Ülkemizde uluslararası ilişkiler alanında bölge çalışmaları yapan bilim insanları dünya siyasetindeki savaş, barış, ekonomik yaptırım gibi teorik konuları kendi alanlarındaki ülkelerin aralarındaki etkileşime uygulayarak farklı dinamikleri inceleseler de tek bir ortak noktada buluşabilirler. Bu nokta, Orta Doğu bölgesindeki etkileşimlerin diğer tüm bölgelerdeki etkileşimlere göre her zaman gündemde daha fazla kalması, daha çok kişiye hitap etmesi ve gerek akademide gerek medyada daha çok tartışılması olabilir. Bölgede yaşanan etkileşimlerin sertlik derecesinin fazla olması, Türkiye’nin bölgeye yakınlığı, Arap Baharı’ndan sonra halk-devlet çatışmalarının bölgeyi uzun zamandır sarsıyor olması, bölge içinde erişilebilir doğal kaynakların fazlalığı gibi nedenler bu durumu açıklayabilir. Ancak Orta Doğu’ya yönelik çalışma ve akademik ilginin ağırlığı bazen diğer bölgelerde yaşanan etkileşimlerin yeterince görülmesini hatta bu etkileşimlere yeterince ilgi duyulmasını engelleyebilir. Bu engelin o bölgeleri çalışan akademik çevrelerce ve medya tarafından halka bilgi servisi yoluyla azaltılmaya çalışıldığı söylenebilir. Ancak bu servis Orta Doğu’ya yönelik bilgi servisine göre daha az olduğu bir gerçektir. 

Sadece ülkemizde değil, dünyada da bilgi servisinin az olduğu bölgelerden (kıtalardan) biri de Afrika olarak göze çarpmaktadır. Tarihi Doğu ve Atlantik köle ticaretleriyle, kolonyalizmle, uzun süren ve fazla sayıdaki askeri rejimlerle, şiddetli iç savaşlarla evrimleştiren Afrika’daki ülkelerin aralarındaki etkileşimlerle ilgili ne gerektiği kadar haber yapılmaktadır ne de gerektiği kadar akademik yorum bulunmaktadır. Öyle ki, Ruanda’nın desteklediği iddia edilen M23 adlı milis grubunun Demokratik Kongo’daki stratejik Goma şehrini ele geçirmesiyle ilgili Demokratik Kongo Cumhurbaşkanı Felix Tshisekedi bile dünyadaki kişilerin ve kurumların konuya yeterince ilgi göstermediğini söylemiştir. Aynı ilgisizlik Sudan’daki iç savaş için de geçerlidir. Ünlü The Economist dergisi belki de yayın yaşamında ilk kez Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni, Amerika Birleşik Devletleri’ni, Avrupa Birliği’ni bir ülkede yaşanan krizle daha çok ilgilenmeye davet etmiştir. Böyle giderse benzer bir davet de Demokratik Kongo için gelebilir. 

Gerilimin tarihi arka planı 

Dünyanın görmekte ve duymakta zorlandığı Afrika’nın kalbinde yer alan, Joseph Konrad’ın iki romanına, Hergé’nin Tenten çizgi romanına, gemi kaptanı Katanga adıyla Indiana Jones filmine bile konu olmuş Demokratik Kongo (eski adıyla Zaire olarak bilinir ki 70’ler dinleyenler ülkenin Johnny Wakelin’in In Zaire adlı parçasına bile konu olduğunu bilirler) Cumhurbaşkanı Tshisekedi dün yaptığı halka sesleniş konuşmasının devamında önemli bir mesaj verdi. Tshisekedi, Demokratik Kongo ordusunun terörist olarak görülen M23 milislerine ve onu destekleyenlere karşı bir askeri cevap vereceklerini söyledi. Dışişleri Bakanı Theresa Kayikwamba Wagner ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin en son geçtiğimiz salı yaptığı toplantının yeterli olmadığını, Güvenlik Konseyi’nden M23 ile ilgili bir girişim beklediklerini söyledi. Wagner’e göre yapılması gereken şey M23 militanlarını Demokratik Kongo’yu terk etmeye zorlamak ve onları destekleyen Ruanda’ya ekonomik yaptırım uygulamak olmalıydı. 

Tshisekedi 

Afrika’daki en uzun süren çatışmalarından birinin yaşandığı Demokratik Kongo’nun Ruanda’nın desteklediği iddia edilen M23 ile sorunu aslında 1994 yılında Ruanda’da yaşanan ve 100 günde yaklaşık 800 bin kişinin öldürüldüğü soykırıma ve sonrasında gelişen Birinci ve İkinci Kongo Savaşları’na kadar dayanıyor. 1 Temmuz 1962 tarihinde bağımsız olan Ruanda’nın ilk Cumhurbaşkanı Hutu Yurttaşlığı Hareketi Partisi’nin Genel Sekreteri Gregoire Kayibanda’ydı. Kayibanda’nın en büyük hedefi kolonyal dönemden önce ve kolonyal dönemde sürekli olarak Hutular’a göre çeşitli siyasi ve ekonomik ayrıcalıklarla yaşamış Tutsiler’e Hutu üstünlüğü yaşatmaktı. Zaten 1959 yılına hep Tutsi kralı (mwami) tarafından yönetilmiş olan Ruanda-Urundi krallığına son veren Kayibanda 1965 yılından sonra partisini tek yasal parti haline getirdi. 

Ülkede öyle bir Tutsi nefreti vardı ki, Kayibanda 1973 yılında Ruanda devriminin gerçekleştiğini ve artık Tutsilere Hutular’ın üstünlüğü sağlandığı için devrimi durdurmaları gerektiği söylediği için başka bir Hutu olan ve Kayibanda’yı yetersiz bulan Genel Kurmay Başkanı Juvenile Habyarimana tarafından bir askeri darbeyle devrildi. Habyarimana’ya göre Tutsiler Hutular’ın üstünlüğünü henüz yeterince kabul etmemişlerdi ve bu sağlanana kadar devrim devem etmeliydi. 

Kayibanda’nın partisini kapatan Habyarimana 1975 yılında Kalkınma için Ulusal Devrimci Hareket adında yeni bir parti kurup 1978, 1983 ve 1988 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortalama yüzde 98,2’lik bir oy alarak yönetimini güçlendirdi. Habyarimana’nın döneminde ülkedeki Hutular 1959 Devrimi’ni devam ettirerek çok sayıda Tutsi’yi öldürdüler. Bu arada ülkedeki üçüncü etnik halk Twalar ise ormanlarda yaşamaya zorlandılar ve kesinlikle şehir hayatına alınmadılar. 

İlk karşı organize hamle 

Tutsilere karşı girişilen bu katliama karşı ilk organize akım 1990 yılında geldi. Devrimden kaçarak çevredeki ülkelere sığınan Tutsiler, Ruanda Yurtsever Cephesi adı altında birleşerek Ruanda’ya girdiler. Yaklaşık 500 bin kişilik bir orduyla Ruanda’da Hutular’a karşı mücadele etmeye başlayan Ruanda Yurtsever Cephesi 1993 yılında Habyarimana’yı Tanzanya’nın arabuluculuğunda Arusha Ateşkes Anlaşması’nı imzalamaya zorladı. 

Anlaşmaya göre Hutular Ruanda Devrimi kapsamında Tutsiler’i öldürmeyi kesecek, Yurtsever Cephe de çatışmaları durduracaktı. Her şey yolunda giderken Habyarima’nın uçağı 6 Nisan 1994 tarihinde düştü ve Hutular uçağın düşüşünü Tutsiler’in bir suikastı gibi görünce ateşkes sona erdi. Ordunun da desteğiyle yeniden Tutsiler’e saldırmaya başlayan Hutular “Interahamwe” adında bir paramiliter örgüt kurdular ve Tutsiler’e hamamböceği anlamına gelen “inyenzi” adını takarak onları öldürmeye başladılar. En büyük Tutsi katliamının yaşandığı 6 Nisan 1994 tarihinden sonraki üç ay içinde toplamda 1 milyon Tutsi ve Tutsi öldürmeyi reddeden Hutular ile Twalar, Interahamwe üyeleri tarafından doğrandı. 

Ülkenin günümüzdeki Cumhurbaşkanı Paul Kagame’nin başkanı olduğu Yurtsever Cephe bu kanlı üç aydan sonra yönetimi ele geçirdi ve Ruanda Yurtsever Ordusu adı altında bir askeri kanat kurarak 1959 yılında Hutular’ın başlattığı Ruanda Devrimi’nin bu sefer Tutsiler adına devam ettirdi. Tutsiler’den korkan Hutular acil olarak ülkeyi terk edip Zaire’ye sığındılar. Ancak Kagame’ye göre soykırımdan sorumlu birçok Hutu da zaten Zaire’ye kaçmıştı. Orduyu Zaire’ye sığınan Hutular’ın izlerini sürmek için Zaire’ye gönderen Kagame 1996 yılında ülkeyi işgal etti. Hutuları kendisine teslim etmeyen Zaire Cumhurbaşkanı Mobutu Sese Seko bu nedenle çıkan Birinci Kongo Savaşı’ndan Uganda’nın günümüzdeki Cumhurbaşkanı Yoweri Museweni’nin de Kagame’ye verdiği destekle devrildi. Kagame ve Museweni’nin desteklediği Laurent Kabila da ülkenin yeni cumhurbaşkanı oldu. Kabila ilk iş olarak ülkenin adını Zaire’den Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ne çevirdi.

Kabila’nın cumhurbaşkanı olması Ruandalı ve Ugandalı askerlerin Kongo’daki işgalci konumlarını bitirmedi. Askerler Kongo halkını taciz etmeye başlayınca Kagame’ye ileri gittiğini söyleyen Ruanda Genelkurmay Başkanı James Kabarebe, Kagame tarafından ülkeden kovuldu. Laurent Kabila’ya sığınan Kabarebe o dönemde günde en az yirmi ölüm tehdidi aldığını açıklamıştı. Kabarebe’nin Kabila’ya sığınmasını kabullenemeyen ve Kabila’dan Kabarebe’yi Ruanda Yurtsever Ordusu’na teslim etmesini isteyen Kagame ret yanıtı alınca öfkelendi. Bu öfke üzerine Yurtsever Ordu, Kongolu Tutsiler’in yoğun olarak yaşadıkları bölgelerden biri olan Güney Kivu’ya ilerleyince Kabila da Kongo Demokrasi Topluluğu adında bir askeri birlik kurdu. Ruanda Yurtsever Ordusu ile Kongo Demokrasi Topluluğu arasındaki çatışmalar yoğunlaştı ve bu çatışmalar 1998 yılında İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra en çok insanın hayatını kaybettiği İkinci Kongo Savaşı olarak tarihe geçti. 

Soykırım 

Her ne kadar bu iki savaş barışla bitirilse de Kagame, Ruanda’daki soykırımı hiç unutmadı. 1994 yılından beri sürekli cumhurbaşkanı seçilen Kagame, “genocidaire” adını taktığı Ruandalı Hutular’ın izlerini her zaman sürdü. Kagame bu konuda o kadar kararlıydı ki ülkede mahkeme, hâkim, savcı sayısı yetmediği için soykırımla bağlantısı olduğu düşünülen Hutuları bakkalların, manavların, kasapların, öğrencilerin, doktorların geçici olarak hâkim oldukları çim mahkemeleri denen gacacalarda yargıladı. 2003 yılında Ruanda’da gezseydiniz ormanlarda, kırlarda, bahçelerde sokağın köşesindeki bakkalın hâkim olarak karşınıza çıktığı ve Hutular’ın yargılandığı açık hava duruşmaları görebilirdiniz. Toplamda bir milyon Ruandalı Hutu bu mahkemelerde yargılandılar ve hukukla hiç ilgisi olmayan kişiler tarafından cezaya çarptırıldılar. 

Kagame’nin Hutu avı Hutular’ın ve Tutsiler’in yaşadığı bir ülke daha olan Demokratik Kongo’yu da etkiledi. Demokratik Kongo ordusu ile Ruanda’daki Hutu avı nedeniyle Kongo’daki Tutsiler’i potansiyel bir katliamından korumak isteyen Halkın Korunması için Ulusal Kongre arasında Kivu bölgesinde 2004 yılında başlayan çatışmalar 2009 yılında Ruanda’nın Kurtuluşu İçin Demokratik Güçler’in kurulmasıyla yeni bir boyuta taşındı. Bunun yanında, Birleşik Demokratik Güçler, Özgür ve Egemen Bir Kongo İçin Yurtsever Birliği ve Sheka gibi milisler de ortaya çıktılar. Tüm bu milislerin amacı Kongo’da Tutsiler’e Hutular tarafından siyasi bir baskı yapılmasını önlemekti. 

Kuzey Kivu’da ve Güney Kivu’da Kongo ordusu ve milisler arasında pek çok çatışma yaşandı ama en sert çatışmalar orduyla bu gruplara eklenen M23 arasında oldu. 2006 yılında ülkedeki ilk serbest seçimlerle yeniden cumhurbaşkanı olan Joseph Kabila 2009 yılında Ruanda’nın Kurtuluşu için Demokratik Güçler’i maaş bağlamak ve orduda yükselme vaatleriyle Kongo ordusu bünyesine aldı. Ancak 2009 yılından 2012 yılına kadar geçen sürede bir zamanlar Tutsili milisler olarak bilinen Ruanda’nın Kurtuluşu için Demokratik Güçler üyeleri kendilerine verilen sözlerin tutulmadığını öne sürerek Kabila’nın kendileriyle anlaşma yaptığı 23 Mart 2009 tarihinden esinlenerek M23 adlı yeni bir milis grubu kurdular. Toplamda 121 farklı alt milis grubunun oluşturduğu M23 2012 yılında Kongo devletiyle yoğun şekilde çatışsa da organizasyondaki sorunlar ve bütçe yetersizliği nedenleriyle 2012 sonunda eylemleri durdurdu ve 2022’ye kadar hiç hareket etmedi.

Kongo’daki hükümetler 2022 yılında Tutsileri ordudan atmaya başlayınca yeniden hareketlenen M23, Buanagaba şehrini ele geçirdi ve böylece çatışmalar yeniden alevlendi. M23 en son değeri 3 trilyon dolarla ölçülen mineral kaynaklarına sahip olan Goma’yı da ele geçirince Cumhurbaşkanı Tshisekedi, M23’e ve onu desteklediğini düşündüğü Ruanda’ya askeri operasyon mesajı verdi. 

Demokratik Kongo’nun Ruanda’ya verdiği bu mesaj aslında sadece M23 ile ilgili değil. Demokratik Kongo 1996 yılında başlayan Ruanda işgalinde Ruandalı askerlerin kendi topraklarından çalıp sattığı koltanı da unutamıyor. Demokratik Kongo’dan çalınan ve cep telefonlarının hammaddesi olan koltanı Amerika’ya satarak aslında hakkı olamayan bir gelir elde eden Ruanda’ya karşı büyük bir kini var Demokratik Kongo’nun. Bir başka konu da Afrika’da büyük oranda sadece Demokratik Kongo’da ve Ruanda’da yaşayan goriller oluşturuyor. Kongo’ya göre Ruanda, Kongo’daki gorilleri yasa dışı yollarla Ruanda’ya getiriyor ve turizm için kullanıyor. Ruanda’nın başkenti Kigali yakınlarındaki Volcano Ulusal Park’ında goril görmek isteyenler bin avroluk bir harcamayı göze almak zorundalar. Ruanda bu parktan büyük gelir elde ediyor. 

Birleşmiş Milletler Barış Güçleri’nin bütçelerinin kısıldığı, dünyanın neredeyse hiç ilgilenmediği, koltanın sürekli olarak çalındığı Demokratik Kongo ile muzdan bira bile yapabilen Ruanda’nın desteklediği iddia edilen M23 arasındaki çatışmanın bir Kongo-Ruanda savaşı olması sadece zamana bağlı. Daha önce iki kez savaşmış bu iki ülke dünyadaki savaş sayısının giderek artmasından da cesaret alarak birbirilerine bilenebilirler. Üçüncü Kongo Savaşı’nın asla gerçekleşmemesi, Afrika’ya olan bu ilgisizliklerde, yine Afrikalılara kalıyor. Birden sonra iki gelmiş olabilir ama bu seferlik ikiden sonra üç gelmesin, yine de.