İsrail’in Filistin topraklarındaki son işgali 100. gününü doldururken, geçen süre boyunca Lübnan’ın Gazze savaşında hangi dönemeçte yer aldığına dair uzun gündemler oluşturuldu. 8 Ekim’de Lübnan’ın güneyinden İsrail’e atılan güdümlü füzeler ve havan topları Hizbullah’ın savaşta cephe açacağını düşündürse de 100 gün boyunca Hizbullah tarafı gerilimi “kontrollü” bir şekilde sürdürmek adına kara savaşından uzak durdu. Bununla birlikte Hizbullah’ın şu ana kadar 140’tan fazla askerini kaybetmesi, 2 Ocak’ta Hamasın üst düzey isimlerinden Salih el Aruri’nin Beyrut’un güneyindeki Dahiye bölgesinde suikasta uğraması, birkaç gün sonra da Hizbullah’ın Rıdvan güçleri komutanı Visam et-Tavil’in İsrail’in hedefi olması, Hizbullah tarafında “intikam” söylemlerinin artmasına ve gerilimin yükselmesine yol açtı. Mevcut durumda İsrail’in olası saldırılarına karşı Lübnan siyasetinde alarm durumuna geçilse de uluslararası siyasette Lübnan’ın savaşa dahlinin olabildiğince önlenmek istendiği gözleniyor. Bu doğrultuda da savaşın Lübnan’daki ana aktörü olan Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın siyasi hesaplarının yanı sıra, Amerika, Fransa ve İsrail’in Lübnan’a bakışları önem kazanıyor.  

Lübnan’ı savaştan uzak tutmaya dair nedenler 

Savaşın başlamasından bir gün sonra Amerikan uçak gemisi filosunun Doğu Akdeniz’de konuşlandırılması Amerika’nın İsrail’in güvenliğini sağlama konusundaki kararlılığını net bir biçimde ortaya koydu. Bununla birlikte İsrail’e olan destek aynı zamanda Amerikan siyasetinde savaşın Lübnan, Mısır ve Ürdün gibi bölge ülkelerine sıçramasına yönelik kaygıları da açığa çıkardı. 7 Kasım 2023’te Joe Biden’ın Enerji Güvenliği ve Altyapıdan sorumlu danışmanı Amos Hochstein’in Beyrut’a yaptığı sürpriz ziyarette Lübnan’ın istikrarı ve güvenliğinin önemine vurgu yapması, ayrıca savaşın Lübnan’a kaymaması için girişimlerde bulunacaklarına dair çarpıcı ifadeleri, filoların olası savaşa karşı caydırıcı bir etken olma misyonunu üstlendiğini de gösterdi. 11 Ocak’ta Lübnan’a bir kez daha giden Hochstein, İsrail ve Lübnan arasında diplomatik bir çözüm bulmaya çalıştıklarını yineledi. Her ne kadar kıdemli danışmanın Lübnan sınırındaki krizin sona ermesi için Hizbullah’ın silahlarını bırakmasını içeren BMGK’nın 1701 sayılı kararını sıklıkla tekrar etmesi yaptığı ziyaretlerin anlamını yitirmesine neden olsa da Lübnan tarafında Hochstein’in girişimleri titizlikle takip edildi. 

Bu noktada, Washington’un Lübnan için belirlediği yol haritasında farklı senaryoların öne çıktığını söylemekte fayda var. Biden, Kasım 2024’te yapılacak seçimlerden galip çıkması için Gazze savaşının bölgesel bir savaşa dönüşmesinin önüne geçmek olduğunu bilse de Lübnan özelinde seçimin yanı sıra başka hesapların da yapıldığı görülüyor. Öncelikle Amos Hochstein’in uzun yıllar süren arabuluculuğuyla 2022 yılında İsrail-Lübnan arasında imzalanan deniz sınırı anlaşmasının yalnızca iki ülke için değil, ABD yönetimi için de önemi bulunuyor. Uzun zamandır gaz diplomasisi yürüten Amerika’nın anlaşmayla İsrail-Lübnan arasında dolaylı yoldan diplomatik ve siyasi ilişkiler oluşturarak Hizbullah’ın elini zayıflatmak, ayrıca Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle ortaya çıkan doğal gaz krizine çözüm bulmak gibi önemli hedefleri bulunuyordu. Nitekim Doğu Akdeniz’deki doğal gaz keşifleri, Washington’un yeni bölgesel politikalarının da zeminini güçlendirme fırsatları sunmaya başlamıştı. Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in ifadeleriyle de doğal gaz sahaları üzerindeki güvenlik ve istikrar, Amerika’nın dönüştürücü gücünü ortaya koyuyordu. Ancak Netanyahu’nun anlaşmaya en başından beri karşı olması nedeniyle Hizbullah’la olan savaşı öne sürerek anlaşmanın sürdürülebilirliğinin önüne geçebileceği veya anlaşmayı iptal edeceğine dair soru işaretlerinin artmaya başladığı görülüyor. Bu nedenle de Washington için İsrail- Hizbullah arasındaki savaşın büyümesi anlaşmanın da tehlikeye girmesi anlamına geleceği için savaşın Lübnan tarafından en azından güneydeki çatışmalarla sınırlandırılması hedefleniyor. Kaldı ki, Hizbullah’ın da kendisine yönelik operasyonların şiddetlenmesi durumunda deniz sınırını zorlayabileceği muhtemel gözüküyor. Nitekim Lübnan Dışişleri Bakanı Velid Fayyad’ın, deniz sınırı anlaşmasının mevcut savaştan etkilenmeyeceğini belirtmesine rağmen bu durumun ancak çatışmaların mevcut sınırlarda kalması halinde devam edebileceğinin altını çizmiş olması, Lübnan’ın da benzer kaygılara sahip olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla Amerikan siyaseti için Lübnan’ı İsrail’le karşı karşıya getirmek, Yemen’i vurmak kadar kolay görünmüyor. Bu noktada da Biden yönetimi Husiler’e karşı büyük bir operasyon başlatarak Kızıldeniz’deki kaosu büyütmek istese de Lübnan’ın stratejik önemi ülke için bir koruma duvarının da oluşması gerekliliğini açığa çıkarıyor.  

Fransa’nın tutumu 

Gazze savaşının Lübnan’a bakan tarafı için Amerikan diplomasisi yoğun bir şekilde ilerlerken Lübnan’ın uzun soluklu hamisi Fransa’nın İsrail-Lübnan hattında gerilime son vermeye yönelik girişimlerinin aşamalı ve daha yüzeysel ilerlediği gözleniyor. 2020 yılındaki Beyrut patlamasından hemen sonra Lübnan’a peş peşe ziyaretler yapan Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, 7 Ekim’den sonra Lübnan’ı es geçerek İsrail, Mısır ve Ürdün’e gitmeyi tercih etmesi Lübnan’da ilk dikkati çeken gelişmelerden oldu. Macron’un Kasım ayında, yani savaşın başlamasının üzerinden bir ay geçtikten sonra ateşkes çağrısı yapması ise Fransız lideri eleştirilerin hedefine oturttu. Bu anlamda Macron her ne kadar Lübnan’ın savaşa girmesinin ağır sonuçları olacağını bilse de ocak ayının başına kadar İsrail ve Hizbullah arasındaki çatışmalar karşısında beklenenden daha pasif bir tutum sergiledi. Macron’u harekete geçiren önemli gelişmelerden biri ise, 2 Ocak’ta İsrail dronlarının Beyrut’ta Salih el Aruri’yi öldürmesi oldu. Fransa diğer Batı ülkelerinin aksine Hizbullah’la temas halinde olduğu için savaşta denge sağlayacak bir role odaklanmasının olumlu sonuç vereceğini tahmin etse de İsrail’in orantısız güç kullanımı nedeniyle savaşın seyrinin dengeleri alt üst edecek şekilde değişmesi, Macron’un Lübnan’ı savaşa sokmamak için tutum değiştirmesine yol açtı. Bu tutum değişikliğinde iki farklı neden daha açığa çıkıyor. Fransa’nın Lübnan’daki görünürlüğü özellikle Hristiyan toplumu için önemini hala korusa da Lübnanlılar savaşın başından bu yana Lübnan’ın yeniden 2006’dakine benzer bir ateşin ortasına düşmemek için Fransa’dan gelmesi gereken himayeyi görmediklerini düşünmeye başladılar. Ek olarak Macron’un Lübnan’a gitmeden Lübnan için Gazze savaşına yönelik bir politika üretmesi de Lübnan’dan Fransa’ya yükselen tepkileri açığa çıkardı. Diğer taraftan Fransız siyasetinde İsrail operasyonlarına karşı Macron’un daha sert bir aksiyon alması gerekliliği yönündeki uyarıların artması Macron’un Lübnan’da krizi tırmandırmaması hususunda İsrail’e açık bir şekilde uyarılarda bulunmasını gerektirdi. Dolayısıyla eski sömürgeci yeni müttefik Fransa, Lübnan’ı söylemlerine dahil ederek diplomatik yollarla Lübnan’ın Gazze savaşından olabildiğince en az zararla çıkmasını hedeflediğini de göstermiş oldu.  

İsrail, Lübnan’ı savaşın içine çekecek mi? 

Savaşın işgalci yüzü olan İsrail’in de tehdit söylemlerini ve şiddetini artırmasına rağmen Lübnan’la diplomatik bir süreç yaşamak istediği ve kuzey cephesini açmak istemediği açık. Nitekim Netanyahu hükümeti, Hizbullah’la İsrail arasında 2006 yılında gerçekleşen savaşın benzerini yaşamaya hazır görünse de nokta atışlarından yana bir tavır almayı tercih ediyor. Bu tavır bir anlamda özellikle İsrail’in kuzeyinde yaşayıp tahliye edilmek durumunda kalan İsrail vatandaşlarını teskin etme amacı da taşıyor. Bununla birlikte Hizbullah’a verdirdiği kayıplar kuzeydekiler için önemsense de İsrail’in genelinde savaşın yayılması endişesinin hakim olduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla Lübnan’ın savaşa girmesi ihtimali İsrail toplumu tarafından tepkiyle karşılanıyor. Bu nedenle de İsrail’in geniş çaplı bir operasyondan çekinmeyeceği gelen beyanatlarda açığa çıkmakla birlikte, İsrail, İran ve Hizbullah’a gözdağı vermek için Lübnan yerine Şam’ı vuruyor veya Beyrut’ta Aruri’nin bulunduğu ofis gibi tek bir noktayı hedef alıyor. Dolayısıyla Lübnan’ın kalbine kadar ilerleyerek savaşın tırmandırılması, İsrail için de çok anlamlı gelmiyor.  

Bu çerçevede küresel siyasette yeterince göz önünde bulundurulmayan Lübnan’ın jeopolitik önemi açısından Gazze savaşında kritik hesapların merkezinde yer aldığı anlaşılıyor. Savaşın kısa vadede bitmeyeceğine yönelik güçlü tahminlerle birlikte İran’daki son patlamalar, Irak’taki Amerikan üslerine yapılan saldırılar, Kızıldeniz’de Husilerin mücadelesi savaşın yayıldığı izlenimini veriyor ancak Lübnan tam anlamıyla savaşa girmeden bölgesel savaşın başladığı kabul edilmiyor. Dolayısıyla da şiddetini her geçen gün artırarak devam eden Gazze savaşından Lübnan’ı uzak tutmak için diplomatik girişimler sıklaşmaya ve siyasi rotalar belirlenmeye devam ediyor.