İsrail’in Katar’a Yönelik Saldırıları Körfez’in Güvenlik Ortamını Nasıl Değiştirdi?

Marwan Kabalan
Araştırmacı Marwan Kabalan, İsrail’in Katar saldırısının Körfez ülkelerinin güvenlik dengelerini ve Washington ile ilişkileri Fokus+ için kaleme aldı.
%C4%B0srail%E2%80%99in-Katar%E2%80%99a-Y%C3%B6nelik-Sald%C4%B1r%C4%B1lar%C4%B1-K%C3%B6rfez%E2%80%99in-G%C3%BCvenlik-Ortam%C4%B1n%C4%B1-Nas%C4%B1l-De%C4%9Fi%C5%9Ftirdi-.jpg
22 Eylül 2025

ABD’li Senatör Chris Murphy, Başkan Donald Trump’ın, İsrail’in Doha’daki Hamas müzakere heyetini hedef alan saldırısından daha önce haberdar olmadığına inanmakta zorluk çekiyorsa, buna bizim inanmamız daha da zor olmalı. 

İsrail’in, hem Gazze savaşını durdurmak için arabuluculuk yapan, hem de toprakları dışında en büyük ABD askeri üssüne ev sahipliği yapan bir müttefik ülkeye, Washington’un haberi olmadan saldırmaya karar vermesi mantıken pek olası değil. 

Eğer Washington gerçekten bu saldırıdan haberdar değilse bu başlı başına bir sorun. Biliyor ve görmezden geliyorsa, bu çok daha büyük bir sorun anlamına geliyor. 

1967’den bu yana İsrail, uluslararası alanda ABD’nin en yakın müttefiki haline geldi. Çok sayıda faktöre sahip olan İsrail-ABD ittifakı, bugüne kadar birçok kapsamlı araştırmaya konu oldu. 

Bu faktörler arasında en öne çıkanı, “ortak değerler” söylemi çerçevesinde Yahudi-Hristiyan mirası üzerine kurulu bağlardır. Nitekim bu değerler, Başkan Trump’a güçlü bir taban desteği de sağlıyor. 

Bu bağlamda, ABD’nin iki müttefiki arasında çıkar çatışması yaşandığında kendisiyle “aynı değerleri” paylaşan İsrail’i tercih etmesi şaşırtıcı değildir.  

Ancak mevcut yönetim döneminde görüldüğü üzere Washington, temel çıkarlarıyla çatıştığında bu değerleri kolayca göz ardı etmekten çekinmiyor.

Suudi Arabistan Kralı Faysal ve ABD dışişleri bakanı Henry Kissinger

Eğer durum böyleyse, şu soru ortaya çıkıyor: Washington, Körfez ülkeleriyle daha büyük çıkarlar elde etmek yerine neden İsrail ile “değerler” ittifakını seçti? 

Washington bunu yapmadı, çünkü böyle bir seçimle hiç karşı karşıya kalmadı. Körfez ülkeleri, tarihsel olarak Washington’u hiçbir zaman İsrail ile kendi politikaları arasında seçim yapmaya zorlamadı. 

ABD ve Körfez ilişkisi

Soğuk Savaş boyunca ABD, İsrail’le ittifakını Körfez çıkarlarını zedelemeden yürütebildi. 

Ekim Savaşı (1973) sırasında yaşanan Arap petrol ambargosu krizi dışında, Körfez ülkeleri ile Washington arasında, ABD’nin İsrail ile ittifakı veya Filistin meselesindeki tutumu nedeniyle gerçek bir kriz yaşanmadı. 

Bunun temel nedeni, Körfez ülkelerinin Sovyet etkisine ve yükselen Arap milliyetçiliğine karşı güvenlik amacıyla, aynı zamanda güvenlik ve enerji konusunda ABD’ye bağımlı olmasıydı. 

Buna göre, Soğuk Savaş boyunca ABD-Körfez ülkeleri arasında, “petrol güvenliği” denklemiyle özetlenen net bir formüle dayalı bir çıkar evliliği ortaya çıktı. 

Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Körfez’in güvenlik ortamını veya Arap Körfez ülkelerinin Washington’a bağımlılığını önemli ölçüde değiştirmedi.  

Sovyetler’in ve Arap milliyetçiliğinin yerini Irak, ardından İran aldı. ABD’nin Irak’ı işgali ve İran’ın bölgede nüfuzunu genişletmesi Körfez’de tehdit algısını artırdı. 

Bu süreç, bazı Körfez ülkelerini ABD öncülüğünde “Orta Doğu NATO’su” benzeri girişimlere ve daha sonra “İbrahim Anlaşmaları” çerçevesinde, İran’a karşı koymak için İsrail ile ittifak kurmaya bile yöneltti. 

Ancak 7 Ekim 2023’te başlayan Aksa Tufanı Operasyonu sonrasında Körfez’deki güvenlik ortamı tamamen değişti. 

İsrail, İran’ın nükleer programına ve savunma kabiliyetlerine zarar veren savaşla birlikte, İran liderliğindeki ekseni zayıflatarak, bölgesel güç dengesini kendi lehine çevirdi.  

Bugün İsrail, bölgedeki Körfez ülkeleri dahil tüm aktörler için birincil güvenlik tehdidi konumuna yükseldi. 

Katar saldırısı karşısında Körfez ülkelerinin dayanışma göstermesi, İsrail’in hesap vermediği sınırsız saldırganlığının doğurduğu büyük tehdidin farkına varmaya başladıklarını gösteriyor.  

Bu durum, Körfez’in güvenlik ihtiyaçları ile ekonomik çıkarları arasındaki uçurumu kapatma zorunluluğunu gündeme taşıyor. 

Bu uçurum, Washington’ın dünyanın en büyük fosil yakıt üreticisi haline gelen Körfez petrolüne olan bağımlılığının azalması nedeniyle son yıllarda daha da derinleşti. 

Ancak Trump yönetiminin Körfez ülkeleriyle çıkarları, petrol ve doğalgazla sınırlı değil; bunlar ne kadar önemli olursa olsun, bundan çok daha fazlası var. 

ABD ekonomisinin şu anda karşı karşıya olduğu zorluklar göz önüne alındığında, bugün açıkça Körfez ülkeleriyle olan çıkarlarına bağlı olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. 

Örneğin, enerji fiyatlarını düşük tutabilmek için Arap Körfez ülkelerinin işbirliğine ihtiyaç duyan ABD, aynı zamanda 37 trilyon dolara ulaşan kamu borcunu azaltmak amacıyla faiz oranlarını düşürmeye yöneliyor.  

Bu borcun yıllık maliyeti 1 trilyon doları aşarak ABD’nin savunma bütçesinden daha büyük bir yük haline gelmiş durumda. 

Aksi takdirde ABD ekonomisi, 2008-2009 mali krizinden daha az şiddetli olmayan yeni bir krize yol açabilecek bir durgunluk enflasyonuna girecektir. 

Dahası, Trump’ın geçen mayıs ayında Körfez ülkelerine yaptığı ziyarette imzalanan anlaşmaların toplam hacmi 3 trilyon doları aştı. Bunun yalnızca Katar ile yapılan kısmı 1,2 trilyon dolar seviyesinde. 

Körfez ülkelerinin ABD’ye yönelttiği yatırımlar, hazine tahvilleri de dahil olmak üzere 2 trilyon doları geçmiş durumda. Silah alımları ise 200 milyar doları aşıyor.  

Örneğin Suudi Arabistan, yakın zamanda 140 milyar dolar değerinde yeni bir silah anlaşmasına imza attı. 

Trump’ın da övündüğü gibi, bu yatırımlar ABD’de milyonlarca kişiye istihdam sağlıyor. 

Ayrıca Arap petrolünün dolar üzerinden fiyatlandırılması, ABD para biriminin küresel konumunu ayakta tutan en önemli unsurlardan biri olmaya devam ediyor. 

Bu uygulamanın kökeni, 1974’te Henry Kissinger ile Suudi Arabistan Kralı Faysal arasında yapılan ve petrol gelirlerinin ABD yatırım piyasasına aktarılmasını öngören anlaşmaya dayanıyor. Bu stratejik mutabakat, 2016’da kamuoyuna da açıklanmıştı. 

Dolayısıyla Körfez ülkeleriyle ekonomik çıkar bağını Trump kadar güçlü anlayan ve sahiplenen başka bir aktör yok. 

Ancak ABD’nin en yakın müttefiki İsrail, artık Körfez güvenliğini tehdit eden bir aktör haline gelmişken ve Körfez’in ekonomik refahı bu güvenliğe bağlıyken, bölge ülkelerinin Washington’la ilişkilerinde yeni bir denklem kurmaları kaçınılmaz görünüyor. 

Bu yeni denklemin özü basit: Körfez’in ekonomik çıkarları, İsrail’in dizginlenmesi ve Netanyahu hükümetinin son iki yıldır izlediği saldırgan politikaların durdurulmasıyla doğrudan bağlantılıdır. 

Washington, İsrail lehine değişen güvenlik ortamını görebilmeli; aynı zamanda İran’ın Körfez ülkelerine güvenlik üzerinden şantaj yapma kapasitesinin de azaldığını anlamalıdır. 

Ancak İsrail’in yaygın saldırganlığı ve bölgeye hakim olma girişimleri, Körfez güvenliği ve istikrarı açısından çok daha ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. 

Bu noktada Körfez ülkelerinin, uluslararası güvenlik ortaklıklarını çeşitlendirmek ve karşılıklı savunma iş birliklerini güçlendirmek gibi farklı seçenekleri gündeme geliyor. 

Bu bağlamda, bugün Washington’ı en çok rahatsız eden şey, Körfez ülkelerinin Çin ve Rusya ile güçlenen bağlarıdır. 

Doha’da gerçekleşen İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Arap Birliği ortak zirvesi, tam da bu bağlamda kritik önem taşıyor.  

Zirve, Körfez ülkelerine seçeneklerini değerlendirmenin yanı sıra çıkarlara dayalı net bir tercihle karşı karşıya kalan Washington ile caydırıcılık üzerine kurulu yeni bir anlayış geliştirme fırsatı sunuyor. 

Ancak şu gerçek unutulmamalı: Arap ve Körfez ülkelerinin İsrail’in Gazze’deki suçlarına karşı sessizlikleri ve tereddütlerine ek olarak ABD’nin bu saldırılara verdiği desteği görmezden gelmeleri, İsrail’i cesaretlendirdi. 

İsrail’in Körfez’e yönelik saldırganlığın genişlemesinin önünü açan bu sessizlik artık sona ermelidir. 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Popüler Haberler
Cumhurbaşkanı Erdoğan Düşen Uçağımızın Kara Kutusu Bulunmuş, İncelemeler Başlatılmıştır

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Gürcistan-Azerbaycan sınırında düşen askeri kargo uçağının kara kutusunun bulunduğunu ve incelemelerin başlatıldığını açıkladı. Erdoğan, 20 askerin şehit olduğu kazada 19 naaşa ulaşıldığını, son askerin aranmasının…

Nahda Lideri Hücrede Açlık Grevi Başlattı Raşid Gannuşi Kimdir

Tunus'ta 84 yaşındaki ana muhalefet lideri Raşid Gannuşi, siyasi tutuklulara destek için cezaevinde açlık grevine başladı. Eski Meclis Başkanı, "devlete komplo" dahil çeşitli davalardan toplam 37 yıl hapis cezası almıştı. İşte detaylar...

Yeni Hicaz Yolu Yüksek Hızlı Tren Projesi Nasıl Hayata Geçirilebilir

Türkiye, Suriye ve Ürdün arasında imzalanan mutabakatla Hicaz Yolu’nun yüksek hızlı tren standardında yeniden canlandırılması planlanıyor. Proje, yük ve yolcu taşımacılığıyla bölgesel ulaşımı güçlendirmeyi, hac ve umre turizmine yeni bir alternatif…

Fransa'da Filistin Konulu Konferans Neden İptal Edildi?

Fransa’nın önde gelen eğitim ve araştırma enstitüsü College de France, Filistin ve Avrupa ilişkilerini konu alan akademik konferansı, “siyasi tarafsızlık” ilkesini gerekçe göstererek iptal etti. Karar, akademik çevrelerde “siyasi baskı” eleştirilerine…

İran ABD ve İsrail Tarafından Yönlendirilen Casusluk Şebekesi Çökertildi

İran, ABD ve İsrail istihbarat servisleriyle bağlantılı olduğu iddia edilen bir casusluk şebekesinin tespit edilerek çökertildiğini duyurdu. IRNA’ya göre Devrim Muhafızları İstihbarat Teşkilatı, çeşitli eyaletlerde faaliyet yürüttüğü öne sürülen…