İran füzelerinin şu ana kadar Hayfa’daki bir rafineriyi ve elektrik santralini, İsrail’in ise Güney Pars sahasındaki bir gaz tesisinin yanı sıra Tahran’daki yakıt depolarını vurduğu doğrulandı.  

İki taraf arasındaki saldırılar enerji altyapısını etkilemiş olsa da bunlar enerji tesislerinin derinliklerine inmeyen, üretimin ya da İran’ın petrol ihracatının durması veya İsrail’de uzun süreli elektrik kesintileri gibi stratejik kayıplara neden olmayan taktiksel saldırılar oldu.  

Petrol Rafinerisi

Söz konusu saldırılar, genellikle her iki tarafça da uyarı mesajları olarak kullanıldı ve her iki tarafın da enerji altyapılarına erişme ve zarar verme kabiliyetini gösterdi.  

Sonuç olarak, saldırılardan İran ve Körfez ülkelerinden petrol akışı etkilenmedi. Ancak bu, küresel petrol piyasalarının istikrarlı olduğu anlamına gelmiyor.  

Körfez bölgesinde ve küresel petrol ticaretinin yaklaşık yüzde 30’unun, küresel LNG ticaretinin yüzde 20’sinin geçtiği Hürmüz Boğazı’nda artan jeopolitik gerilimler, potansiyel arz kesintileri korkusuyla enerji fiyatlarındaki artışa doğrudan yansıyor.   

Bu bağlamda, İsrail ve İran arasında çatışmaların patlak vermesinden bu yana petrol fiyatları yüzde 14 arttı. Artan risk, daha yüksek sigorta ve nakliye maliyetlerinin yanı sıra bazı tankerlerin bölgeden transit geçmekten kaçınmasına yol açıyor. Tüm bunlar da küresel petrol piyasalarında fiyatların yükselmesine neden oluyor.  

Ancak petrol fiyatlarındaki istikrarsızlık büyük ölçüde gerilimin büyüklüğü, tırmanması ve askeri operasyonların zamanlamasıyla ilgilidir.  

Petrol fiyatları 

Geçtiğimiz iki yıl boyunca İsrail ve İran arasındaki karşılıklı saldırılarla, küresel petrol fiyatlarındaki artış kısa süreli oldu. Mevcut durumda ise petrol akışına yönelik doğrudan bir tehdit olmadığı sürece fiyatların yükselmeye devam etmesi beklenmiyor.  

Petrol fiyatlarındaki artış, özellikle Suudi Arabistan olmak üzere çoğu Körfez ülkesi için bir kazanç anlamına geliyor.  

Geçtiğimiz yıllarda Riyad OPEC+ ittifakına liderlik ederek, ekonomik hedeflerine ve ekonomiyi çeşitlendirme stratejilerine uygun olarak petrolün varil fiyatını arttırmayı hedefledi.  

Bu bağlamda Suudi Arabistan, bütçe açıklarından kaçınmak için petrol fiyatlarının her zaman 90 dolar seviyesine ulaşmasını amaçladı.  

Peki mevcut durum küresel petrol piyasalarında bozulmalara ve Körfez ülkeleri üzerinde sınırlı, olumlu veya olumsuz etki yaratacak şekilde fiyatların artmasına neden oluyorsa, Körfez bölgesindeki petrol ve gaz sektörüne önemli zarar verebilecek riskler nelerdir?  

Gerçekten de Hürmüz Boğazı’nın kapatılması Suudi Arabistan, Irak, Kuveyt, Katar, BAE ve Bahreyn’den yapılan petrol ve sıvılaştırılmış gaz ihracatının büyük bir kısmını durduracağı için Körfez ülkelerinin karşı karşıya olduğu en büyük risklerden biri olmaya devam ediyor.  

Peki İran Hürmüz Boğazı’nı gerçekten kapatabilir mi?  

Hürmüz Boğazı

Bu sorunun doğrudan cevabı, bu adımın İran’ın tırmanışının son aşaması olduğu ve doğrudan geniş ve kapsamlı bir savaşın çoktan başladığı anlamına gelmesidir. 

Bunu birkaç noktada açıklayacağım:  

Küresel enerji piyasalarıyla ilgili olarak, İran ve İsrail arasındaki gerilimin tırmanmasından duyulan temel korku, İran’ın petrol ve gaz altyapısının vurulması ve küresel piyasalara arzının kesintiye uğraması değildir.  

Çünkü İran'ın toplam ihracatı günde yaklaşık 2 milyon varil ve bu miktar günde yaklaşık 6 milyon varil fazla üretim kapasitesine sahip olan OPEC+ tarafından telafi edilebilir.  

Bu da İran’ın enerji tesislerine yönelik saldırıların etkisinin kısa süreli olacağı anlamına geliyor.  

Ancak asıl endişe, İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatma olasılığı ve bunun küresel enerji piyasaları ve daha geniş anlamda küresel ticaret üzerindeki etkileridir.  

İran böyle bir adım atacak olursa, sadece ABD ve Batılı güçleri doğrudan karşısına almakla kalmayacak, aynı zamanda en yakın Asyalı dostlarına ve Körfez petrol ve gazının başlıca ithalatçılarına da kesin bir darbe indirmiş olacaktır.  

Bu durumda, Hürmüz Boğazı üzerinden LNG ithalatının yüzde 25’ini Katar’dan, daha az oranda da BAE’den gerçekleştiren, bu adımdan etkilenenlerin başında yer alan ve sonuç olarak dünyanın bir numaralı LNG ithalatçısı olan Çin, ithalatının dörtte birini kaybedecektir.  

Buradaki mesele Çin’in spot piyasaya geçip geçemeyeceği veya Katar LNG’sini başka bir LNG ile değiştirip değiştiremeyeceği değil; ki bu karmaşık bir süreç. 

Ancak Çin’in Katar’la olan ilişkisi 10 yıl gibi uzun vadeli sözleşmelere sahip. Bu durum Çin, Katar ve küresel LNG piyasaları için karmaşık bir tabloya yol açıyor.  

Aynı durum İran’a en yakın Körfez ülkesi olan, Tahran ile uluslararası ve bölgesel taraflar arasında gelişmiş arabuluculuk rolleri bulunan Katar için de geçerli olabilir.  

Avrupa veya Asya pazarlarına gidene kadar boğazı geçmek için zorunlu bir yol olan Hürmüz Boğazı kapatılırsa Katar'ın tüm LNG ihracatı duracaktır.   

Boğazdan geçiş, Avrupa veya Asya pazarlarına gaz ihracatı için zorunlu bir rota olduğundan geriye kalan tek seçenek, BAE ve Umman’a küçük miktarlarda doğal gaz taşıyan Dolphin boru hattıdır. Böylece, dünyanın ikinci büyük sıvılaştırılmış doğal gaz ihracatçısı olan Katar ihracatı tamamen durduracaktır.  

Petrol konusuna dönecek olursak, en büyük kayıplar Asya piyasalarında yaşanacaktır. Kısacası, Hürmüz Boğazı Asya’ya açılan enerji kapısı olarak kabul edilebilir.  

Çin’in Körfez ülkelerinden ithal ettiği petrolün yarısı, Hindistan’ın ithalatının yüzde 40’ı, Japonya’nın yaklaşık yüzde 95’i ve Güney Kore’nin yüzde 45’i Hürmüz Boğazı’ndan geçiyor. 

Bu rakamlar, Hürmüz Boğazı’nın İran ile genel olarak iyi ilişkilere sahip olan büyük Asya güçleri için önemini gösteriyor.  

Boğazın kapatılmasının, başta ABD olmak üzere İran’ın düşmanları için ne anlama gelebileceğini açıklamamıza gerek yok.  

Ancak ABD’nin yarım asırdan fazla bir süre önce Körfez bölgesinde kurduğu jeopolitik ittifakların temel hedeflerinden birinin enerji kaynaklarına hakim olmak ve deniz yollarını kontrol etmek olduğunu, tüm bunların ABD ulusal güvenliğiyle yakından bağlantılı olduğuna dikkat çekmek gerekir.  

ABD için stratejik bir boyut teşkil eden bir diğer husus ise küresel petrol piyasalarının istikrarıdır.  

Bu, ABD’nin Suudi Arabistan ve OPEC+’nın uygulamaları gibi fiyatların yükseltilmesi ya da düşürülmesiyle ilgili manevraları kabul ettiği, ancak ABD ve uluslararası ekonomi üzerinde yıkıcı etkileri olacak petrol piyasalarının çöküşünü hiçbir şekilde kabul etmediği bir alandır.  

Dolayısıyla pratikte İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatması, Samson’un tapınağın sütunlarını herkesin üzerine yıkma tercihine benzer bir şekilde, uluslararası ve bölgesel güçlerin rakipleri ve dostlarını düşmanlaştırması olarak görülecektir.  

Peki İran Hürmüz Boğazı’nı kapatma kararını ne zaman alabilir?  

Bu sorunun cevabına ulaşabilmek için, makalenin başında da belirttiğimiz gibi, İsrail ve İran’ın şu ana kadar enerji altyapısını geniş çaplı ve planlı bir şekilde hedef almadıklarını açıklığa kavuşturmak önemlidir.  

Aslında burada hedeflemenin olmaması bizi temel bir meseleye geri götürüyor. Gerilimin tırmanmaya başlamasından bu yana İsrail'in saldırıları sert ve etkili oldu. Ancak İran açısından kırmızı çizgilere, yani Tahran’ın yaşam kaynaklarından biri olan nükleer yeteneklere ve enerji tesislerine yaklaşmadıkları için stratejik değiller.  

Bu nedenle İran’ın boğazı kapatma hamlesi, kırmızı çizgileri olarak gördüğü nükleer tesisler ve enerji altyapısının derinlemesine saldırılara maruz kalması bağlamında olacaktır ve o noktada İran’ın bu adımı atarak kaybedeceği hiçbir şey olmayacaktır.