04 Mart 2025
Çok değil, bundan dört sene önce, 2021 yılı Şubat Ayı’nda, dönemin ABD Başkanı Joe Biden, Münih Güvenlik Konferansına video konferans yolu ile bağlanarak birçok hususta mesaj vermişti. Donald Trump’ın yeniden ABD başkanı olmasıyla dünyayı kasıp kavuran gelişmelere şahitlik ettiğimiz şu günlerde, tarihte çok da uzun bir yola çıkmadan, sadece Biden’ın 2021’deki konuşmasına bakarak dahi bazı kıyasları yapmak ve neden şu an bu durumda olduğumuzu görmek mümkün.
Biden, 2021’deki o konuşmasında Transatlantik ittifakının önemini, dünyanın dört bir yanındaki müttefikleriyle ilişkilerini geliştireceklerini, Çin ile rekabetin çetin geçeceğini, ama ABD ve AB arasındaki ittifakla bu rekabette üstün gelmenin mümkün olacağını söylemişti. Şu anda, Trump’ın yeni döneminin ilk birkaç haftasında ise, dört sene önce Biden’ın söylediği her şeyin tam zıddı yöne evrilmiş bir strateji var. Elbette Çin ile alakalı tutum ve Suudi Arabistan ile iş birliği, Gazze’deki soykırıma olan destekleri anlamında Trump ve Biden aşağı yukarı aynı durumda ve ortak müşterekleri de yok değil. Ama Trump’ın uygulamaya çalıştığı stratejinin Biden’a kıyasla 180 derece zıt olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Tam da burada, pek çok kişinin genel düşüncesi; Trump’ın zıvanadan çıkmış, kibirden gözünün dönmüş, siyaset ve tarihe dair hiçbir fikri olmayan bir başkan olduğu. Bunu düşünmekte haksız olmasak da, Trump’ın genel manada benimsediği stratejinin de bir devlet politikasından tamamen aykırı olarak yürütülmediğini bilmemiz gerekiyor.

Ordo Ab Chao
5 Şubat 2025’te, Fokus+ için kaleme aldığım yazımda bu Latince terimi kullanmış ve ABD’nin sadece Gazze’deki soykırıma dair sergilediği tutumun dahi Vaşington’a çok fazla şeye mâl olabileceğini ifade etmiştim. Bunun üzerine, Trump çıtayı daha da yukarı çıkararak AB ile çok farklı bir gerilim dönemine kapı araladı, Oval Ofis’te Trump ve Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy arasında siyasi tarihte hiç unutulmayacak o tartışma yaşandı. Avrupalı devletler bir anda hızla mobilize olmaya başladı ve ben bu satırları yazarken, Londra’da Rusya-Ukrayna savaşına dair Türkiye’nin de davetli olduğu bir toplantı düzenlediler.
Trump’ın zihnindeki senaryo, bize kısmen yeni bir Monroe sürecini hatırlatıyor. 1823’te ilan edilen doktrinle ABD izolasyonist bir politikaya yönelmiş, Transatlantik merkezli düşünce yapısının aksine, AB ile ilişkilerini iktisadi ilişkilerle sınırlamıştı. Trump şu anda benzer bir strateji ile ilerleyerek, Transatlantik ittifakından askeri ve siyasi anlamda umudunu kesmiş bir vaziyette Çin’e karşı yeni bir cephe dizayn etmeye çalışıyor. Bunu yaparken ise Rusya’yı yanına çekerek Çin’i kuzeyden de kuşatmayı, Hindistan, Türkiye ve Suudi Arabistan gibi ülkelerle cephesini dizayn etmeye çalışacak gibi duruyor. Burada, Türkiye ABD için de ayrı bir öneme haiz. Çünkü Suudi Arabistan üzerinden sünni dünyayı konsolide ederek İran’ı dengelemek, Türkiye’yi ise bölgedeki stratejilerinde (askeri ve siyasi kapasitesinden dolayı) bir sigorta unsuru olarak yanında görmek istiyor. Mesela şu an Tayvan’ın Çin’e halihazırda kaybedildiğini düşünen pek çok ABD’li etkin kişi mevcut. Bu noktada, Endonezya, Malezya, Pakistan gibi ülkelerin, ABD-Hindistan ilişkilerinin ilerlemesiyle marjinalize olmasından çekiniyor ve Türkiye’nin bu anlamdaki olası etkisiden istifade etmek istiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde bu ülkelere yaptığı ziyaretlerin esasen bir tevafuk olmadığını, çok güçlü mesajların arka planda verildiğini ise tam olarak bu noktada görüyoruz. Benzer şekilde Türk Devletleri Teşkilatı üzerinden Türkiye’nin oynayacağı rol (ABD-Çin rekabetinde), Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin kilit aktör haline gelmesi, Afrika’da Avrupalı ülkelerin kovulmaya başlanması sonrasında Çin’e karşı Türkiye’nin o boşluğu doldurma hususunda en umut vaat eden aktör olması gibi unsurlar, ABD için Ankara’yı çok önemli bir aktör kılıyor.
Londra’dan sonrası
Londra’daki toplantıdan sonra Türkiye’nin de ABD ile ilişkilerinde, Vaşington’un Çin’e karşı Trump döneminde uygulamaya kararlı olduğu senaryonun parçası olmaktan ziyade, Gazze soykırımı ve Suriye’deki durumlardan mütevellit, ABD’nin pozisyonunu sorguladığını görmek mümkün. Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın yaptığı açıklamalar da, Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinin, ABD açısından çantada keklik olmadığını gösteriyor.

AB’nin 1950’lerden beri fikirsel anlamda diri tutmaya çalıştığı fakat bir türlü gerçeğe dönüştüremediği ‘Avrupa Ordusu’ fikri, ABD ile yaşanan güncel gerilim doğrultusunda eskisinden daha somut bir hususa dönüşmekte. Fransa’nın 1950’lerde ABD’yi dışarıda bırakmak ve Almanya’yı hiyerarşide aşağıda tutmak üzerinden tasarladığı bu fikrin önüne günümüze kadar pek çok engel çıktı. Şu an ise ABD’nin Trump ile izleyeceği politikalar sebebiyle, tarihsel olarak aralarında kadim sorunları bulunan Avrupa ülkelerinin bunları halı altına süpürdüklerini söylemek fazlasıyla mümkün. 1990’larda Amsterdam ve Maastricht ile nihayete erdirilmeye çalışılan bu fikir, Irak işgali, ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ve Rusya-Ukrayna savaşı gibi birçok husus sebebiyle mümkün olmamıştı. Yani neredeyse 80 yıldır bu hususun farkında olan ama somut adımları bir türlü atamayan Avrupa’nın artık ortak güvenlik mekanizması oluşturmak adına acil bir önceliği oluştu. Fakat bu sefer de Rusya-Ukrayna savaşının getirdiği siyasi ve askeri krizler ortasında hazırlıksız yakalandılar.
ABD izole mi olacak yoksa izole mi edilecek?
Bu noktada ABD için Türkiye’yi vazgeçilmez yapan hususların Avrupa için de var olduğunu söylemek abes olmayacaktır. Türkiye’nin belirleyeceği strateji ve tavrına göre şekillenecek tarihsel bir sürece giriyoruz. Trump’ın zihninin içerisindeki planı uygulayabilmesi için sadece Suriye’den asker çekmesinin yeterli olmayacağı bir konjonktür var. Bu bağlamda Gazze meselesinden Doğu Akdeniz’e kadar Türkiye’nin taleplerini, güvenlik ihtiyaçları konusundaki endişelerini gidermekte hem ABD’nin hem de Avrupa’nın atması gereken somut adımlar olacak. Transatlantik ittifakının manevi anlamda önemini yitirdiği, Çin’in AB ile yaklaşmak isteyerek yeni hamleler yapabileceği, ABD-Rusya arasındaki değil, Rusya-Çin arasındaki sorunların daha çok gündeme geleceği bir siyasal konjonktürde, iki kere ikinin her zaman dört etmediği bir atmosferi solumaya çoktan başladık bile.
ABD’nin Trump başkanlığında Gazze’deki tutumu, Avrupa ile ilişkileri, Zelenskiy ile yaşananlar, Rusya ile tasarladığı süreç, Panama, Grönland, Kanada ve Orta Doğu’da oldukça basit, mafyavari şekilde çözeceğine inandığı meseleler, ABD’nin kendisini değil, ama küresel sosyolojinin ABD’yi izole edeceği bir senaryoya dönüşebilir. Avrupa’da İngiltere-Fransa-Almanya öncülüğünde oluşmaya başlayan yeni cephe, kanlı Gazze planı sebebiyle Müslüman dünyadan görmesi muhtemel tepki, Netanyahu ile siyasi ve askeri dayanışmasını sürdürmeye yeltenmesi, ABD’nin hegemonyasını kendi elleriyle bitirdiği günleri de beraberinde getirmeye namzettir.
devamını oku daha az oku
Uluslararası İlişkiler Bölümünde öğretim üyesi olarak yeni görevine başlamıştır. Yayınlanmış kitap, kitap bölümü, akademik makaleleri ve uluslararası/ulusal medyada yayımlanan köşe yazıları bulunmaktadır. Dış Politika, Siyasal Düşünceler, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Savaş Çalışmaları üzerine Türkçe ve İngilizce dersler vermeye devam etmektedir.