13 Şubat 2025
Türkiye'nin politikası aslında çok konuşulan fakat Türkiye'nin genel açılımlarına bakıldığı zaman en az ilgi gören alanlardan birisidir. Özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Malezya, Endonezya ve Pakistan’a yaptığı resmi ziyarette Asya açılımına yeni bir derinlik kazandırmak ve Trump'la beraber daha fazla değişen küresel jeopolitik dengelerde Türkiye'yi konumlandırmaya çalışmasının bir parçasıdır.
2019'dan beri Türkiye'nin Asya açılımı devletin resmi düzeyde kullandığı temel bir söylem fakat bu Asya açılımına bakıldığı zaman aslında özü itibarıyla bütün kurumsal yapıların Asya'yı tanıması, anlaması ve proje geliştirmesine yönelik bir çalışmadan öteye geçemedi. Dolayısıyla 2019'dan beri yapılan Asya açılımına yönelik çabaların hâlâ ikili ilişkiler seviyesinde kaldığı ve sistemsel anlamda Türkiye'nin kendisini küresel konumlandırmasına fayda sağlamadığı kısmen söylenebilir. Hatta o kadar ki, değişen Asya jeopolitiğinde Türkiye'nin etkisi en çok Türk dizileri üzerinden algılanmakta ve bir de son dönemde Türkiye'nin Suriye'deki başarısı üzerinden anlamlandırılmaya çalışılmaktadır.

Asya'yı Türk dış politikasında konumlandırmanın ve yeniden değerlendirmenin aslında tam da zamanı. Trump’ın gelişiyle beraber Amerika'nın ana dış politika ögesi Çin olacaktır. Latin Amerika ve Orta Doğu'da yaptığı ilk günlerdeki sarsıntıların ötesinde ana yoğunlaşma noktası olarak Trump, Çin'i görüyor ve özellikle de Çin'i kendisine hedef olarak belirliyor. Bunu 2016-2020 arasındaki Trump'ın ilk başkanlık döneminde de görmüştük. Dolayısıyla birkaç ay sonra Trump'ın ikinci döneminde de aslında ana yoğunluk noktasının Çin olduğunu hem biz hem de bütün küresel dünya görecek ve bütün ülkeler buna yönelik hamleler yapmaya çalışacak. Peki, Türkiye'nin Asya politikası nasıl bir çerçeveye oturtulmalı ki Türkiye bu süreçte maksimum fayda sağlasın?
Türkiye’nin Asya politikası nasıl olabilir?
Öncelikle, Türkiye'nin Asya politikasının en az üç ayağı olmalı. Birinci ayak Türkiye'nin geleneksel anlamda iyi ilişkiler içinde olduğu ülkelere yönelik politikalar. Bu ülkeler kabaca Malezya, Endonezya, Pakistan, Güney Kore ve Japonya olarak adlandırılabilir. Asya politikasında ikinci ülkeler kategorisi ise Türkiye'nin göreceli olarak diplomatik ilişkilerinin olduğu fakat sosyal, ekonomik ve entelektüel ilişkilerin zayıf olduğu ülkelerdir. Bu ülkeler Kamboçya, Laos, Vietnam, Tayland, Nepal, Filipinler ve bölgedeki diğer küçük ülkeler olarak sayılabilir. Üçüncü kategori ise Çin ve Hindistan'dır. Çin ve Hindistan'ı tek başına bir kategori olarak almalıyız çünkü Çin ve Hindistan hem yaptıkları hem de potansiyel anlamda yapacakları ile küresel sistemi doğrudan etkilemeye hem aday hem de bu çerçevede güçlü ülkelerdir. Dolayısıyla Türkiye'nin bu iki ülkeyle ayrı bir kategoride ilişki kurması ya da ikili ilişkilerin ona göre düzenlemesi kaçınılmaz durum olarak önümüzde durmaktadır.

Türkiye'nin Asya açılımında birinci kategorik ülkelerle alakalı en temel yaklaşım zaten iyi olan ilişkilerin sistemsel ilişkilere dönüştürülmesidir. Yani ana politika ikili ilişkilerin stratejik seviyeye çıkartılmasıdır. Burada sistemsel ilişkiden kasıt küresel sistemin gidişatı ortak küresel politikalar ile alakalı belli alanlarda ortak pozisyon alabilmek ve ilişkileri sistemsel seviyede derinleştirmektir. “MİKTA” örgütlenmesi bu anlamda bir mekanizma olmasına rağmen kıtalar arası üyeleri dolayısıyla Asya özelinde istenilen verimi vermemektedir. Özellikle şimdi Trump'la beraber Amerika Birleşik Devletleri'nin küresel sistemi kural merkezli olmaktan çıkartmaya yönelik hamleleri dolayısıyla bu ülkelerle ilişki daha elzem hale gelmiştir. İşte Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 11-13 Şubat 2025 tarihlerinde Asya ülkelerine yaptığı ziyareti bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
İkinci kategori ülkelerle ise daha farklı bir ilişki geliştirmek gerekir. Bu ülkeler büyük oranda ABD ve Çin arasına sıkışmış kendi geleceklerini belki tek başlarına belirlemekte zorlanmaktadırlar. Bu ülkelerle alakalı Türkiye'de ne yeteri kadar bilgi var ne de bu ülkeler Türkiye’yi yeteri kadar tanıyorlar. Bu ülkelere yönelik ana politika; dış politika alanında faaliyet gösteren bütün kurumların buralarda proje yapması ile Türkiye'nin tanıtımına katkı sağlaması ve en önemlisi bu ülkelerle Türkiye arasında pozitif gündem oluşturacak hamlelerin yapılmasıdır. Çünkü karşılıklı sosyal ilişkilerin derinleşmesi sadece ikili ilişkileri geliştirmeyecek aynı zamanda bu durum ticari ve siyasal alana katkı sağlayacaktır.
Çin ve Hindistan diğer Asya ülkelerinden neden ayrı tutulmalı?
Üçüncü kategorideki ülkeler olan Çin ve Hindistan’ın ayrı ayrı ele alınması gerekiyor. Türkiye-Çin ilişkileri son on yılda belirli bir zemine oturmuş olup ikili ilişkiler ticaret merkezli olmak üzere belirli bir çerçevede ilerlemektedir. Dolayısıyla Türkiye-Çin ilişkilerinde bir yol haritasını çıktığını söyleyebiliriz. Türkiye-Hindistan ilişkileri ise bir türlü akış yolunu bulamamış olup karşılıklı yanlış anlaşılmalardan ve farklı ülkelerin de bu negatif durumdan beslenerek ikili ilişkileri negatif etkilediği bir zeminde bulunmaktadır.

Türkiye'nin Hindistan ile ilişkileri hem Türkiye-Pakistan ilişkilerinden ayrı ve bağımsız düşünmek hem de Hindistan'ın özellikle körfezle kurduğu ilişkileri de dikkate alarak Hindistan-İsrail ilişkilerinin Türkiye-Hindistan ilişkilerine negatif etkisini sınırlandıracak hamleler yapmak gerekir. Hindistan'da bakılınca, Türkiye, bölgesinde güçlü, gerçekçi ve etkin bir ülke olarak görülmektedir. Özellikle 8 Aralık 2024'teki Suriye devrimi sonrasında Hindistan'ın Türkiye'ye bakışı değişmiş ve Türkiye'nin Orta Doğu'da gerçekten çok etkin bir oyun kurucu olduğu fikri daha da yerleşmiş bulunmaktadır. Ayrıca Hindistan, özellikle Türkiye'nin Afganistan'la yakın ilişkileri dolayısıyla Türkiye'ye farklı bir açıdan bakmakta ve Orta Asya ve Afganistan'da Türkiye ile potansiyel bir iş birliğinin mümkün olabileceğini düşünmektedir.
Türkiye'de ise Hindistan'a bakış genel olarak Hindistan'daki BJP Hükümeti'nin Hintli Müslümanlara negatif bakışı, İslamofobi ve İsrail'le ilişkileri üzerinden okunmaktadır. Elbette Türkiye-Pakistan ilişkilerinin çok boyutlu ve çok derinlikli olması Hindistan'ın Türkiye'ye şüpheyle bakmasına da sebep olmaktadır fakat Türkiye-Hindistan ilişkileri aslında tek başına ekonomik, siyasi ve güvenlik boyutlarıyla derinleşebilecek hatta bu ilişkinin derinleşmesi bölge jeopolitiğine de katkılar sağlayabilecek bir imkana sahiptir.
Türkiye'de bilinen ve inanılanın aksine Türkiye-Hindistan ilişkilerinin gelişmesi aynı zamanda Pakistan'ın da lehine olacak ve Asya jeopolitiğinde Ankara'nın daha etkin olmasına katkı sağlayacaktır. Belki de en önemlisi gelişen Türkiye-Hindistan ilişkileri, Pakistan’ın, Çin'in daha fazla etki alanına girmesinin önüne bile geçebilecektir. Türkiye'nin Asya açılımında şimdilik pazılın bu parçası eksik kalmış durumdadır. Bunun sebebi elbette Hindistan tarafının bu konuda eksikliği yanında en temelde ciddi bir iletişim kopukluğun olmasıdır.
Türkiye'nin Asya ile ilişkilerinde bir diğer konu ise Orta Asya boyutudur. Türkiye'nin Orta Asya ile ilişkilerini çok boyutlu derinleştirme çabası birçok Asya ülkesi tarafından yakinen takip edilmekte olup bunu fırsat olarak görenler kadar tehdit olarak görenler de mevcuttur. Ama Türkiye'nin Orta Asya ilişkiler derinleştikçe Türkiye'nin çeşitli Asya ülkeleriyle Orta Asya'da ortak projeler yapabilmesi ve hatta belirli alanlarda ortak hareket edebileceği bir ilişki tarzının kurması Türkiye'nin Asya ilişkilerine ayrıca katkı sağlayacaktır.
Türkiye'nin Asya politikasındaki en temel eksiklik totalci bir bakış açısıdır. Asya kıtası hem ülkelerin çeşitliliği hem renkliliği hem de farklı siyasal koşullar dolayısıyla asla toptan olarak ele alınamayacak olup aksine ancak çeşitli kategorilerle analiz edilip yaklaşılırsa daha iyi anlaşılabilecek bir kıtadır. İşte bu açıdan yukarıda önerdiğim üç kategorinin Türk dış politikasının Asya açılımında ana referans kaynağı olarak alınması ve ilgili kategorilere göre farklı politikaların takip edilmesi ve hatta politikalara göre farklı kurumsal yapıların farklı ülkelere öncelik vermesi ve bunların detaylı planlanması Türkiye'nin Asya açılımını anlamlı kılacak derinleşmelerdir. Bu yapılmadığı müddetçe Türkiye'nin Asya açılımı söylemsel anlamda yüksek ama eylemsel anlamda bir türlü bu söylemi yakalayamayan hatta çoğu zaman söylemenin gerisinde kalan bir açılım olarak kalacaktır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Malezya, Endonezya ve Pakistan ziyaretlerini bu açıdan bir fırsat olarak görüp Türkiye'nin Asya açılımına yeni bir soluk getirmenin zamanı gelmiştir.
devamını oku daha az oku
Security Analysis (IDSA), Yeni Delhi, Hindistan; Center for Global Policy (Washington DC, USA) ve Kahire Üniversitesi’nde (Mısır) araştırmalar yapmış; ayrıca SETA Vakfı’nda Dış Politika Araştırmacısı olarak çalışmış ve Polis Akademisi bünyesindeki Uluslararası Terörizm ve Sınıraşan Suçlar Araştırma Merkezi (UTSAM) Direktörlüğünü yürütmüştür. MSÜ bünyesine katılmadan önce Bosna-Hersek’te bulunan Uluslararası Saraybosna Üniversitesi, Kolombiya’nın başkenti Bogota’daki Pontificia Universidad Javeriana Üniversitesi ve Ankara’daki Polis Akademisinde öğretim üyesi olarak çalışan Dr. Özkan, Türkçe, İngilizce ve İspanyolca olarak dersler vermiştir.