Ne Irak Ne De Lübnan Suriye İçin Model Olmalı!

Suriye’de devrim zorlu bir sürecin ardından gerçekleşti. Altmış bir yıllık Baas rejimi, kırk yıllık Esed ailesinin başında bulunduğu iktidar sona erdi. Rusya askeri üslerdeki varlıklarını, İran birçok ülkeden topladığı milisleri geri çekti.
Şimdi Suriye’nin yeniden inşa zamanı. Kolay olmayacak elbette. Normal koşullar altında bile siyasi reformun çok zor altında gerçekleştiği günümüz koşullarında Suriye Geçici Hükümeti birçok zorluğu aşarak inşa faaliyetini yoluna koymak zorunda.
Yeni yönetimin çok katmanlı meydan okumalarla karşı karşıya olduğunu söylemeye gerek yok, yönetim de bunun farkında. Ancak esas mesele yeni yönetimin bu zorlukları aşıp aşamayacağı meselesi. Bu sorunun cevabı da maalesef yönetimin kapasitesi ve becerisi ile sınırlı değil.
Bu anlamda akla gelen ilk meydan okuma devrim sonrası paylaşım konusunun bir probleme dönüşmesi. İstediğini alamayan devrimci grupların yeniden çatışma düzlemine geçmesi. Bu anlamda devrimden hemen sonra bazı sorunların yaşandığı biliniyor. Ancak Ahmed eş-Şera liderliğindeki yönetim bunların üstesinden gelmiş durumda. Benzer anlamda ikinci zorluk ise eski iktidar kalıntılarının, dini, mezhebi ya da etnik motivasyonlarla isyan kalkışması ve orta vadede teritoryal ya da yönetimsel otonomi talep etmesi.
Bütün bu süreçlerde dış müdahale ve grupların kışkırtılması, finans ya da silah kaynağına ulaşmaları işten bile değil. Başka bir deyişle bölgesel ve küresel güçlerin bu sürece müdahil olması kaçınılmaz. Böylesi bir senaryoda ya çatışma yeniden alevlenir ya da bölünme üzerine bir paylaşım gündeme gelir. Bu düzlemde meydana gelen hiçbir paylaşımın istikrar sağladığı da görülmüş değil. Önümüzdeki Irak ve Lübnan örneklerine bakarak bu durumu anlamak zor değil.
Irak ve Lübnan örnekleri
1943 yılında imzalanan Ulusal Pakt çerçevesinde mezhep mensuplarının nüfus oranına göre yönetimde yer almaları esasına dayanan bir yönetim modeli ortaya çıktı. Buna göre Cumhurbaşkanının Maruni, Meclis Başkanının Şii, Başbakanın Sünni olması ve Parlamento üyelerinin Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasında 6/5 oranında paylaşılması öngörülmüştür. 1967’den sonra Filistinli mültecilerin ülkeye yerleşmesi, 1979 İran devriminden sonra Hizbullah’ın kurulması gibi unsurlarla bu anlaşma 1989 Taif Anlaşması ile güncellese de mezhepsel orana yönetim ‘hakkı’ prensibi değişmedi.
Taraflar arasında bir konsensüs sağlamış gibi görünen bu formül Lübnan’da istikrarsızlığın temel nedenlerinden birisi oldu. Ekonomik olarak Suudi Arabistan’a, güvenlik açısından da Hizbullah’ın belirleyici olduğu bir yapı ortaya çıktı. Ülkenin yıllarca cumhurbaşkanı yoktu ve aylarca hükümetsiz kaldığı dönemler söz konusu oldu. Bölgenin önemli bir ticaret merkezi, Doğu Akdeniz’deki zengin enerji kaynakları, Beyrut limanı ile önemli bir geçiş noktası olma potansiyeli, istikrarsızlığın gölgesinde kaldı. Kısacası potansiyelini kullanmak bir yana, Lübnan istikrarsızlığın pençesinden kurtulamadı. Seksen yıllık tarihsel süreçte Lübnan’ın tek kazanımı, demokrasi ile yönetilen tek Arap ülkesi olmakla anılması!
ABD işgalinin ardından Irak’ta oluşturulan sistem ise hem teritoryal hem de yönetimsel paylaşıma dayanmakta. Irak’ın kuzeyinde “Kürdistan Bölgesel Yönetimi” sınırları belirlenmiş bir bölgede özerklik kazanırken, siyasal iktidar Sünni Araplar, Şiiler ve Kürtler arasında paylaşıldı. Buna göre, ABD'nin dayatmasıyla Irak'ta Cumhurbaşkanı Kürt, Başbakan Şii ve Meclis Başkanı ise Sünni olacak şekilde bir paylaşım yapıldı. Ve Irak’ta da 2003’ten beri istikrar sağlanmış değil.
Sorun olan yalnızca siyasi istikrar olmadı. Toplumsal gruplar arasında entegrasyon ve ülkenin milli bir karakter kazanması da mümkün olmadı. Sömürgeciliğin ve Mandacılık döneminde İngiliz ve Fransızların oluşturduğu fay hatları, Amerikan işgalinden sonra yeni siyasal dinamiklerle tetiklenmiş oldu.
Şimdi de benzer bir senaryo yüzde 80’i Sünni Müslüman nüfusa sahip Suriye için konuşuluyor. Kürtler, Nusayriler, Dürziler, Hristiyanlar gibi etnik ve mezhebi unsurların her birine pay edilmiş bir bölüşüm her geçen gün başka ortamlarda dile getiriliyor. Siyasi müzakerelerde, kamusal tartışmalarda ve medya kanallarında her gün bu senaryo bilgi kırıntıları eşliğinde gündem oluyor.
Böylesi bir paylaşıma dayanan siyasal sistem, çoğunluğun hak ettiğini alamadığı, meşruiyetten yoksun ve dayatılmış bir sistemden öteye gidemeyecek. Dolayısıyla kısa süre sonra yeniden paylaşım kavgalarının başladığı ve istikrarsızlığın uç verdiği bu durum sadece Suriye için değil, Türkiye için de tehdit kaynağı haline gelecek.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Türkiye, tarihsel birikiminden beslenen ve Doğu ile Batı’yla ilişkilerini yeniden tanımlayan yeni bir ulusal kimlik ortaya koyuyor. “Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet” vurgusuyla şekillenen bu kimlik, toplumsal birlik arayışını güçlendirirken…

Türk savunma sanayisi, FPV kamikaze dron alanında geliştirilen SkyDagger ürün ailesini ilk kez BAMEX’25 Fuarı’nda tanıttı. Farklı boyutlardaki modellerle genişleyen ailede, 10 kilogram mühimmat taşıyan Skydagger 15 Plus ve şehir içi operasyonlar için…

Araştırmacı Mehmed Mazlum Çelik, Osmanlı’nın Sudan’la tarihi ilişkilerini ve 1914’teki cihat çağrısına Sudan’dan gelen güçlü desteği, özellikle Ali Dinar ve Senusiler aracılığıyla Türklerin Afrika’daki stratejik etkisini Fokus+ için imceledi.

Araştırmacı Usame Ebu Arşid, Suriye’nin ABD ile yakınlaşmasının yeni rejimi nasıl stratejik bir şantaj dönemine sürükleyebileceğini Fokus+ için kaleme aldı.
