2024 yılı, uluslararası toplumun elinde birikmiş çok sayıdaki jeopolitik krizin çözümleriyle değil, bunlara yenilerini ekleyerek geldi. Jeopolitik fay hatlarında sırasını bekleyen sarsıntıların yanı sıra beklenmeyen sürpriz depremler de yaşanıyor. İran’ın balistik füze saldırıları listesine Pakistan’ı da eklemesi, İslamabad yönetiminin de vakit kaybetmeden misilleme de bulunması, İkinci Soğuk Savaş ikliminin her ihtimale gebe olduğunun işaretlerinden biri. Sıcak çatışmaların vuku bulduğu her alanın, Çin Halk Cumhuriyeti ile Avrupa arasında denizden ve karadan işleyen ticaret yollarının hassas noktaları olması ise üzerinde durulması gereken en önemli husus. Yalnızca Kızıldeniz-Süveyş Kanalı hattındaki Husi saldırıları 2023 yılının Ekim ayında bin 490 dolar olan konteyner maliyetlerini ocak ayı sonu itibarıyla 6 bin 772 dolara yükseltti. Gemilerin rotalarını Afrika kıtasının güneyindeki Ümit Burnu’na çevirmeleriyle, Avrupa’ya ulaşmalarının yarattığı zaman kaybının maliyetini ve bunun sonuçlarını hesaplamaksa kolay değil.  

Pasifik’te harekete geçmeyi bekleyen bir tsunami var  

Dahası 2024 yılında Ukrayna-Rusya Savaşı’nı, Husilerin Kızıldeniz saldırılarını, hatta İran’ın balistik füze saldırılarını da aşacak bir tehdit dalgasının yolda olduğuna dair sinyaller güçleniyor. Bu tehdidin adı Tayvan odaklı bir Çin Halk Cumhuriyeti-ABD çatışması. Tayvan 36 bin kilometre karelik yüzölçümü ile (Kıbrıs Adası’nın 4 katı kadar) haritada Çin anakarasının karşısında bir kum tanesi gibi görünse de olası bir çatışmanın maliyeti, adanın büyüklüğü ile muazzam ölçülerde ters orantılı sonuçlar ortaya koyacak. Amerikan yayın kuruluşu Bloomberg 10 Ocak tarihli haberinde çatışmanın ilk safhasındaki zararın 10 trilyon doları bulabileceği uyarısında bulundu. Bu küresel Gayrı Safi Milli Hasılanın yüzde 10’u demek. 2008 Küresel Ekonomik Krizi’nin, Covid-19 salgının ve Ukrayna-Rusya Savaşı’nın toplamının küresel ekonomiye verdiği zararın ötesinde bir meblağ söz konusu olan. Uzmanlara göre Tayvan için şu anda iki senaryo söz konusu. İlki Çin Halk Cumhuriyeti’nin uygulayacağı tam bir abluka ile Tayvan’ı küresel ekonomiden izole etmesi. Bu seçenek görece olarak daha düşük ölçekli bir zarara yol açsa da Tayvan Boğazı’nın uluslararası deniz ticaretine kapanması halinde zararın etkileri öngörülemez boyutlara ulaşacaktır. ABD’nin dahil olma ihtimalini içeren sıcak çatışma senaryosu gündeme gelirse, yalnızca Hint Pasifik-Avrupa ticaret yolunun, elektrikli araç, akıllı telefon, bilgisayar ve yarı iletkenler pazarlarının değil, Çin Halk Cumhuriyeti ve ABD ekonomilerinin doğrudan yıkımına yol açacak sonuçlar ortaya çıkabilir. 13 Ocak’ta neticesi merakla beklenen Tayvan’daki seçimlerin ardından bölgeye görece bir sükûnet hâkim olmuş gibi görünse de İngiltere Savunma Bakanı Grant Shapps’ın 15 Ocak’ta sarf ettiği şu sözlere kulak vermek gerekir: “Batı ülkeleri gelecek 5 yıl içerisinde Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu, Kuzey Kore ve İran’ın dahil olabileceği yeni çatışmalara hazırlanmalı”. Shapps’ın bu cümlesinin üzerinden 9 gün geçtikten sonra bu defa İngiltere Genelkurmay Başkanı Patrick Sanders sahneye çıktı. Sanders, Rusya ile savaşa girilmesi ihtimalini dikkate alarak zorunlu askerlik uygulamasını geri getirecek bir sürecin başlatılması için çağrı yapılacağını açıkladı. ABD ve İngiltere’nin 2021 yılında Avustralya ile AUKUS İttifakı’nı teşkil etmelerini ve ABD’nin 2018 yılında Pasifik Donanma Komutanlığı’nın ismini Hint-Pasifik Komutanlığı olarak değiştirmiş olması faktörlerini dikkate aldığımızda, Tayvan Adası, Kore Yarımadası ile beraber olası çatışmanın sahnesi olmaya en uygun alanlardan biri. Peki, 1989 yılında Pekin’deki Tiananmen Meydanı’nda değişim taleplerinin tanklarla ezilmesine dahi, Çin Halk Cumhuriyeti’nin liberal piyasa ekonomisine evrileceği ümidiyle sessiz kalan Amerika Birleşik Devletleri bugün bulunduğu pozisyona nasıl geldi?  

ABD’nin Savrulan Çin Politikası  

1969 yılında ABD Başkanlığına seçilen Richard Nixon, bir yandan SSCB ile süren Soğuk Savaş’ı idare etmek diğer yandan Hindiçini ve Kore Savaşlarını takip eden Vietnam Savaşı’nın ABD toplumunda yarattığı ekonomik ve sosyal yıkımla mücadele etmek zorundaydı. Nixon kısa sürede Güneydoğu Asya’daki sorunların çözümünde Çin Halk Cumhuriyeti’nin oynadığı kilit rolü fark etti. Dahası, SSCB ile Çin Halk Cumhuriyeti arasında gelişen ideolojik ayrışmanın komünist cepheyi bölme ihtimalinin bulunduğunu gördü. Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger’ın yürüttüğü gizli diplomatik süreç, 1972 yılında Nixon’ın tarihi Çin ziyareti ile taçlandı. Nixon hem Vietnam Savaşı’nı bitirmesini sağlayacak desteği elde etti hem de SSCB-Çin cephesini Birinci Soğuk Savaş’ın sonuna kadar devam edecek biçimde parçaladı. Bu alışveriş için Tayvan Adası’nın gelecekte Çin topraklarına dahil edilmesini onaylamak kabul edilebilir bir bedeldi. Böylece Pekin-Washington ilişkilerinin temel parametrelerini oluşturan “Tek Çin Politikası”nın temeli atılmış oldu. Kissinger ve selefleri 2008 yılındaki küresel ekonomik krize kadar, Çin Halk Cumhuriyeti’nin liberal piyasa ekonomisine evrileceği ümidiyle bu politikayı desteklerken bir yandan da Pekin yönetiminin her türlü insan hakları ihlaline de göz yumdular. Ancak 2008 küresel ekonomik krizi Washington yönetiminin aydınlanma yaşamasına vesile oldu. Beyaz Saray’daki yöneticiler, Çin’in krizi fırsata çevirdiğini, bu kriz çevresinde yaşanan gelişmelerle önce ABD’nin ekonomideki sonra askeri alandaki pozisyonunu tehdit edecek güce ulaşmayı hedeflediğini fark ettiler. 2012 yılında Şi Cingping’in Çin Komünist Partisi Genel Sekreterliği’ne gelişiyle beraber, ABD yönetimi de liberalleşmek bir yana Mao döneminden bile daha otoriter bir çizgiye geçiş yapan Çin ile tanıştı. Nitekim Obama yönetimi 2011-2012 yıllarından itibaren küresel terörizmi geri plana iterek, Çin Halk Cumhuriyeti’ni ABD’ye yönelik tehditler sıralamasında birinci konuma yükseltti. Aradan geçen 12 yılda ABD içerisindeki Ortadoğu’nun mu yoksa Hint-Pasifik bölgesine mi ağırlık verileceği yönündeki jeopolitik tartışmalar eşliğinde, Çin Halk Cumhuriyeti’nin çevrelenmesi yönünde somut adımlar hayata geçirildi. Vietnam’la ilişkilerin geliştirilmesi, Filipinler’de edinilen yeni üsler, Avustralya’nın dahil olduğu AUKUS ittifakının kurulması, ABD-Japonya-Güney Kore üçlüsünü ortak istihbarat paylaşımında bir araya getiren yapının kurulması, Japonya’ya İkinci Dünya Savaşı sonrasında getirilen silahlanma kısıtlamalarının ABD’nin gözetimi ve desteğinde kaldırılması, Çin Halk Cumhuriyeti’ni çevrelemenin unsurları oldu. Çin Halk Cumhuriyeti ise bu adımlara donanmasını büyüterek, nükleer silahlarının sayısını artırarak ve geçmişte ABD’nin nüfuz alanı olarak görülen Ortadoğu gibi bölgelerdeki etkisini artırarak karşılık verdi. Karşılıklı olarak açığa çıkan tüm bu enerjinin biriktiği yer ise Tayvan Adası ve çevresi oldu.  

Tayvan’daki seçimin sonucu tarafları yeni hamlelere itiyor  

13 Ocak’taki seçimlerden Çin’e muhalif Demokratik İlerleme Partisi lideri William Lai'nin zaferle çıkması, belki de çok yakın gelecekte Tayvan üzerinde kopacak fırtınanın son habercisi. Nitekim INDOPACOM (ABD-Hint-Pasifik Komutanlığı) Komutanı Amiral John Aquilino’dan Çin Halk Cumhuriyeti’nin Tayvan üzerinde güç gösterisinde bulunabileceği uyarısı geldi seçimlerin hemen ardından. Ancak ilk nabız yoklama girişimini yapan ise ABD donanması oldu. USS John Finn destroyeri, seçimin üzerinden 11 gün geçtikten sonra 24 Ocak’ta Tayvan Boğazı’ndan geçiş yapan ilk Amerikan savaş gemisi oldu. Bu gelişmelere bir de 24 Ocak itibarıyla Foreign Policy’nin gündeme getirdiği “ABD’nin Suriye’den çekilmeye hazırlandığı” yönündeki haberleri de eklemek gerekir. Washington’un dikkatini yeniden Hint-Pasifik bölgesine yoğunlaştıracağı bir dönemin eşiğinde olduğumuz anlaşılıyor. 

Tayvan’a dair gelişmeleri değerlendirirken göz önüne alınması gereken bir diğer parametre de ABD’de Kasım ayında yapılacak başkanlık seçimleri. Trump’ın Beyaz Saray’a dönüş ihtimalinin giderek ağırlık kazandığı gerçeği piyasalar tarafından satın alınmakta. Trump ilk başkanlık döneminde Suriye’deki ABD askerlerini çekmeyi savunmuş, Ortadoğu’da tansiyonu düşürerek Hint-Pasifik bölgesine odaklanılmasından yana bir politika izlemişti.  

Tüm bu gelişmeleri tek bir potada erittiğimizde 2024 yılında Tayvan Adası merkezli olarak karşılıklı güç gösterilerinin sıklaşmasıyla yükselecek tansiyonun en geç 2025 yılında küresel ekonominin temellerini sarsacak gelişmelere yol açması sürpriz olmayacaktır.