4 Haziran 2025’te düzenlenen ABD-Orta Asya Forumu, küresel sistemdeki güç dengelerinin yeniden şekillendiği, büyük güç rekabetinin derinleştiği bir dönemde ABD'nin Orta Asya’ya yönelik dış politikasında yeni bir sayfa açma potansiyelini ortaya koyuyor.  

Forum boyunca öne çıkan başlıca temalar (kritik minerallerin tedarik zincirindeki rolü, bölgesel altyapı yatırımlarının stratejik önemi ve güvenlik iş birliği imkanları) ABD'nin bölgeye yönelik angajmanını sadece ekonomik araçlarla değil, aynı zamanda siyasi ve güvenlik boyutlarıyla yeniden yapılandırma arzusunu yansıtıyor.

Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) ile altyapı ve finansman alanlarında uzun süredir yürüttüğü yayılmacı stratejisine, Rusya’nın tarihsel bağları ve güvenlik odaklı etki mekanizmaları eşlik ederken; ABD, şimdiye dek görece sınırlı kalan bölge ilgisini daha bütüncül bir yaklaşımla genişletme sinyali verdi. Bu bağlamda, Orta Asya'da görünürlük kazanma çabası yalnızca ekonomik kalkınma perspektifiyle sınırlı kalmayıp, ABD’nin küresel tedarik zincirinde güvenliği sağlama, stratejik bağımlılıkları azaltma ve bölgedeki siyasi çok kutupluluğa katkı sunma hedefleriyle de örtüşüyor.  

Forum, bu çerçevede ABD'nin Orta Asya'da sürdürülebilir ve uzun vadeli bir ortaklık kurmaya dönük iradesini hem bölge ülkelerine hem de uluslararası kamuoyuna göstermesi açısından kritik bir platform işlevi görüyor.

Kritik mineraller üzerinden önemli ortaklık  

ABD’nin Orta Asya’ya yönelik jeoekonomik ilgisinin merkezinde, küresel enerji dönüşümünün temel bileşenleri arasında yer alan kritik mineraller bulunmaktadır. Lityum, kobalt, bakır, nadir toprak elementleri ve özellikle nükleer enerji güvenliği açısından stratejik öneme sahip olan uranyum, ABD’nin dış ticaret açığını kapatmak, tedarik zinciri kırılganlıklarını azaltmak ve Çin’e olan bağımlılığını kırmak açısından öncelikli kaynaklar haline gelmiştir. Bu bağlamda, Kazakistan’ın ABD’nin ithalata bağımlı olduğu 12 kritik mineralin sekizini üretmesi ve uranyumda dünya üretiminin %40’ına hükmetmesi, Washington’un Orta Asya’yı yalnızca çevresel veya kalkınmacı değil, doğrudan ulusal güvenlik perspektifiyle değerlendirmesine neden olmaktadır.

Kazakistan’a ek olarak Özbekistan da önemli miktarda keşfedilmemiş rezervi ve altyapı geliştirme iradesiyle ABD için potansiyel bir ortak olarak öne çıkmaktadır. Özellikle enerji geçişinde kritik rol oynayan bakır, ABD için Kazakistan’la daha ileri düzey iş birliklerini kaçınılmaz kılarken, bu ortaklıkların sadece çıkarma değil, işleme ve ara üretim zincirlerini de kapsayan çok katmanlı bir yapıda ele alınması gerektiği vurgulanmaktadır.

Ancak, bu stratejik ortaklık mimarisinin hayata geçirilmesinde ABD iç hukuk sistemindeki sınırlayıcı düzenlemeler belirleyici bir engel olarak varlığını korumaktadır. Jackson-Vanik değişikliğinin hala yürürlükte olması, Kazakistan’ın gelişmiş pazar statüsüne rağmen ABD ile kalıcı normal ticaret ilişkileri kurmasını engellemekte; bu durum ise ABD şirketlerinin yatırım iştahını doğrudan olumsuz etkilemektedir. Ayrıca, Kazakistan ve Özbekistan gibi ülkelerin, “endişe duyulan yabancı varlıklar” (FEOC) sınıflandırması altında Çin ve Rusya’ya coğrafi yakınlıkları nedeniyle cezalandırılması, Washington’un oluşturmak istediği stratejik güvenlik ağı ile çelişen bir başka sistemik açmazdır.

Buna ek olarak, ABD’nin bu ülkelerle serbest ticaret anlaşması imzalamamış olması, Kazak ihracatının %27 gibi yüksek oranlarda gümrük tarifelerine maruz kalmasına ve ABD pazarında rekabetçiliğin düşmesine yol açmaktadır. Kazakistan’ın ABD elektrikli araç üretiminde kullanılan mineraller için vergi teşviklerinden dışlanması, kritik mineraller üzerinden inşa edilmek istenen ekonomik ortaklığın somutlaştırılmasını da zorlaştırmaktadır.

ABD’nin Orta Asya’daki jeoekonomik angajmanı, yalnızca piyasa odaklı değil, aynı zamanda yapısal reformlar ve karşılıklı güvene dayalı kurumsal ortaklıklarla desteklenmek zorundadır. Aksi halde, Çin’in uzun vadeli kredi destekli altyapı yatırımları ve Rusya’nın güvenlik eksenli nüfuzu karşısında ABD’nin rekabet gücü bölgesel ölçekte sınırlı kalmaya devam edecektir. Kritik mineraller üzerinden geliştirilecek yeni bir ortaklık mimarisi, ancak siyasi irade, yasal reform ve bütüncül diplomatik stratejilerle hayata geçirilebilir.

Enerji ve altyapıda “tam değer zinciri” yaklaşımı

ABD-Orta Asya Forumu’nun öne çıkan diğer bir başlığı, enerji altyapısı ve madencilik sektörlerinde yalnızca hammadde çıkarımına dayalı modellerin sürdürülebilirliğinin sorgulanmasıydı. Forumdaki uzmanlar, özellikle Atlantik Konseyi Küresel Enerji Merkezi temsilcileri, ABD'nin Orta Asya ile ekonomik ortaklığını yalnızca ilk aşama çıkarım faaliyetlerine indirgemesi durumunda, bölgedeki girişimlerinin rekabet gücünden ve ekonomik verimliliğinden yoksun kalacağı uyarısında bulundular. Bu minvalde, değer zincirinin yalnızca yukarı akış değil, orta ve aşağı akış segmentlerini de kapsayan bir bütünsellik içinde ele alınması gerektiği vurgulandı.

Madencilik ve işleme süreçlerinin, yüksek enerji ve su tüketimi gerektiren faaliyetler olduğu göz önüne alındığında, altyapı eksiklikleri bu sektörlerdeki yatırımların uygulanabilirliğini doğrudan etkilemektedir. 

Kazakistan’ın son yirmi yılda ulaştırma altyapısına yaklaşık 35 milyar dolar yatırım yapmış olması ve 2030’a kadar 5.000 kilometre demiryolu hattı eklemeyi planlaması, bu alandaki ciddi devlet kapasitesine işaret etmektedir. Özellikle Hazar üzerinden Avrupa’ya uzanan Orta Koridor’un yük trafiğinde 2024 yılında %62’lik bir artışla 4,5 milyon tona ulaşılması, ABD’nin bölgeye dair lojistik fırsatları yeniden değerlendirmesine neden olmuştur.

Ancak bölge hâlâ ciddi yapısal sınırlamalarla karşı karşıyadır. Kritik maden yataklarının yetersiz haritalanması, enerji iletim altyapısındaki eşitsizlikler ve suya erişim konusundaki bölgesel dengesizlikler, ABD’li yatırımcılar açısından önemli belirsizlik alanları oluşturmaktadır. Forumda bu sorunlara karşı “tam değer zinciri yaklaşımı” önerilmiş ve yalnızca maden çıkarımı değil, aynı zamanda işleme, taşıma, pazar erişimi ve insan kaynağı gelişimi gibi tüm aşamaların entegre biçimde planlanması gerektiği dile getirilmiştir.

Bu noktada, ABD’nin geleneksel özel sektör merkezli yatırım anlayışının ötesine geçerek, kamu-diplomasi destekli, çok paydaşlı ve kalkınma temelli bir angajman modeline yönelmesi gerekmektedir. Şu anki durumda Washington’un bölgeye olan yaklaşımı büyük ölçüde Chevron ve ExxonMobil gibi büyük enerji şirketlerinin öncülüğünde ilerlemekte; ancak enerji dönüşüm süreci, daha kapsayıcı ve yüksek teknoloji odaklı bir strateji gerektirmektedir. Ayrıca ABD'nin bu alandaki rekabetçiliğini artırabilmesi için Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) ya da Dünya Bankası gibi çok taraflı finansal kuruluşlarla iş birliği geliştirmesi, altyapı projelerine ortaklık modeliyle dahil olması büyük önem taşımaktadır.

ABD’nin Orta Asya ile enerji ve madencilik alanındaki stratejik ortaklığı, yalnızca kaynak çıkarımına dayanan geleneksel modellerle sürdürülebilir değildir. Bu ortaklığın başarılı olabilmesi için altyapı yatırımlarından başlayarak lojistik, çevresel sürdürülebilirlik ve sanayi entegrasyonuna kadar tüm zincirin sistematik biçimde planlanması ve finanse edilmesi gerekmektedir. Aksi halde ABD, Çin’in bölgedeki altyapı finansmanı ve Rusya’nın enerji bağımlılığı üzerinden kurduğu nüfuz alanlarına karşı etkili bir denge kurmakta zorlanacaktır.

Güvenlik ve jeopolitik denge

Forumun genelinde ekonomik kalkınma, tedarik zinciri güvenliği ve enerji odaklı tartışmalar ön planda yer alsa da jeopolitik güvenlik boyutu konuşmaların satır aralarında giderek daha fazla öne çıktı. Özellikle artan IŞİD-Horasan (IŞİD-K) tehdidi, Afganistan sonrası dönemde bölgedeki güvenlik açıklarının daha görünür hale gelmesine neden olmuş; bu durum Orta Asya devletlerinin dış aktörlerle güvenlik iş birliklerini yeniden gözden geçirmelerine yol açmıştır. Bu çerçevede, ABD'nin sınır güvenliği, terörle mücadele ve istihbarat paylaşımı gibi alanlarda bölge ülkeleriyle daha sistematik ve eşit düzlemde iş birlikleri kurması yönünde beklentiler dile getirilmiştir.

Trump yönetiminin işlemsel (transactional) dış politika yaklaşımı, özellikle askeri müdahale ya da geniş kapsamlı güvenlik taahhütleri yerine, hedefe yönelik, kısa vadeli ve sonuç odaklı iş birliklerini öne çıkarmaktadır. Bu çerçevede, ABD’nin Orta Asya devletleriyle istikrarlı ve kapasite geliştirici güvenlik mekanizmaları kurması, yalnızca bölge istikrarını sağlamakla kalmayacak; aynı zamanda Çin ve Rusya’nın güvenlik üzerinden tesis ettiği nüfuz alanlarına alternatif bir model geliştirmesini mümkün kılacaktır.

Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) aracılığıyla sunduğu yüksek maliyetli altyapı kredileri, birçok Orta Asya ülkesi açısından uzun vadeli borçluluk risklerini beraberinde getirirken; Pekin’in bu yatırımlar üzerinden siyasi baskı araçları oluşturduğu yönündeki eleştiriler de bölgesel karar alıcılar nezdinde yankı bulmaktadır.  

Öte yandan Rusya, tarihsel olarak bölgeyi “arka bahçesi” olarak konumlandırmakta ve Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü (KGAÖ) gibi platformlarla askeri bağlarını sürdürmektedir. Ancak Ukrayna savaşı sonrası zayıflayan Rus prestiji ve artan bağımlılık ilişkileri, bölge ülkelerini Moskova’ya karşı daha özerk bir çizgiye yöneltmiştir.

Bu koşullar altında, ABD’nin sunduğu potansiyel güvenlik ortaklığı; daha az müdahaleci, şeffaf kurallara dayalı ve karşılıklı faydaya odaklı olması bakımından alternatif bir cazibe merkezi oluşturabilir. Ancak bu modelin başarısı, ABD’nin bölgeye yönelik ilgisini kurumsal bir dış politika eksenine oturtmasıyla doğrudan ilişkilidir. Bugüne dek aralıklı üst düzey ziyaretler, kısa süreli kalkınma projeleri ya da bireysel şirketlerin girişimleriyle sınırlı kalan ABD varlığı, bölge başkentleri nezdinde güven telkin etmekte zorlanmaktadır.

Ayrıca, ABD’nin bölgesel güvenlik alanındaki etkisini artırabilmesi için Afganistan sonrası oluşan güvenlik boşluğunu değerlendiren daha kapsamlı bir stratejiye ihtiyacı vardır. Bu strateji; radikal unsurların sınır aşan hareketliliği, uyuşturucu kaçakçılığı, yasa dışı silah ticareti ve insan kaçakçılığı gibi çok boyutlu tehditleri kapsayacak şekilde tasarlanmalıdır.  

Bölgesel güvenlik mekanizmalarına teknik destek, sınır gözetimi için dijital altyapı yatırımları ve eğitim programları gibi araçlarla katkı sağlanması, ABD’nin güvenlik eksenindeki görünürlüğünü güçlendirecektir.

Çin ve Rusya gibi aktörlerin baskın olduğu bir coğrafyada, ABD’nin Orta Asya’ya dönük güvenlik politikasında istikrar, süreklilik ve karşılıklı güven inşası belirleyici faktörlerdir. Bu doğrultuda Washington’un atacağı her adım, yalnızca jeopolitik rekabette pozisyon kazanmak değil; aynı zamanda bölgesel düzenin çok taraflılık temelinde yeniden şekillendirilmesine katkı sunmak anlamına gelecektir.