Gönlümüzün köklü yaralarından biri olan Endülüs diyarının hazin sonu, asırların gergefine işlenmiş bir hüzün ilmeğidir. Her dokunuşta sızlayan, her hatırlandığında iç burkan bir sessiz çığlıktır. Zamane rüzgarları, biz Müslümanların yüreğinde kasvetli bir fırtına misali eserken, bir zamanlar gök kubbesinde ezanlarla titreyen topraklar, suskunluğun soğuk zırhına bürünmüştür. Endülüs’ün parlak semalarında yankılanan o ezgisel dualar, gecelerin ıssızlığına gömülmüş; çınlayan ilmi sohbetlerin yerini, derin bir matem almıştır.  

Zorla Hristiyanlaştırılan Endülüslü Müslümanların içli çığlıkları, tarihin karanlık sahifelerinde hala yankı bulur. İşte bu sessiz acının taşıyıcıları, zamanla “Moriskolar” diye anılmış; kaderin elinde yoğrulan bu mazlumlar hem inançlarını hem de kimliklerini kaybetme tehdidiyle baş başa bırakılmışlardır. Bu yazı, onların suskun ama vakur direnişinin, sürgünle örülmüş destanının izlerini sürmek üzere kaleme alınmıştır. 

Altın çağdan karanlığa… 

Endülüs, yalnızca İslam medeniyetinin bir parçası değil, aynı zamanda insanlık tarihine işlenmiş nadide bir ilim, sanat ve hoşgörü abidesidir. 8. yüzyılda Emeviler’in bu topraklara gelişiyle başlayan o altın çağ, asırlar boyunca medreselerden yükselen ilim, saraylardan taşan musiki, atölyelerde doğan sanatla yoğrulmuştur. Kurtuba’da Arapça felsefe metinleri okunmuş, Gırnata’da mimari şaheserler inşa edilmiş, Toledo’da Müslüman, Yahudi ve Hristiyan alimler aynı masada buluşmuştur. Bu kardeşlik ve bilgi iklimi, sadece Endülüs’ü değil, Avrupa’nın da kaderini değiştirmiştir.  

The Surrender of Granada in 1492 (La rendición de Granada) - Francisco Pradilla y Ortiz'a ait tablo.

Ne var ki, hiçbir medeniyet ebedi değildir. 15. yüzyılın sonlarına doğru İber Yarımadası’nda Hristiyan Reconquista hareketi güç kazanmış ve 1492 yılında Gırnata’nın düşüşüyle birlikte bu ihtişamlı çağ yerini derin bir karanlığa bırakmıştır. Bu sadece bir şehrin değil, bir medeniyetin çöküşüdür. İşte bu trajik dönüm noktasını en çarpıcı biçimde tasvir eden eserlerden biri Francisco Pradilla y Ortiz’in meşhur tablosudur: La Rendición de Granada. Tabloya baktığınızda, siyah atlı, ellerinde şehrin anahtarlarıyla duran son Emir Ebu Abdullah’ı görürsünüz. Gözlerinde bin yıllık bir medeniyetin hüzünlü vedası, omuzlarında tarihin ağırlığı… Karşısında, muzaffer ama hoyrat bir duruşla duran Katolik kraliçe ve kral… Bu tablo, bir teslimiyetin değil, sessiz bir haykırışın resmidir. 

Zorla Hristiyanlaştırılan ruhlar 

1492 sonrası başlayan süreçte, Moriskolar görünüşte Hristiyanlaştırılsa da kalben İslam’a bağlı kalmaya devam ettiler. Ancak bu sadakat, İspanyol tacı için tehdit olarak algılandı. 1502’de Kastilya’da başlayan ve 1526’da Aragon’a da yayılan din değiştirme zorunlulukları, Moriskoların kültürel köklerine bir darbe daha indirdi. Artık Arapça konuşmak, geleneksel kıyafetler giymek, İslami törenler yapmak yasaklanmıştı. Her biri kendi vatanında bir yabancı, kendi evinde bir suskun mahkum haline gelmişti. Baskılar arttıkça, gözlerdeki umut ışığı da solmaya başladı. 

1609-1614 yılları arasında, Kral III. Felipe’nin emriyle büyük bir sürgün başladı. Yaklaşık 300.000 Morisko, doğdukları topraklardan zorla koparılarak Kuzey Afrika’ya gönderildi. Bu yolculuk ne sadece coğrafi bir ayrılıktı ne de bir sınır geçişi. Bu, bir halkın hafızasından, geçmişinden, mezarlarından, ezanlarından, bayramlarından koparılmasıydı. Limanlarda ağlayan anneler, kıyıya son kez bakan çocuklar, arkalarında bıraktıkları her şeyle vedalaşamadan yola çıkan yaşlılar… Bir kısmı yolda öldü, diğerleri ise yeni topraklarda aidiyet arayışına mahkum oldu. 

Geçmişin fısıltısı: “Unutma”

Moriskoların çektiği bu tarifsiz acı, insanlık tarihinin utanç hanesine yazılmış kara bir lekedir. Onların hikayesi yalnızca Müslümanların değil, tüm insanlığın ortak vicdanında derin bir yara olarak kalmalıdır. Çünkü bu sürgün, yalnızca bedenlerin yer değiştirmesi değil; bir medeniyetin susturulması, bir halkın hafızasının silinmeye çalışılmasıdır. O acılarla örülmüş göç yolları, hala rüzgarla inleyen mezarlıklar ve yok olmuş şehirler, bize hep aynı şeyi fısıldar: “Unutma.” Endülüs’ün göklerinde ezan sesleri yeniden yankılanmayacak belki ama onların vakur direnişi, tarihin derinliklerinden bir ışık gibi yükselmeye devam edecektir.  

Bugün, bu mazlum halkın anısını yaşatmak, onların uğruna mücadele ettikleri değerleri savunmak, yalnızca tarihi bir görev değil; aynı zamanda insani bir sorumluluktur. Moriskolar, sessiz dualarıyla, gözyaşlarıyla, dirençli vakurlarıyla bizimle kalmaya devam ediyorlar. Onların sürgünü, sadece geçmişe ait bir hadise değil; bugüne, hatta yarına yazılmış bir ibret mektubudur. Bu nedenle, onların hikayesini anlatmak, yazmak ve kalpten kalbe aktarmak, bizim en kutsal vazifemizdir. Zulmün karanlığına karşı, onların inancı ve sabrı, yeryüzünde sönmeyen bir kandil gibi parlamaya devam edecektir.