"Bugün, Amerika'nın geleceği için yeni bir başlangıç yapıyoruz" diye başladı Donald Trump, 20 Ocak 2025'te yaptığı yemin konuşmasında. Ancak Trump'ın bu sözleri, sadece ABD'yi değil, dünyayı da etkileyecek büyük değişimlerin habercisiydi.  

Donald Trump, başkanlık görevine geri döndüğünde, ABD'nin Paris İklim Anlaşması'ndan ikinci kez çekileceğini duyurdu. Bu karar, sadece ABD’nin enerji politikasını değil, küresel iklim değişikliği mücadelesi ve uluslararası iş birliği üzerine de derin etkiler yaratacaktır.  

Paris İklim Anlaşması'ndan çekilme, WHO ile yolların ayrılması ve izolasyonist politikaların devamı, küresel riskleri artırırken, sürdürülebilirlik hedeflerini tehdit eder bir nitelik taşıyor.  

Yazımızda, Trump’ın bu kararının jeopolitik, iklim ve sürdürülebilirlik bağlamlarında küresel etkilerini inceledik, veriler ve derinlemesine analizlerle ele aldık. 

1. Jeopolitik ve küresel işbirliği 

İklim Politikası ve Paris Anlaşması: 

Trump’ın Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmesi, sadece Amerika'nın çevre politikalarını etkilemekle kalmayacak, dünya çapında işbirliği gerektiren bir sorunun çözülmesini daha da zorlaştıracaktır. Küresel ısınma ve iklim değişikliği, ülkeler arasındaki işbirliğini gerektiren bir mesele olarak öne çıkmaktadır.  

Trump, Washington DC’deki konuşmasında şunları belirtti:   

"Amerika Birleşik Devletleri kendi sanayisini sabote etmeyecek. Çin kirli enerji kullanarak büyük bir enerji üreticisi olmasına rağmen, bu enerjinin atmosferdeki etkileri Amerika'ya üç buçuk ila beş buçuk gün içinde ulaşır."   

Bu ifade, Trump’ın küresel işbirliği ve çok taraflı çabalara karşı tavrını ve ulusal çıkarlarını savunma stratejisini ortaya koymaktadır. Trump ayrıca şu açıklamada bulundu: 

 

"Paris İklim Anlaşması'ndan çekileceğiz, çünkü bu anlaşma ABD'nin ekonomisini ve işlerini tehdit ediyor."   

ABD Çevre Koruma Ajansı (EPA) tarafından sağlanan bilgilere göre, ABD, 2019'da küresel CO2 emisyonlarının %13,5'ini üretti. Paris Anlaşması'ndan çekilme, 2030'a kadar emisyonları 2005 seviyelerine kıyasla %26-28 azaltma hedefini terk etmek demek. Bu geri çekilme, sadece ABD'nin değil, tüm dünyanın iklim değişikliği ile savaşında bir geri adım anlamına geliyor ve küresel ısınma ile mücadelede kritik bir boşluk yaratacak.  

İklim değişikliğinin ekonomik maliyeti, Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi (NOAA) tarafından yayınlanan bilgilere dayanarak, ABD'de 2010-2019 arasında 600 milyar doları aştı; bu rakam, 2050'ye kadar yıllık 1.1 trilyon dolara yükselebilir. Trump'ın bu adımı, iklim krizinin etkilerini daha da şiddetlendirebilir. 

NATO ve Uluslararası İlişkiler: 

Trump "ABD, NATO'dan ve diğer uluslararası kuruluşlardan hak ettiğinden fazlasını ödüyor," diye vurgularken, uluslararası yükümlülüklerden çekilme niyetini açıkça belirtmiş oldu. 

2024 yılında ABD, NATO'nun savunma harcamalarının %70'inden fazlasını karşılamıştı. Diğer yandan, NATO üyesi sadece 11 ülke, GSYİH'nın %2'si hedefini tutturduğu raporlanmıştı. 

Trump’ın izolasyonist politikaları, ABD'nin küresel liderlik rolünü zayıflatabilir, müttefikler arasındaki güveni sarsabilir ve Rusya veya Çin gibi ülkelerin küresel etkisini artırabilir. Bu, dünya genelinde jeopolitik gerilimlerin ve çatışma risklerinin yükselmesine yol açabilir. 

Küresel Sağlık ve WHO: 

Trump'ın konuşmasında, "WHO'dan çekilerek, ABD'nin sağlık politikalarını kendimiz belirleyeceğiz," ifadesi dikkat çekti. ABD, 2020'de WHO bütçesine 553.1 milyon dolar katkıda bulunarak, bütçenin %15'ini sağlamıştı. Bu desteğin kritik rolünü anlamak için WHO’nun 2020'de COVID-19 salgınına karşı 1.5 milyar insanı aşılayan organizasyonunu hatırlamak gerek. WHO'dan çekilmek, gelecekteki pandemilere yanıt verme kapasitesini azaltabilir, bu da ABD'nin ve dünyanın sağlık güvenliğini tehlikeye atabilir. 

 2. İklim etkileri ve küresel ısınmanın derinleşmesi 

Paris Anlaşması’nın temel amacı, küresel sıcaklık artışını sanayi devrimi öncesi seviyelere göre 1,5°C ile sınırlamaktır. Bu hedefe ulaşılabilmesi için ülkelerin kolektif bir etkiyi amaçlayarak ortak politikalarla sera gazı emisyonlarını hızlı bir şekilde azaltması gerekmektedir. Trump, Çin’in enerji üretimindeki kirli yakıtlara işaret ederek, ABD'nin iklim değişikliğiyle mücadeledeki liderlik rolünü bıraktığını belirtti. Bu açıklama, Trump’ın küresel iklim değişikliği tehdidine karşı tek taraflı bir bakış açısını benimsediğini gösteriyor. ABD'nin Paris Anlaşması'ndan çekilmesi, emisyonların artmasına ve küresel ısınma hedeflerine ulaşma çabalarının sekteye uğramasına yol açacaktır.  

Deniz seviyelerinin yükselmesi, kuraklık ve aşırı hava olaylarının sıklığı artarken, bu felaketlerin en çok gelişmekte olan ülkeleri etkilemesi beklenmektedir. Bu durum, gıda ve su güvenliği risklerini de önemli ölçüde artıracaktır. 

 3. Sürdürülebilir kalkınma ve enerji geçişinin geleceği 

"Fosil yakıt endüstrisi, Amerikan işi ve refahının temelidir," diyen Trump, çevresel sürdürülebilirlik yerine ekonomik büyümeyi önceliklendirdi.  

ABD Enerji Bilgi İdaresi (EIA) tarafından sağlanan verilere göre, 2021'de ABD enerji üretiminin sadece %20'si yenilenebilir kaynaklardan sağlandı. ABD Enerji Bakanlığı, fosil yakıt yatırımlarının yenilenebilir enerjiye yatırımı %30 azaltabileceğini öngörüyor. Bu politika, çevresel bozulmayı hızlandırabilir; fosil yakıt sübvansiyonları, yenilenebilir enerjiye geçişi engellerken, hava kirliliğinin yıllık 100,000 erken ölüme neden olduğu gerçeği göz ardı ediliyor.  

Diğer yandan, yeşil enerji sektörü 2020'de 3.4 milyon iş sağlarken, fosil yakıt sektörü 1.7 milyon iş imkanı yarattı. Çevresel bozulma, özellikle azınlık ve düşük gelirli toplulukları etkiliyor. 

"Ekonomik büyümeyi artırmak için çevresel düzenlemelerden kurtulmalıyız," ifadesi ile Trump, kısa vadeli ekonomik kazançları ön plana çıkardı. Bu yaklaşımların uzun vadede ekonomik ve sosyal sürdürülebilirliği tehlikeye atabileceği öngörülüyor. Ayrıca, iklim değişikliğinin sosyal adaletsizlikleri derinleştirirken, göç ve sağlık sorunlarını artırabileceği hem değerlendirmeler hemde raporlarda yer bulan bir analiz olduğu hatırlanmalıdır. 

Küresel enerji geçişi, fosil yakıtların azalması ve temiz enerjinin artan bir şekilde kullanılması gerektiği bir dönemde, Trump’ın fosil yakıt endüstrisini teşvik etmesi, sürdürülebilirlik hedeflerini büyük bir tehdit altına sokması ile neticelenebilir. 

Trump’ın başkanlık konuşmasında ifade ettiği gibi, "Yeşil yeni dolandırıcılık" dediği temiz enerji yatırımları, ABD’yi daha fazla fosil yakıt üreticisi yapacak.   

Bu tür ifadeler, Trump’ın temiz enerjiye karşı olan tutumunu yansıtırken, küresel temiz enerji geçişinin hızının yavaşlamasına yol açacaktır. ABD’nin, dünya çapında fosil yakıt endüstrisini destekleyen politikaları, yenilenebilir enerjiye yatırım yapan ülkelerle arasındaki farkı daha da açacaktır. Biden’ın iklim politikalarının etkisiyle, 2050 yılına kadar karbon salınımının sıfırlanması hedefi, Trump’ın bu tutumu nedeniyle daha zor bir hale gelecektir. 

ABD’nin bu politikaları, yalnızca çevresel değil, aynı zamanda ekonomik bir değişim olan temiz enerji geçişini zorlaştıracak, aynı zamanda karbon piyasaları, yenilenebilir enerji teknolojileri ve yeşil finansman gibi alanlardaki yatırımların azalmasına neden olacaktır. Bu da sürdürülebilir kalkınma ve ekonomik büyüme arasındaki dengenin bozulmasına yol açacaktır. 

4. Küresel finansal kaynaklar üzerindeki etkisi 

Amerika’nın Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmesinin kaynak dağılımı, küresel finansal kaynaklar ve özellikle iklim değişikliği ile mücadele için ayrılan fonlar üzerindeki etkisi de başka bir önemli bir konudur. Bu çekilmenin küresel mali boyutları, sadece Amerika’nın iç siyasetiyle ilgili değil, aynı zamanda uluslararası işbirliği ve finansal sistemle doğrudan bağlantılıdır. Şimdi, Trump’ın bu adımının iklim değişikliği finansmanı üzerindeki etkilerini kısa bir bakış atalım. 

Paris Anlaşması kapsamında, gelişmiş ülkeler yıllık 100 milyar dolarlık iklim finansmanını gelişmekte olan ülkelere yönlendirme taahhüdünde bulunmuştu. Bu finansman, yeşil projeler, temiz enerji teknolojileri ve iklim değişikliğine uyum süreçleri için hayati bir kaynak oluşturuyor ve ABD, bu fonun en büyük katkı sağlayıcılarından biri olarak öne çıkmaktadır. ABD’nin katkısını geri çekmesi, bu fonların sürdürülebilirliğini ve gelişmekte olan ülkelerin iklim hedeflerine ulaşma kapasitesini zayıflatacaktır. Zira bu ülkeler, iklim finansmanı olmadan yeşil projelere yatırım yapamayacak veya iklim değişikliğine karşı adaptasyon süreçlerini sürdüremeyeceklerdir. Küresel adaptasyon fonları ve kaynak transferleri konusunda önemli bir eksiklik yaşanabilir.  Özellikle Yeşil İklim Fonu (Green Climate Fund) gibi mekanizmalar, bu eksiklikten en çok etkilenen platformlar arasında yer alacaktır. 

Bu çekilme finansman açıklarına yol açmakla kalmayıp yenilenebilir enerji teknolojilerine yatırım ve küresel yeşil teknoloji inovasyonunda yavaşlamaya neden olabilir. Kamu desteğinin eksikliği, özel sektörün bu alandaki rolünü artırsa da yeşil fonlar ve karbon piyasaları sınırlı kalacağı için yeterli ölçeği yakalayamama risklerini de beraberinde getirecektir. 

Diğer yandan, küresel iklim fonları ve yeşil yatırımcılar, Trump’ın çekilmesinden sonra, gelişmiş ülkelerden daha fazla destek talep edebilirler. Bu da dünya genelinde daha fazla özel finansman ve vergi politikası değişikliği gereksinimini doğurabilir. 

5. ABD’ye faydası ne? Temel nedenler, mali ve siyasi arka plan 

Trump’ın Paris Anlaşması’ndan çekilmesinin mali ve siyasi sebepleri, onun ekonomik, stratejik ve ulusal çıkarlar üzerindeki perspektifinden kaynaklanmaktadır. Trump’ın kararının arkasındaki motivasyonları anlamak için, temel olarak Amerika’nın kısa vadeli ekonomik çıkarları, enerji bağımsızlığı ve uluslararası rekabetçi avantaj hedeflerine bakmak faydalı olacaktır. Trump’ın bu kararı alırken, büyük ölçüde Amerikan ekonomisinin daha fazla enerji üretmesi ve sanayisini koruması amacını güttüğünü söylemek mümkün. 

Ekonomik İstikrar ve Sanayi Koruma 

Trump’ın çevre politikasındaki temel yaklaşımı, Amerikan sanayisinin uluslararası rekabet gücünü artırmaya yöneliktir. Paris İklim Anlaşması, sanayiye uygulanan sıkı çevresel düzenlemeler ve karbon salınımını sınırlama hedefleri getirdiği için, Trump bu anlaşmanın Amerikan sanayisini zayıflattığını savunuyordu. Trump’ın çekilme kararı, fosil yakıtlar üzerinden daha fazla üretim ve gelir elde etme ile bu sektördeki istihdamı koruma amacını taşıyor. 

  • Yüksek Enerji Maliyetleri: Paris Anlaşması, fosil yakıtların kullanımını kısıtlamakta ve temiz enerjiye geçişi hızlandırmaktadır. Bununla birlikte enerji verimliliği, karbon vergileri ve temiz enerji yatırımları gibi zorunluluklar getirdiği için, Amerikan sanayilerinin daha yüksek maliyetlere katlanmasına yol açtığı düşüncesi savunulmaktadır. Trump’ın çekilme kararı, özellikle otomotiv, çelik ve enerji sektöründeki sanayiciler için maliyetlerin düşmesini sağlayacaktır. Trump, fosil yakıt endüstrisini savunarak bu sektördeki iş gücünü korumayı ve enerji maliyetlerini düşürmeyi amaçladı.  
  • Yeşil Ekonominin Tehlikesi: Trump, temiz enerji sektörü için yapılan yatırımların, ekonomiye zarar verdiğini ve yeşil yeni düzene dayalı olan bu politikaların "dolandırıcılık" olduğunu savundu. Bu bakış açısına göre, fazla harcama yapılan ve devlet sübvansiyonlarıyla desteklenen yeşil enerji projeleri, kısa vadeli ekonomik büyümeyi sınırlayabilir. Trump, fosil yakıt endüstrisinin büyümesinin daha fazla iş alanı yaratacağına inanıyor. Özellikle kömür madenciliği ve petrol endüstrisinde daha fazla istihdam oluşturulacağı öngörülmektedir. Bu tür sektörlerdeki iş gücü artışı, Trump’ın politika ve söylemlerinde de sıklıkla vurguladığı Amerika'nın iş gücü meselesinin önemli bir parçasıdır. 

 Ulusal Bağımsızlık ve Küresel Rekabet 

Trump, ABD'nin Paris Anlaşması’na katılmasının, ulusal egemenliğe ve ekonomik büyümeye zarar verdiğini savundu. Anlaşma, ABD’yi sadece karbon emisyonlarını sınırlamakla yükümlü kılmakla kalmıyor, aynı zamanda Amerika'nın uluslararası işbirliklerine bağımlılığını artırıyordu. Trump’ın politika perspektifi, Amerika’nın küresel ticaret savaşlarında ve uluslararası enerji rekabetinde bağımsızlık kazanmasını savunuyor. 

  • Çin ve Diğer Ülkelerle Rekabet: Trump’a göre, gelişmekte olan ülkeler (özellikle Çin) Paris Anlaşması’ndan daha az yükümlülükle çıkıyor ve bu ülkeler dünya ekonomisinde daha fazla rekabet avantajı elde ediyor. Bu durum, ABD’nin enerji endüstrisinde geride kalmasına ve karbon salınımı hedeflerine ulaşırken sanayi kayıplarına yol açıyordu. Trump, bu durumun düzeltilebilmesi için, ABD’nin sadece kendi çıkarlarını savunarak diğer ülkelerle rekabet etmesini istiyor. 

Temel nedenlere bakmak, ABD için potansiyel uzun vadeli ekonomik riskleri de görünür kılıyor. Trump’ın çekilme kararının, kısa vadede bazı ekonomik avantajlar sağlayabileceği açıktır, ancak uzun vadede ekonomik kayıplara da yol açabileceğini unutmamak gerekir. Çünkü, temiz enerji yatırımları ve yeşil ekonomiye geçiş, dünya çapında büyük bir büyüme alanı sunmaktadır. Biden yönetiminin yeşil enerjiye yaptığı yatırımlar, gelecekte büyük ekonomik fırsatlar yaratacakken, Trump’ın fosil yakıt sektörünü teşvik etme kararı bu fırsatları Amerika için kaçırmak anlamına gelebilir. Paris Anlaşması gibi uluslararası işbirliklerinin parçası olmak, ABD’nin sürekli inovasyona dayalı global enerji pazarındaki yerini güçlendirebilirdi. Ancak Trump, ABD’nin bu global işbirliğinden dışlanmasını tercih ederek, gelecekteki uluslararası enerji ticaretinden faydalanma fırsatlarını sınırlamış oluyor. 

6. Değerlendirme ve Kapanış 

Donald Trump’ın Paris İklim Anlaşması’ndan çekilme kararı ve sürdürülebilirlik politikalarına yaklaşımı, yalnızca ABD’nin değil, tüm dünyanın geleceği üzerinde derin ve kalıcı etkiler bırakabilecek niteliktedir. Paris Anlaşması’ndan çıkış, WHO ile yolların ayrılması ve fosil yakıtlara öncelik verilmesi, küresel risklerin artmasına neden olurken, uzun vadeli refah ve istikrar adına yapılan kolektif çabaları değersizleştirmektedir. Bu politikalar, kısa vadeli çıkarları öncelerken, dünyanın uzun vadeli refahını ve istikrarını riske atabileceği önemli bir risktir. Trump'ın vizyonu, ABD'nin ve dünyanın önünde uzanan yolun, daha sürdürülebilir ve işbirlikçi bir geleceğe mi yoksa risklerle dolu bir yola mı çıkacağını belirleyecektir. 

İklim değişikliği gibi küresel bir sorun, uluslararası işbirliği olmaksızın çözülemez. Artan küresel riskler, doğanın hızla yok oluşu ve çevresel bozulmanın derinleşmesi, yalnızca çevreyi değil, aynı zamanda ekonomik ve toplumsal istikrarı da tehdit etmektedir. Sürdürülebilir kalkınma, yalnızca ulusal politikalarla değil, ülkeler arasında güçlü dayanışma ve işbirliği mekanizmalarıyla mümkündür. Bu bağlamda, gelişmiş ülkelerin finansal ve teknolojik kaynaklarını gelişmekte olan ülkelere aktararak ortak çözümler geliştirmesi, krizleri yönetmede kritik bir adımdır.  

Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) 2024 Küresel Risk Raporu'nda belirttiği gibi, “iklim değişikliğin her geçen yıl daha fazla ekolojik, ekonomik ve sosyal çöküşlere yol açacaktır.” Küresel ölçekte sürdürülebilirlik hedeflerinin hayata geçebilmesi için daha fazla işbirliği, daha fazla dayanışma ve daha güçlü uluslararası mekanizmalar gerekmektedir. Trump’ın kararı, bu çabaları sekteye uğratacak olsa da küresel toplumun bu krizi çözme sorumluluğu devam etmektedir.   

Küresel iklim değişikliği mücadelesinde bir dönüm noktası olarak anılacak bu tarihi karar, küresel dayanışma ve mekanizmaların inşa edilmiş gücünü sorgulatırken, bu yapıların aslında ne kadar “kırılgan” olduğunu da tüm dünyaya net bir şekilde göstermiştir. ABD’nin tavrı diğer ülkeleri, şehirleri ve küresel liderleri daha fazla işbirliği yapmaya teşvik edecek mi? Gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelere finansal ve teknolojik destek sağlamak için yeni bir ortak bir çözüm üretebilecekler mi? Yoksa küresel iklim değişikliğiyle mücadelede fon eksikliği, yeşil yatırımların azalması ve uluslararası işbirliğinin zayıflaması bu kararın en büyük etkileri olarak mı ortaya çıkacak?  Yani, bu durum bir başa dönme, Paris Anlaşması’nın sunduğu fırsatı elimizden kaçırma ve daha belirsiz bir geleceğe doğru ilerlemek anlamına mı gelecek, birlikte göreceğiz.