimi beraberinde getirmektedir. Dahası Yemen, Suriye, Irak ve bölgenin diğer alanlarına da karşılıklı saldırılar ile başlangıçta yerel gelişen çatışma dinamiklerinin taşma ihtimallerini doğurmaktadır. Dolayısı ile Batı’nın İsrail’in Gazze’deki soykırım-işgal süreçlerine koşulsuz desteği ile belirgin olan insan hakları, diplomasi, savaş hukuku ve diğer normatif değerlerin sorgulanması ve Doğu (Filistin) söz konusu olunca “insani değerleri” ıskalama durumu gibi bölge çalışmalarında dikkate alınması gerekli hiyerarşik kaygıların yanı sıra devlet dışı oluşumların aktörlük meselesi de Hizbullah olgusunda gözlendiği üzere son İsrail-Hamas çatışmalarında yeniden doğrulanmıştır.