Türkiye’nin F-35 (prototip ismi X-35) programı ile olan serüveni 2008 yılında Türkiye’nin bu projeye üçüncü seviye konsorsiyum ortağı olarak katılmasıyla başlamıştı. Türk savunma sanayiinin öncüleri ASELSAN, TUSAŞ ve TAİ de bu program sayesinde son teknoloji radar, titanyum alaşımlı ve kompozit parça üretimi vb. alanlarda know-how ve uzun vadeli sürdürebilir gelir elde etme potansiyeline sahip olmuştu. 

Türkiye, F-35 programından 2019 yılında çıkarılmasına rağmen alt yüklenici firmaların üretim süreçlerinin 2022 yılına kadar devam etti ve alternatif üreticilerin bulunması sağlandı. Bu sürecin ABD’ye maliyetinin de 500 milyon doların üstünde olduğu düşünülüyor. F-35 programından çıkarılan Türkiye’ye 2018 yılında üretimi ve testleri tamamlanan 4 adet F-35’in de teslim edilmediği düşünüldüğünde, ABD-Türkiye ikili ilişkileri yine bir kaybet-kaybet ilişkisinin içine sıkışmıştı. 

Türkiye’nin İsveç’in NATO’ya katılmasının önünü açması ve 40 adetlik F-16 Blok 70 ve yedek parça tedarikini içeren siparişin ABD Senato’su tarafından onaylanması ile Türkiye’nin F-35 programına dönmesinin mümkün olup olmadığı tartışılmaya başlandı. Öncelikle bu tartışmanın Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan üzerinden yapılmasının fazla davranışsalcı olduğu ve yüzeysel kaldığını belirtmek gerekiyor. ABD-Türkiye ilişkilerinin kazan-kazan düzlemine gelişi aslında ilk olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan döneminde gerçekleşmiştir. 1900’lerin tamamındaki yakınlaşmalar düşünüldüğünde, ABD-Türkiye ilişkilerinin temelde ABD lehine aşırı bağımlılık içerdiğini söyleyebiliriz.  

Son dönemlerde Türkiye’nin herhangi bir ülke ile ilişki kurarken kazan-kazan ilkesine yüksek düzeyde sadakat gösterdiği de gözlemlenebiliyor. Hem kendisinden güçlü hem de kendi gücüne nazaran daha zayıf ülkelerle ilişkilerinde, Türkiye’nin sürdürülebilirlik sağlayıcısı her zaman bu ilke oldu. Ayrıca, Türkiye kısa dönem kazançlar üzerinden bir devlet siyaseti yürütmek yerine, konu F-35 gibi askeri cenah için hayatî bir proje dahi olsa, uzun vadede bağımsızlık ve ulusal çıkarları koruyan politikaları tercih ediyor.      

Küresel analizlerde lanse edilen fikrin aksine F-35 programına giriş salt Türkiye’nin ısrarla beklediği ve ABD’nin ket vurduğu bir tercih değil, her iki ülkenin birbirini ikna etmesini gerektiren bir süreç olacaktır. Uluslararası ilişkiler teorileri genel itibariyle küresel güçlerin kendisine nazaran daha zayıf güçte olan ülkelerle asimetrik bağımlılık ilişkileri kurduğunu ileri sürer. Ancak tarihsel döngü içerisinde bu asimetrik bağımlılık ilişkilerine meydan okuyan devletler, belirli düzeylerde maliyeti de göğüslenerek, bağımsızlık politikalarına yönelir.  

Bağımlılıktan bağımsızlığa, Türk Savunma Sanayii  

Türk savunma sanayiinin 1990’lardaki ABD ve İsrail ile kazandığı devinim elbette günümüzde gelinen seviye için önemliydi ancak içerisinde ciddi bir bağımlılık dokusu taşıyordu. Nitekim, Türkiye zaman zaman envanterinde bulunan füze ve muharip unsurlarını kime karşı kullanabileceği konusunda bile bağımsızlığını görece yitirme noktasına gelmişti. İşte burada ABD-Türkiye-İsrail üçlüsünün kurduğu savunma sanayii üçgeninde Türkiye bağlayıcı kontratlar ve yedek parça tedarikindeki blokajlardan sonra bu alanda yerlileşme ve millileşme yolunu tercih etti. 

Bu tercihin bir yansımasını da F-35 programından, ABD aleyhine oluşan 500 milyon dolar maliyete rağmen, çıkarılan Türkiye’nin milli hava muharebe uçağı KAAN projesine ağırlık vermesiyle görmüş olduk. Elbette 2030’a kadar Türk hava kuvvetlerinin radar izi F-16’lardan daha düşük bir hava-kara bombardıman uçağına ihtiyacı olduğu gerçeği yadsınamaz. Ancak medeniyetler tarihi içerisinde birçok devlet belirli dönemlerde oluşabilecek zafiyetleri göze alarak sonrasında büyük atılımlar gerçekleştirmiştir. Türkiye’nin bu aşamada ABD ile doğrudan F-35 programına tekrar kabul üzerinde değil de F-16 Blok 70’lerin tedariki üzerine yoğunlaşması bu açıdan değerlendirilmelidir. 2030 yılına kadar geçecek dönemde oluşabilecek savunma ve taarruz zâfiyeti bu tedarikle bir nebze giderilecek ve sonrasında KAAN filoları ile Türk Hava Kuvvetleri 1990’lardaki azametine kavuşturulacaktır.  

F-35 programı ABD ve Türkiye’ye ne kazandıracak? 

Peki ABD’nin elinde daha maliyetli de olsa alternatifler ve Türkiye’nin F-16 Blok 70 ve KAAN tedarikleri varken bu iki ülke F-35 programından hâlâ bir şeyler kazanamaz mı? Genel bir diplomasi deyimi olan “Masada her zaman paydaşlar için kazanılabilecek bir şeyler vardır.” prensibi üzerinden ABD’nin F-35 programına geri dönen bir Türkiye’den neler kazanacağına bir bakalım:  

  1. 120 adet ve muhtemel gelecek siparişlerle 15 milyar dolara yakın bir gelir 
  2. Konsorsiyum adına sürdürülebilir gelişmiş savunma sanayii olan bir tedarikçi  
  3. Üretilen uçak başına düşürülen maliyet  

Türkiye adına F-35 programına dönüşten elde edilebilecek kazançlar ise şöyle sıralanabilir:  

  1. 120 adetlik muhtemelen 8-10 F-35 filosundan oluşan bir 5. nesil hava muharebe kapasitesi 
  2. 2030 yılına kadar hava kuvvetleri adına oluşabilecek zafiyetlerin ortadan kalkması 
  3. Dünyanın en önemli havacılık ve uzay projelerinden birinde tedarikçi nitelikli konsorsiyum üyeliği 

Görüldüğü üzere her iki tarafın da aslında böyle bir adımdan kazanabileceği maddi ve prestij bazlı kazançlar var. Ancak Türkiye’nin F-35 programına tekrar girmesinin önündeki engelin sadece S-400 tedariki olduğu görüşü de gerçeği yansıtmıyor. ABD Başkanı ve Pentagon yöneticilerinin söylemleri, bu maddenin sadece müzakerelerin başlangıcı için gereken ilk adım olduğuna işaret ediyor. Dolayısıyla Türkiye S-400’leri bir şekilde sınır dışına çıkarsa dahi bu doğrudan Türkiye’nin F-35 programına tekrar dâhil olacağı anlamına gelmiyor.  

Türkiye ve ABD’nin F-35 programında sürdürülebilir bir paydaşlıkta buluşabilmesi için gereken şartlar şunlar olabilir, 

  1. Türkiye’nin savunma teçhizat tedariki noktasındaki bağımsızlığının korunması (Türkiye lehine) 
  2. Türkiye’nin zafiyet olarak tanımladığı alanlarda ABD’nin hızlı temin sözleşmeleri için vereceği taahhüt (ABD lehine) 
  3. Teslimatının tamamlanması gereken (Türkiye programda kalsaydı) 12-20 adet F-35’in Türkiye’ye 1-2 sene içerisinde teslim edilmesi (Türkiye lehine) 
  4. Türkiye’nin F-35 programına zarar verecek nitelikteki ABD dışı savunma unsurlarını sınırları içerisine sokmaması (ABD lehine) 

Anlaşmazlık noktaları günümüzden bakıldığında net görünse de diplomatik ve askeri düzeyler iç içe geçince çözümü zor hale gelen önemli konulardır. Burada her iki devletin de F-35 programı özelinde ve daha makro düzeyde birbirlerine ne denli ihtiyaç duyduklarına karar verip bu yönde adım atmaları gerekiyor. Kâr-zarar analizi açısından bakıldığında Türkiye’nin F-35 programından çıkarılışı, ABD için kısa dönem zarar ve Türkiye için de kısa dönem zafiyet ve uzun dönem öz yeterlilik sonuçlarını doğurdu.  

Savunma politikalarında yerlileşme  

Türkiye bu süreçte kazançlı gibi görünse de devletlerarası savaş boyutunu göz ardı etmemek gerekiyor. Eğer Türkiye 5. nesil bir savaş uçağına sahip olmadan bu boyutta bir savaşa dahil olursa bu eksiklik oldukça önemli kayıplara sebebiyet verebilir. Dolayısıyla rasyonel olan devlet davranışı burada hava savunma kapasitesinin bir an önce SİPER vb. yerli unsurlarla hava savunma gibi önemli bir alanda yerlileşme ve millileşmenin sağlanmasıdır. Hava muharebesi için üreten devlete karşı olmamak kaydıyla dünyadaki yüzlerce ülke yabancı menşeili unsurlarla birçok savaşa girebildi. Bu da hava savunmadaki yerlileşmenin görece olarak bir adım daha öncelikli olduğunu gösteriyor.