Türkiye’nin kuzeyinde Rusya’nın Ukrayna işgali devam ederken, güneyinde Gazze’deki insanlık dramı devam etmekte ve İran ile İsrail arasındaki gerilim her geçen gün artmaktadır. Sadece dünya basınında değil, aynı zamanda Türkiye’deki tüm kurum ve kuruluşlar için bu gelişmeler doğal olarak dikkat çekmektedir. Ancak her ne kadar bu gelişmeler çok önemli de olsa, Türkiye’nin konsantrasyonunu bozmaması gerekiyor. Suriye’deki statüko Türkiye’nin güvenlik ihtiyaçlarını karşılamıyor ve yeni riskler barındırıyor. YPG, Suriye’de kurduğu sözde ‘Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’ seçimlere hazırlanırken ve Irak’ta PKK’ya karşı yeni bir ivme yakalanmışken, Türkiye Suriye’yi göz ardı edemez. Bölgemizdeki tüm olumsuz gelişmelere rağmen, Türkiye Suriye bağlamındaki konsantrasyonunu kaybetmemelidir. 

İsrail’in İran’ın Şam Büyükelçiliğine ait ek binayı hedef almasının ardından, İran’ın ilk defa doğrudan kendi topraklarından İsrail’i hedef alması bölgesel istikrar ve güvenlik için ciddi bir sorundur. Özellikle İsrail’in ne tür bir cevap vereceği bilinmediği bu dönemde, olası bir kaza veya koordinasyonsuzluk, tüm bölgeyi savaşa sürükleme riskini barındırıyor. Bu riskin farkında olan Türkiye, İran ve ABD arasında arabuluculuk yaparak, tarafların hamlelerinin daha iyi koordineli olmasını ve işlerin rayından çıkmayıp, eskalasyonun sınırlı kalması için büyük bir çaba göstermektedir. Buna ilaveten Gazze bağlamında Türkiye’nin uluslararası alanlarda ciddi diplomatik çabaları sürmektedir. 

İran’ın saldırısında Ürdün ve Suudi Arabistan gibi iki Arap devletin doğrudan İsrail, İngiltere, ABD ve Fransa ile eşgüdümlü olarak İsrail’i doğrudan koruması, bölge politikaları için çok önemli bir dönüm noktasıdır. Ancak o konuyu başka bir yazıda ele almak gerekir. Kuzeyimizde ise Rusya’nın Ukrayna işgali sürmektedir. Türkiye bir yandan iki taraf arasında arabuluculuk yaparken, diğer yandan da Ukrayna Silahlı Kuvvetleri’ne çok kritik silah sistemleri sağlamaktadır ve Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü savunmaktadır. Hatta mart ayında tahıl anlaşmasını tekrar yenilemeye çok yaklaşmışken, Ukrayna tarafının son dakika müzakerelerden çekilmesiyle bu çabalar başarısız olmuştur. Bölgemizde bu kadar önemli olaylar yaşanırken ve Türkiye hepsinin merkezinde yer alırken, doğal olarak hem kamuoyu nezdinde hem de Türk bürokrasisinde ve siyasetinde bu konular gündemi teşkil etmektedir. 

Ancak tüm bunlara rağmen, Türkiye doğrudan kendisini etkileyecek ve doğrudan sınırın ötesinde kendi ulusal güvenliğini etkileyecek konuları göz ardı etme lüksüne sahip değildir. Türkiye özellikle Irak hükümetiyle PKK’ya karşı yakaladığı yeni ivme ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 12 yılın ardından ilk defa Irak’a gidip PKK’ya karşı iş birliğini ve Kalkınma Yolu Projesi müzakerelerini sonuçlandırması beklenirken, Türkiye Suriye bağlamındaki konsantrasyonunu sürdürmelidir. Ukrayna’da savaş devam ediyor, İsrail Gazze’de kara harekatı düzenliyor ve İran ilk defa İsrail’e saldırıyor diye, Suriye’deki kriz donmuş değildir. 

Suriye'de müdahale bekleyen üç tehdit 

An itibariyle Türkiye için 3 temel hayati gelişme bulunmaktadır. Bunların birincisi ve belki de en önemlisi, YPG’nin kurmuş olduğu ‘Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’ geçtiğimiz aylarda yeni bir toplumsal sözleşme ilan etti. Bu toplumsal sözleşme aslında solcu jargona uygun yeni bir anayasa metnidir. Toplumsal sözleşmenin ilan edilmesinden hemen sonra Yüksek Seçim Kurulu seçilmiştir. Seçilen Yüksek Seçim Kurulu, örgütün kontrolündeki bölgelerde yerel mahalli seçimler için hazırlıklara başlamıştır. 7 Nisan tarihinde belediye kanunu ve belediye seçim kanunu ilan edilmiştir. Buna ilaveten yerel seçim tarihi 30 Mayıs olarak belirlenmiştir. 

Örgüt tarafından ilan edilen seçim kanununa göre her şehir bir seçim bölgesi olarak tasarlanmıştır. Her seçim bölgesinde iki eşbaşkan ve seçim bölgesinin nüfusuna göre belediye meclisi oluşturulacaktır. Seçimlere 18 yaş üstü olup, ‘Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetim’ tarafından kimlik kartı alan ve en az beş yıldır seçim bölgesinde yaşayan herkes seçimlere katılma hakkına sahiptir. Örgütün koymuş olduğu beş yıllık ikamet şartının temel amacı, güneyden kuzeye göç eden veya rejim bölgelerinden örgüt kontrolündeki bölgelere kaçan Arapların seçimlere katılımını kısıtlamaktadır. Özellikle Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde Suriyeli Kürt nüfusu Türkiye’ye, Irak’a ve Avrupa’ya doğru göç sebebiyle azalmıştır. 

Örgüt Suriye sahasında seçimlere giderken, uluslararası alanda da kendi devletçiğin tanınması için de çabalarını sürdürmektedir. Örgüt ABD’deki meşhur lobi şirketi ‘Brownstein Hyatt Farber Schreck’ ile anlaşma sağlamıştır. Eski ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Edward Royce’ın başında olduğu lobi şirketi ile imzalanan anlaşmanın ilk maddesi, ‘Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’nin ABD tarafından resmen tanınması için çalışmak olduğu açıkça belirtilmiştir. Türkiye’nin Irak’ta örgüte karşı yakaladığı ivmeye rağmen, YPG’nin Suriye sahasındaki devletleşme adımlarına karşı politikalar geliştirmemesi düşünülebilir değildir. 

Suriye’ye uluslararası yardımlar kesildi

Türkiye için Suriye bağlamında hayati olan ikinci konu ise Türk askerin bulunduğu İdlib ve güvenli bölgelerdeki ekonomi ve asayiştir. Suriye’ye insani yardım sağlayan uluslararası fonların çoğu Ukrayna ve Gazze’ye odaklanmış durumda. Hatta Türkiye dahi Gazze’ye en çok insani yardım gönderen ülke statüsünde. Ancak maalesef, birçok ülke ve uluslararası kurum Suriye’ye yönelik insani yardımlarda %70’e varan kesintilere gitti. Dünya Gıda Programı ise Suriye’ye yardımlarını tamamen bitirdi. Kısacası, önümüzdeki süreçte Suriye’deki çok kötü ekonomik şartlar ve yaşam kalitesi giderek kötüleşecektir. 

Türk askerin bölgede bulunması sayesinde hayatta kalan 5,4 milyon Suriyelinin yaşadığı bu bölgedeki hayat şartların daha da fazla kötüleşmesi, Türkiye üzerindeki göç baskısını yükseltebilir. İdlib, Afrin, Azez, Cerablus, Tel Abyad ve Rasulayn hattından kaçakçılar vasıtasıyla Türkiye’ye geçmeye çalışanların sayısı artabilir. Türk iç kamuoyunda bazı siyasi partiler tarafından çok yüksek seste Suriyeli sığınmacıların Suriye’ye geri dönmesi talep edilirken, Suriye’deki gerçekler bunun tam aksi yönünde değişmektedir. 

Türk askerin bulunduğu bölgelerdeki ekonomik durumun kötüleşmesi, bölgedeki asayiş sorunlarını da tetiklemesi muhtemeldir. Özellikle Suriye Geçici Hükümeti tarafından kontrol edilen ve Türkiye’deki sınır valileri tarafından desteklenen bölgelerdeki halkın giderek artan bir memnuniyetsizliği söz konusuydu. Güvenli bölgelerde yaşayan insanların bölgedeki merkezi otorite eksikliği, demokratik temsiliyet eksikliği ve asayiş sorunlara ilişkin rahatsızlığı bilinen bir gerçektir. Ekonominin daha da fazla kötüleşmesi bunu daha fazla olumsuz yönde etkileyecektir. Bölgedeki sivil halk yaşayacağı sorunlarda yerel meclisleri ve yerel meclis başkanlarını sorumlu tutması öngörülebilir. Bu bağlamda yerel meclislerin ve yerel meclis başkanların halk nezdindeki meşruiyeti ve temsil gücü seçimler yoluyla güçlendirilmelidir. Suriye Geçici Hükümeti ise bölgedeki gerçek siyasi otorite olarak halkın hem övgüsünü hem de öfkesinin hedefi olmalıdır. Nitekim YPG’nin belediye seçimleri düzenlediği bir dönemde, Suriye’de seçimler için ayaklanan Suriye muhalefetinin hala seçim düzenleyememiş olması trajikomiktir. 

İran karşıtı koalisyon kurulması Türkiye’yi nasıl etkileyebilir 

Türkiye için üçüncü önemli ve belki de en önemli mesele jeopolitik düzeydedir. Şöyle ki, Rusya ve İran aynı anda Suriye’de bulunuyorlar. Şimdiye kadar İsrail’in hava saldırıları haricinde Rusya ve İran’a karşı Suriye özelinde bir politika geliştirilmedi. Ancak ABD ve İsrail öncülüğünde ve Arap devletlerin de destek verdiği İran karşıtı ve hatta belki de Rusya karşıtı koalisyonun kurulma ihtimali göz ardı edilmemelidir. Nasıl ki 2014 yılında DAEŞ karşıtı koalisyonu YPG’yi yerel müttefik olarak belirledi ve örgütün önünü Rakka’ya ve Deyrizor’a kadar açtıysa, yine İran karşıtı bir koalisyon örgüte yatırım yapabilir. Bu ihtimale karşı Türkiye bölgede hazırlıklar yapmalı ve politikalar belirlemelidir. Türkiye bir yandan YPG’yi alternatif olmaktan çıkarmalı, diğer tarafından Suriyeli alternatifleri ön plana çıkarmalıdır ve en önemlisi ABD ile Türkiye arasında Suriye sahasında artık bir ortak zemin bulunmalıdır. YPG’nin olmadığı ve iki NATO müttefikinin beraber çalıştığı bir zemin.