Arap dünyasında sessizliğin ve suskunluğun sesinden daha yüksek bir ses yok. Ne Gazze soykırımı ne pahalılık savaşı ne orta sınıfları ezme savaşları ne yoksul sınıfların istismarı ne de istihbarat servislerinin zorbalıkları ve başkanlarının gözünde suçlu olarak görünen, potansiyel ve daimî tehlike olarak kategorize edilen, bir an olsun onlara karşı isyan etmeyi, onların askeri ve güvenlik yükünü ağırlaştırmayı aklından geçirenlere karşı süregelen absürt savaşları bunu bozabiliyor. 

Arap sokaklarında halk pazarlarındaki sebze satıcılarının sesleri ve araba gürültüleri dışında yükselen bir ses yok. Bunlar da olmasaydı, Tokyo’daki kelebeklerin kanatlarının titreşimleri New York semalarında artçı yankılara neden olabildiği gibi Kahire semalarında cıvıldayan kuşların sesini de Kazablanka sokaklarında duyardık. Bu kara günlerden sonra Arap semalarında siyah kuğular görmezdik, dolaşan kuğular hep beyaz olurdu.  

Gazze savaşı ve İsrail’in canlı yayında Gazzeli çocuklara ve kadınlara karşı uyguladığı, açlık ve susuzluktan ölümlerine yol açan istismar politikaları, Arap sokaklarının umursamazlık yatağında derin uykuya daldığını, asker postallarıyla uyuyan ve makineli tüfekleriyle yatağa giren saray yöneticilerinin, ağır çalışma koşullarına mahkum ettikleri halklarını şakşakçılığa boğduktan sonra ipek pijamalarını giymeye gittiklerini kanıtladı. Öyle ki insanlar artık, ya koşuşturup durdukları halde sonu gelmez bir kısır döngü içinde bir parça ekmek bulamaz hale getirildiler. Ömür törpülüyorlar, hayalleri ve insanlıkları yok ediliyor. Ya da asla ve kata doymak bilmez, sonu gelmez, huzur vermez bir tüketim çılgınlığı içinde debelenip duruyorlar.  

“Akıllı insan kendini yönetebilendir. Birçok Arap ülkesinde en popüler strateji de budur. Bu sayede statükoya uyum sağlar, yaşamını ona göre düzenlersin”  

Arap dünyasında, genel gidişatın düzelmesine yarayacak politikalar benimsemeleri ve tüm kalkınma ve ilerleme olanaklarını tahrip eden kötü uygulamaları değiştirmeleri için yöneticilere baskı uygulamak gibi, halklar tarafından üretilen çözümler, kolektif çözümler söz konusu bile değil artık. Oysa bir avuç iktidar eliti bunları sürdürmeye devam ediyor, insanlarının bugününü ve geleceklerini çalmak için koşuşturuyor. Bazı Arap ülkelerinde insanların ölümcül düzeye varan acıları onların umurlarında bile değil. İnsanlar açlık, sefalet ve tükenmişlik içinde. Çünkü enerjileri ve ümitleri yok edildi, durumlarının iyileşeceğine dair hiçbir umutları kalmadı.  

Akıllı insan kendini yönetebilendir. Birçok Arap ülkesinde en popüler strateji de budur. Bu sayede statükoya uyum sağlar, yaşamını ona göre düzenlersin, bunu fırsata çevirirsin. Böylece halkı düşünmekten vazgeçer, olasılık döngüsünden tümüyle çıkarırsın. Böyle bir düşünce delilik haline gelir, akılsız ve mantıksız bir çabaya dönüşür. Üstelik hiçbir işe de yaramaz. Yani düşünceden harekete geçmek ise intihardan farksızdır, çünkü statükoyu karşına almış, zamanın koşullarını çiğnemiş olursun.  

İşleri yönetmek de birtakım teknikleri öğrenmek ve çerçevenin dışında yeni araçlar geliştirmek anlamına gelir. Çünkü bunları elde etmeye ve nimetlerinden yararlanmak için fırsatlar kısıtlı, rekabet şiddetli. Nihayetinde işleri yönetmek denilen şey, izlenen politikaların ardında işkenceler, acılar, zindanlarda yok edilmek, zulüm ve ekonomik baskıdan başka bir şey yoksa siyaseti icra etmede iktidar için rahatlık, halk için züldür.  

Kendini yönetme stratejisi çerçevesinde, Suriye, Irak, Mısır, Fas, Tunus ve diğer Arap ülkelerinden kaynaklanan riskleri göze alarak küçük çocukları Avrupa’ya gönderme olgusu öne çıkıyor. Bu uğurda insanlar yavrularını denizin bağrına atmak için malvarlıklarını, hatta bazen organlarını satıyorlar, sakladıkları kefen paralarını gözden çıkarıyorlar. Olur da sağ salim kurtulurlarsa bu kez Avrupa’da kovulmaya, dışlanmaya maruz kalıyorlar, bazen bağımlılıkla sonuçlanan zor yıllar geçiriyorlar ya da uyuşturucu tacirlerine yem oluyorlar. Sorun şu ki bunların çoğu, Avrupa’nın açık yaşam tarzını hiç deneyimlememiş yoksul ailelerden veya şehirlerdeki gecekondulardan yani muhafazakar çevrelerden geliyorlar.  

“Ne yurtdışına kaçmak bir çözüm ne de niteliği ne olursa olsun gidişatı yönetme ve uyum sağlama stratejileri sürdürülebilir ve yaşanabilir bir çözüm”  

Arap halklarının çoğunluğu için güllük gülistanlık seçenekler yok. Halklarını oyalayan veya kamu işlerinden dışlayan yöneticilerin belirlediği stratejilerden başka bir alternatifleri de yok. Koltuklarını bırakmamada kararlı olan karar vericilerin belirlediği yollar ve patikalar kaygan, tekinsiz ve tehlikeli. Halklar ise genelde bunları güvenli yollar sanırlar, iş işten geçene kadar tehlikelerini hissetmez veya algılamazlar. Evlatlarını başka diyarlara sürükleyen aileler de geleceklerine yatırım yaptıklarını sanırlar, oysa yavruları için bedbahtlık satın aldıklarını, belki de kaş yapayım derken göz çıkardıklarını keşfedene kadar iş işten geçmiş olur.  

Günümüzde Arap dünyasının suskunluğu, Arap halklarının geleceğini yok eden bir tür kanser. Güvenli sandıkları çekicilik sayısız ve öngörülemez riskler barındırıyor. Elde edilen kazanımların ardında ise ölmek yerine hayatı korumak ve hapishanede çürümek yerine özgür yaşam arayışı var. Aslında bu, egemen rejimler için can suyu, bekalarının uzaması ve tahribat, yıkım, iktidarı tekelleştirme politikalarının sürdürülmesi demek. Halkın kendi geleceğini inşa etme, onurlu, saygın ve müreffeh bir hayat kurma arzusunu baltalamak demek.  

Bu makalenin amacı, Arap dünyasının başına bela olmuş zorba devlet güçlerine karşı intihara varan bir yüzleşme çağrısında bulunmak değil. Aksine bu halkların elitlerine, artık halkların boyunu aşan, hatta gelecek nesillerin geleceğine yönelik korkunç riskler barındıran bu kötü gidişatı değiştirecek stratejiler geliştirme ve yenilgiyi reddetme çağrısı. Devlet kurumları çöküş yaşarken, ülkenin servetleri heder edilirken, yurtdışına kaçmak çözüm değil, her ne şekilde olursa olsun gidişatı idare etme ve uyarlama stratejileri de çözüm değil. Sürdürülebilir ve yaşanabilir bir çözüm lazım.