10 Nisan 2025
İnsanlık tarihi, gelişmenin, ilerlemenin olduğu kadar; zulmün, acının, hüznün de tarihidir. Zaman içerisinde farklı coğrafyalarda insanlık için kıymetli gelişmeler yaşanırken, aynı zamanda savaşlar, zulümler ve büyük acılar da görülmüştür. Bu iki durumu-gelişmeyi, ilmi, hikmeti; acıyı ve hüznü- derinlemesine yaşamış zamanın, coğrafyanın ve medeniyetin adı Endülüs’tür.

İslam medeniyeti için son derece önemli olan Endülüs, Orta Çağ’ın yegâne aydınlık yüzünü simgelemiş, birçok alanda bilimsel gelişmelere ev sahipliği yapmış, ancak büyük acılar da yaşamış bir medeniyet ve coğrafyadır. Şüphesiz acı ölçülemez ve karşılaştırılamaz ancak medeniyetimiz için Endülüs’te yaşanılanlar unutulmaz ve her daim sızlayan bir yaradır. Endülüs’te yaşananları hem duygusal hem de rasyonel bir üslupla kaleme alan Ebu’l-Bekâ Er-Rundî, Endülüs Mersiyesi adlı şiirinde “Endülüs’e öyle bir felâket çöktü ki, yok bir eşi. Dehşetinden Medine’de Uhud, Neciddeki Şehlan dağları yerinden oynadı, bir deprem ki yer yarıldı arz boyu” diyerek duygu ve düşüncesini günümüze değin aktarmayı başarmıştır.
Ebu’l-Bekâ Sâlih b. Şerif olarak da bilinen Er-Rundî’nin kaleme aldığı Endülüs Mersiyesi / Endülüs’e Ağıt (Risâü’l-Endelüs) adlı şiir, yalnızca bir ağıt ve mersiye olmanın ötesinde bir feryat ve nasihatnamedir. Bu şiir, Endülüs’te yaşananları ve Endülüs’ün düşüşünü en iyi aktaran metinlerin başında gelir. Dahası bu şiir insanlara siyasi tarih dersi ile yol haritası da sunmuştur. Sadece yaşanan acılara ve zulme yer vermemiş, aynı zamanda insanlığa telkinlerde bulunmuştur. Örneğin, “Bu dünya kime kalmış, yaramış ki kalsın yarasın sana da” ifadeleriyle şair, sonu ve sınırı olan bir dünyada kimseye bir şey kalmayacağını, kimsenin de sonsuza dek yaşamayacağını anlatmıştır. Dahası etme bulma dünyasında salt bilinen matematiksel mantık ile yol alınamayacağını özellikle belirtmiştir. Şair, “Geri döner, paralar sahibinin zırhını, kılıçlar ve kargılar ileri doğru işlemez oldu mu?” dizesi ile atılan her okun elbet sahibine geri döneceğine ve yaralayacağına inanmıştır.
Ebu’l-Bekâ Er-Rundî şair ve yazar olmanın yanı sıra matematik, fıkıh ve hadis ilimlerinde derin bilgi birikimine sahipti. Aslında o dönem insanının belki de en belirgin özelliklerinden biri de bu denli geniş ve farklı alanlarda bilgi birikimine sahip olmalarıydı. O dönemin ve insanının disiplinlerarası birikimini, derinliğini, düşünce yapısını İhsan Fazlıoğlu’nun ifadesiyle, “Her şey her şeyle ilişkilidir” anlayışı özetlemektedir. Bu bağlamda Endülüs, Avrupa başta olmak üzere her yere ışık saçmıştır. Bu aydınlığı “Toprağı buram buram bilgi tüten Kurtuba” dizelerinde görmek mümkündür.
Endülüs’ün tarihçesi
İslam hâkimiyetinin başladığı 711 yılından, Müslümanların son kalesi Gırnata’nın 1492 yılında düşmesine kadar geçen sürede Endülüs, ilmi gelişmenin merkezi konumundaydı. Endülüslü âlimler farklı disiplinlerle ilgilenmiş ve ilim yolculukları ile insanlığa katkıda bulunmuşlardır. Işığı, ilmi gelişmeyi gören farklı coğrafyalardan çok sayıda insan bu ilim merkezinden istifade etmek için Endülüs’e gelmiştir. Bu dönemin aydınlığının daha iyi anlaşılması için bu topraklarda yaşamış ve yetişmiş bazı önemli isimlere yer verilmesi faydalı olacaktır. İbnü’l-Arabî, İbn Rüşd, İbn Hazm, İbn Bâcce, İbn Meymûn, İbn Tufeyl ve İbn Eymen ilk etapta akla gelen isimlerdir.
Endülüs bölgesinden kasıt, Kurtuba (Córboda), Almeria (Meriye), Gırnata (Granada), Ceyyân (Jaén), İşbîliye (Sevilla), Velbe (Huelva), Mâleka (Malaga), Kādis (Cádiz) gibi şehirlerdir. Bunların yanı sıra Belensiye (Valencia), Mursiye (Murcia) ve Toledo (Tuleytula) da aynı kültürü yansıtan önemli kentlerdir. Her bir şehir için birçok âlim, medrese, eser ve icattan bahsedilebilir. Burada Kurtuba ve Toledo sahip oldukları zengin kütüphaneler ve kitap sayısı ile öne çıkmaktadır. Özellikle Toledo’da Bağdat’ta bulunan Beytü’l Hikme benzeri bir merkez kurulmuş ve burada farklı disiplinlere yönelik çeviriler yapılmıştır. Bu bilgi tüten topraklardan Avrupa’ya doğru önemli bir bilgi ve kültür aktarımı olduğu aşikardır. Avrupa tarihi açısından önemli olan Endülüs ve Müslümanların, Avrupa’nın yaşadığı Rönesans’a etkisi de bilinen bir realitedir. Bu gerçeği Ziya Paşa, “Ger Endülüs olmasa Ziyadâr / Kim Avrupa’yı ederdi bîdâr” şeklinde ifade eder. En yalın ifadesi ile şayet Endülüs ışık saçmasaydı, Avrupa’yı uykusundan kim uyandırırdı?

“Endülüs’ün başına gelen felâket tarihin bütün felâketlerini unutturdu; ama dünya durdukça unutulmayacak, yâd edilecek bir felâkettir bu!” diyordu Er-Rundî. Medeniyetin aydınlık yüzü Endülüs, saldırıya uğramış ve büyük yara almıştır. Kurtuba, Belensiye ve Mursiye ilk etapta zarar gören, kaybedilen yerlerdendir. Bu hüzün, mersiyeye de yansımıştır. “Belensiyeye bir sor, Mursiye’nin hali nicedir? Şatibenin başına gelenler? Ceyyan ne oldu?” Müslümanlar acımasız bir şekilde öldürülmüştür. Esasında burada bir medeniyet yok edilmek istenmiştir. Bu minvalde, evler, saraylar, medreseler bilhassa kütüphaneler hedef alınmıştır. Şair yaşanılanları, “daha ne anlatayım, yüreklerin erimesi için bir tanesi yeter anlattıklarımın / eğer o yüreklerde İslâm’dan ve imandan bir eser varsa elbet ey Tanrı dostu!” şeklinde özetlemiştir.
Endülüs Mersiyesi’nin yazılışı
Endülüs’te bütün şehirler teker teker ele geçirilip, Müslümanlar Gırnata’ya sıkıştırılmıştır. Burada Müslümanlara din değiştirme, sürgün ve ölüm dışında seçenek bırakılmamıştır. Büyük zulüm gören Endülüslüler, Müslüman kardeşlerinden destek beklemişler fakat karşılık alamamışlardır. Endülüs’te Müslümanlara yönelik sergilenen saldırgan tutum nedeniyle II. Bayezid’e sunulmak üzere iki İstiğâse Kasidesi (feryâdname) yazılmıştır. Kasidenin adından da anlaşılacağı üzere istiğase yani yardım isteme, imdat çağrısında bulunma gibi anlamları muhtevasında barındırır. Yazılan iki kasideden biri Benî Ahmer Devleti yıkılmadan önce (1487) diğeri ise yıkıldıktan sonra (1501) sunulmuş ve destek talep edilmiştir. Ancak çeşitli nedenlerle (karadan kuvvetlerin Endülüs’e ulaşması noktasındaki zorluklar, Osmanlı donanmasının o zaman diliminde yeterli güce sahip olmaması ve Cem Sultan’ın rehin olması gibi) beklenen düzeyde yardım sağlanamamış ve son olarak Gırnata da düşmüştür. Tarih metinlerinden yola çıkarak, Osmanlı Devleti belirli düzeyde yardımda bulunsa da bu destek Gırnata’yı kurtarmaya yetmemiştir. Gırnata, Hristiyanların eline geçmiş ve yapılan anlaşmalara, verilen sözlere uyulmamıştır. Bu tarihten sonra var olan zulüm daha da artmıştır. Son olarak Endülüslü bir heyet Osmanlı padişahı II. Bayezid’e durumu bildirmek üzere (İstiğase kasidesinin sunulduğu yakın tarihlerde) İstanbul’a gelmiş Ebu’l-Bekâ’nın kaleme aldığı mersiyeyi de sunmuştur.

Endülüs Mersiyesi bir yardım talebi olmasının yanı sıra bir nasihat, geleceğe yönelik muhtevasında uyarı bulunduran ince işçiliktir. “Çıkan iner, kalkan düşer, her yükselişin var bir sonu” dizeleriyle başlayan mersiye insanın bulunduğu duruma aldanmaması gerektiğini ve herkesin ya da her şeyin bir sonu olduğunu hatırlatır. Öyle ya! “Altınları yığdı yığdı da bir dağ yaptı Karun, hani o dağ? Hani Âd, hani Adnan, hani Kahtan, dünya nimetlerinin köpüren yurdu?” ifadeleri bunu ispatlar niteliktedir.
Endülüs Mersiyesi’ni dilimize çeviren Sezai Karakoç (farklı çevirileri olsa da bu yazı da esas alınan) şiiri değerlendirirken, muhteşem bir medeniyetin son sayfası olduğunu vurgular. Karakoç’a göre, “O medeniyeti gözden geçiren biri, bu kasideyi okuyarak kitabı kapatacaktır.” Benzer şekilde Karakoç, “böyle bir medeniyete layık bir mezar taşıdır bu” diyerek düşüncelerini/duygularını dile getirmiştir. Yaşanılan acıyı ve hüznü Ebu’l-Bekâ Er-Rundî “İslâm’ın başına geleni avutacak ne bir neşe olabilir ne unutturacak bir korku” sözleriyle özetlemiştir.
Dün Gırnata, bugün Gazze
Dün Gırnata’da yaşanan zulüm ve hüzünlü bekleyiş/beklenti bugün Gazze’de kendini göstermektedir. Endülüs’te bir medeniyeti yok etmek adına yakılan kitaplar ve yıkılan mabetler, benzer şekilde bugün Gazze’de de tekrarlanmaktadır. Yüzyıllar sonra sivil, çocuk, hastane, okul demeden her şeyin yok edildiği bir zamana ve benzer bir hüzne, acıya tanıklık etmekteyiz. Endülüs Mersiyesi, anlayana muhtevasında Gazze Mersiyesi’ni de barındırmaktadır: “Çıkan iner, kalkan düşer, her yükselişin var bir sonu…”
İçinde bulunduğumuz zaman diliminde Gazze başta olmak üzere dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan haksızlığa ve zulme dikkat çekmek için adına Endülüs Mersiyesi’ni bilhassa yâd etmek isterim. Şiirsel dili bir yana mesaj dolu içeriği ile uyarılara dikkat kesilmenin çok kıymetli olduğu kanaatindeyim. Bu mersiyeden, nasihatnameden herkesin payını alması umudu ile son söz yerine: “Ey ibret dolu geçmişten ibret alacak yerde, günübirlik işlere, dedikodulara batmış kişi! Sen uyu bakalım; ama zaman için ne demek dinlenmek, ne demek uyku!”
devamını oku daha az oku
gelişme ekonomisi, büyüme ve sosyal sermayedir. Alanı ile ilgili çok sayıda makale, bildiri, editoryal ve telif kitap ile kitap bölümlerine sahip olan Aydın, bu alanda çeşitli projelere de sahiptir. 2018 yılından bu yana Ijephss dergisinin baş editörüdür. Ekonomi dışında aktif olarak edebiyat alanında da çalışmalar yapan Aydın’ın Yedi İklim, Hece, Cümle, Mavi Yeşil, İktisat ve Toplum gibi dergilerde yazıları, deneme ve şiirleri yayımlandı. Üç şiir kitabına sahip olan Aydın’ın, en son 2018 yılında “Kelimeler Kadar” isimli kitabı raflardaki yerini almış olup, 2024 yılında da ikinci baskısı çıktı.