20 Ağustos 2025
Gazze Şeridi’nde yaklaşık iki yıldır devam eden katliamlar, eşi benzeri görülmemiş bir şekilde çocuk, kadın ve yaşlıların katledilmesi, Gazze’de binlerce ailenin nüfus kayıtlarından silinmesi, Gazze Şeridi’nin en büyük hapishaneden, en büyük mezarlığa dönüştürülmesi, Filistin-İsrail çatışmasının siyasi ve hukuki yönleri de dahil olmak üzere birçok yönüyle ilgili tartışmaları yeniden alevlendirdi.
Bu tartışmalar bağlamında, birkaç ay önce “Völkermord in Gaza” (Gazze’de soykırım) isimli bir kitap piyasaya çıktı.
Kitabın ilk bölümünde, Kudüs ve Birzeit Üniversitesi’nde uzun süredir görev yapan siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler profesörü Dr. Helga Baumgarten, Gazze Şeridi’ndeki soykırımın siyasi boyutunu ele aldı.
Uluslararası ve siyasal hukuk profesörü ve eski Alman Parlamentosu üyesi Dr. Norman Paech’in kaleme aldığı kitabın ikinci bölümünde ise Gazze Şeridi’ndeki soykırımın hukuki boyutu incelendi.
Almanya’nın tutumu
Baumgarten’in kitabın girişinde ifade ettiğine göre Alman hükümeti 7 Ekim 2023’ten sonra İsrail’e silah sevkiyatını artırdı.
Almanya başbakanı ise hakikatle ilgilenmeyen bir tavırla, İsrail’in uluslararası hukuk standartlarına sıkı sıkıya bağlı kaldığını savundu.
Alman basını ve medyasının körleştiğini vurgulayan Baumgarten, “Alman tarihinde bir kez daha insanlıktan tamamen yoksun bırakılmış bir grup oldu. Nazi Almanyası’nda bu grup Yahudilerdi ve bugün ise Alman medyası ve siyasette bu grup Filistinliler” ifadelerini kullandı.

Kitaba göre 1897 yılında Birinci Basel Konferansı toplandığında Siyonist hareketin hedefleri açıktı. Amaç Filistin’i, Filistin toplumuna yer olmayan bir Yahudi devletine dönüştürmekti.
Yerli halk medeniyetsiz olarak tasvir edildi ve Yahudi devleti, Batı medeniyetinin bir parçası olarak “vahşi” Arap dünyasına karşı koruyucu bir duvar inşa etmek zorunda kaldı.
Almanya Başbakanı Friedrich Merz’in yakın zamanda İsrail’e askeri teçhizat ihracatını "ikinci bir duyuruya kadar” durduracağını açıklamasına rağmen, bu kitaptaki görüşler İsrail işgal devletinin en büyük destekçilerinden biri olan Almanya’yı ele alması nedeniyle oldukça önemli.
Filistin direnişi
Filistin direnişi tabandan gelişti, ancak Filistinli elitler de, özellikle o dönemde yayınlanan çeşitli gazeteler aracılığıyla ulusal ve kültürel farkındalığın geliştirilmesinde önemli bir rol oynadı.
Bunlar arasında, Yafa’da Issa el-Issa tarafından yayınlanan “Falastin” ve Hayfa’da Najib Nassar tarafından yayınlanan “El-Karmel” gazeteleri sayılabilir.
Bu gazeteler, direnişin harekete geçirilmesinin yanı sıra Filistin’de İngiliz ve Siyonist sömürgeciliğe karşı bir Filistin kimliği ve bilincinin oluşturulmasında büyük öneme sahipti.
Bunun ardından direniş faaliyetleri elitlerle sınırlı kalmayıp, Filistin toplumunun tüm kesimlerine yayıldı.

Yazara göre direniş 1936 Büyük İsyanı ile değil, Filistin’de İngiliz sömürgeciliğine karşı başladı.
Öte yandan İngilizler, Filistin halkına karşı şiddet, sabotaj ve toplu cezalandırma yöntemlerini kullanarak akla gelebilecek her şeyi yaptı.
Siyonist hareket ise, Filistin halkını sürgün edip öldürmek ve onların yerine dünyanın dört bir yanından Filistin’e göç eden Siyonistleri yerleştirmek için terörizm ve şiddet araçlarını kullandı.

Baumgarten, kitaptaki ilgili bölümde şu ifadelere yer verdi:
“Batı Avrupa ve daha sonra ABD’nin Siyonist harekete, daha sonra da Nakba ve 1948’de kuruluşunun ardından İsrail’e verdiği destek olmasaydı, Siyonist hareket yerleşim birimlerinde ilerleyemeyecek ve tarihi Filistin’de bir Yahudi devleti kuramayacaktı. Dolayısıyla, Filistin’de sömürgeci bir Yahudi devleti kurma projesi, Batı sömürgeciliğinin bir uzantısı ve yansımasıdır.”
Nakba ve tarihsel gelişmeler
Gazze’de yaşanan soykırımı anlamak için önemli bir tarihsel arka plana sahip olan yazar, kitabında Nakba’yı ve Siyonist hareketin Filistin toplumuna neler yaptığını ele aldı.
Yazar ayrıca, Siyonist hareketin 1948’de yerli halkı yok etmeyi, topraklarına el koymayı ve Filistinliler yerine Yahudilerden oluşan bir nüfusa sahip yeni bir devlet kurmayı başardığını ve böylece Filistin’de sömürgeci bir yerleşimci devletin ortaya çıktığının altını çizdi.
Siyaset bilimi profesörü kitabında, Nakba ve Filistinliler üzerindeki etkisinin yanı sıra, İsrail’in “1967 Savaşı” olarak bilinen süreçte, kalan Filistin topraklarını işgal ettiği ve 300 bin ila 400 bin Filistinliyi tehcir ettiği 1967-2023 dönemine de değindi.
Yazar, Batılı güçler ve Avrupa ülkelerinin, “Arapların İsrail’i yok etmek istediği” bahanesiyle İsrail’in başlattığı “savunma saldırısına” destek verdiğini de belirtti.
Geriye kalan Filistin topraklarının işgalinden 20 yıl sonra, İsrail işgaline karşı bir halk ayaklanması olan Birinci İntifada başladığını ifade eden yazar, kitabında şu ifadelere yer verdi:
“Ocak 1988’de, dönemin İsrail Savunma Bakanı İzak Rabin, açıkça ihlal eden bir emir yayınladı ve ‘Kemiklerini kırın’ talimatı verdi. İsrail işgal askerlerinin, Filistinli gençlerin kemiklerini taşlarla kırdığı görüntüler tüm dünyaya yayıldı.”
Eylül 1993’te imzalanan Oslo Anlaşmaları’nın, Birinci İntifada’nın sonunu getirdiğini, ancak bu anlaşmanın daha sonra Filistin ulusal hareketinin Hamas ve El Fetih arasında bölünmesine yol açtığını da belirtti.
Baumgarten’a göre 1990’ların başlarında üç önemli olaya tanık olundu.
Bunlardan ilki Hamas’ın İsraillilere yönelik intihar saldırıları olurken, ikincisi İsrail yerleşim birimlerinin sürekli genişlemesi ve yerleşimci sayısının artmasıydı.
Sonuncusu ise Oslo Anlaşmaları’nın uygulanamaması ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile İsrailliler arasındaki müzakerelerin başarısızlığıydı.
Bu faktörler, 2000 yılında Aksa İntifadası’nın (İkinci İntifada) patlak vermesine katkıda bulundu.

Gazze Şeridi’nde soykırım
7 Ekim 2023’ten beri devam eden soykırımı, İsrail yerleşimci sömürgeciliğinin yeni bir aşaması ve uzantısı olarak gören Baumgarten, İsrail işgal ordusunun aşırı sağ adına işlediği savaş suçlarının, Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilere karşı karmaşık bir soykırım teşkil ettiğinin altını çizdi.
İsrail şiddetinin, ister etnik temizlik ister soykırım yoluyla olsun, Filistin halkını ortadan kaldırmayı amaçladığını da ekledi.
Soykırımın çeşitli boyutlarına değinen yazar, Gazze’deki sağlık sisteminin çökmesi, doktor ve çalışanların öldürülmesi, Filistin söyleminin yayılmasını önlemek için medyanın yok edilmesi, öğretim görevlileri, sanatçılar, yazarlar ve müzisyenlerin ortadan kaldırılmasını buna örnek gösterdi.
Yazar, Eylül 2024 istatistiklerine göre İsrail tarafından on binden fazla Filistinli öğrenci ve eğitimciyi öldürüldüğünü, bunların beş yüzden fazlasının üniversite profesörü ve öğretim görevlisi olduğunu ifade etti.
Yazar kitabında, Gazze’nin dünyanın en büyük mezarlığı haline geldiğinin altını çizerek, Alman okurlara her çocuğun ve kurbanın bir adı ve hikayesi olduğunu, bunların sadece sayılardan ibaret olmadığını hatırlattı.
Ayrıca, Gazze’de yaşananları Batı Şeria’ya bağlayarak, onun da etnik temizlik ve yakın bir soykırımın eşiğinde olduğu konusunda uyardı.
Yazar, kitabın ilk bölümünü, “Avrupa ve özellikle Almanya, etnik temizlik ve soykırım uygulayan İsrail’i, özellikle de askeri, siyasi, finansal ve hatta ideolojik açıdan muazzam ve kapsamlı destekleri göz önüne alındığında, ne kadar süre daha desteklemeye devam edecek?” sorusuyla bitirdi.
Gazze soykırımının hukuki boyutu
Uluslararası hukuk profesörü Norman Paech ise kitabın ikinci bölümüne, İsrail işgalinin İsrail’in varlığını değil, özgür ve egemen bir Filistin devletinin garantisi olduğunu belirterek başladı.
Filistin’deki Siyonist projenin en başından beri şiddete, savaşlara ve Filistinlilere yönelik zulme dayandığını savunan Paech, “Dolayısıyla, İsrail’in Gazze Şeridi’nde işlediği soykırım, çatışmanın bu tarihsel gelişiminde bir sürpriz değil” ifadelerini kullandı.
Okuyuculara 7 Ekim 2023’ün, İsrail toplumu için Alman Holokost’unu anımsatan büyük bir şok olduğunu öne süren Paech, “Ancak çatışmayı anlamak için köklerine, yani süresiz hapis yıllarına, 1967’ye, hatta Nakba’ya değil, tarihi Filistin’de Siyonist yerleşimin başlangıcına dönmeliyiz” ifadelerini kullandı.
Yazar, bu çatışmanın köklerinin tarihi Filistin’de Siyonist yerleşimin başlangıcına dayandığını vurguladı.
Tarihin bize Gazze’de savaşın patlak vermesinin beklenen ve öngörülebilir bir şey olduğunu gösterdiğini de belirtti.
Bu nedenle, doğru bir tarihsel anlayışın bizi Gazze Şeridi’ndeki soykırımın hukuki boyutuna dair daha derin ve kapsamlı bir anlayışa götüreceğine dikkat çekti.
Lahey ve Cenevre Sözleşmeleri’nde yer alan uluslararası insancıl hukuka göre İsrail’in “Filistin toprakları”, yani Batı Şeria, Gazze Şeridi, Doğu Kudüs ve Suriye’ye ait Golan Tepeleri üzerinde işgalci bir güç olarak kabul edildiğin ekledi.
Bu sözleşmelerin, imzalayıp imzalamadıklarına bakılmaksızın tüm devletler için bağlayıcı olduğunu da belirtti.
Uluslararası hukuk profesörü, İsrail’in 2005 yılında Gazze Şeridi’nin bazı kısımlarından çekilmesinin onu her düzeydeki sorumluluklarından kurtarmadığını, bu bölgelerden sorumlu olmaya devam ettiğini vurguladı.
İsrail’in uluslararası hukuku her düzeyde ihlal ettiğine şüphe olmadığını, dolayısıyla Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin ve bağımsızlıklarını elde edene kadar direnme hakkına sahip olduklarını ifade etti.
Direniş ya da terörizm: Kendi kaderini tayin hakkı
Paech, kendi kaderini tayin hakkının, bağımsızlık ve yabancı egemenliği ve baskısından kurtulma taleplerinin altında yatan temel yasal bir ilke olduğunu vurguladı.
İsrail işgali altındaki Filistin halkının, dünyadaki diğer tüm halklar gibi, tam ve kapsamlı bir şekilde kendi kaderini tayin ve bağımsızlık hakkına sahip olduğunun da altını çizdi.
Şiddetin sömürgeci egemenliğin doğasında olduğunu, boyunduruk altına alınan ülkede veya yerli halkta olmadığını belirten Paech, kitabında ayrıca şu ifadelere yer verdi:
“Filistinlilerin, İsrail işgaline karşı direnişi salt terörizm ve şiddet olarak nitelendirilemez, bilakis bu meşru ve yasal bir araçtır. Zira sömürgeci egemenlik, sömürgecinin iradesiyle değil, sömürgeleştirilenin direnişiyle sona erer.”
Bu bağlamda, Hamas’ın İsrail ve Avrupa ülkelerinde terör örgütü olarak tanımlanmasına rağmen, uluslararası hukuka göre bir direniş hareketi olduğunu savundu.
Demir Kılıçlar Harekatı
İsrail, 7 Ekim’de düzenlenen Aksa Tufanı’na yanıt olarak meşru müdafaa gerekçesiyle Demir Kılıçlar Harekatı’nı başlattı.
Yazara göre ABD, Almanya ve Avrupa Birliği (AB) hükümetleri de “meşru müdafa” söylemini kullanarak, İsrail’e silah ve mali yardımların devam etmesini meşrulaştırdı.
İsrail’in soykırım savaşı, uluslararası hukuku ihlal ettiği gibi, İsrail’in “7 Ekim’in bir daha asla yaşanmaması için Hamas’ı ortadan kaldırmak” gibi belirsiz hedefleri nedeniyle sonu gelmeyen savaşlara da yol açıyor.
İsrail savaş hedefinin Hamas olduğu iddia etse de, Paech, İsrail’in 425 okulu, yaklaşık 273 ibadethaneyi, 250 mülteci barınağını ve 36 hastaneden 31’ini tahrip ettiğini ifade etti.
Bu rakamlar, İsrail’in savaşının Hamas’a değil, Filistin halkına karşı olduğunu gösteriyor.
Yazar ayrıca kitapta, İsrail’in Gazze Şeridi’ni yok etmeyi, Filistinlileri sürgüne göndermeyi ve yerlerine İsrailli yerleşimciler yerleştirmeyi amaçladığını açıkça ortaya koyan bir dizi İsrailli politikacının açıklamalarına da yer verdi.
Örneğin, İsrailli bir kadın bakanın, “Yeni bir Holokost planlayan, yeni bir Nakba yaşayacaktır” dediğini hatırlattı.
Dolayısıyla yazara göre, İsrail’in Demir Kılıçlar Harekatı, açlık ve gıdanın silah olarak kullanılması gibi, uluslararası hukuku her yönüyle ihlal ediyor.
Ancak yazar, uluslararası hukukun 75 yılı aşkın süredir bu çatışmada barış getirmediğini veya savaşı engellemediğini de ekledi.
Bu küresel siyasi bağlamda, hangi ülkelerin İsrail’i desteklediğini hatırlamanın önemli olduğunu belirten Paech, ayrıca şu ifadeleri kullandı:
“Böylece, Gazze’de patlak veren çatışmayı ve ardından gelen soykırımı yorumlarken yalnızca İsrail’e ve giderek artan ırkçı, aşırı sağcı hükümetine odaklanmamış oluyoruz. Bu, İsrail’in tek başına yürüttüğü bir savaş değil, bunu ancak ABD’nin desteğiyle yürütebilir.”
ABD’nin, BM gibi uluslararası platformlarda sürekli silah tedariki ve ekonomik ve siyasi destek yoluyla aktif katılımı, yalnızca bölgedeki hegemonyasını pekiştirmeyi amaçlıyor.
Ancak yazara göre, Filistinlilerin haklarından ödün vermesi, uluslararası ve insani hukuku açıkça hiçe sayması nedeniyle ABD nüfuzu tehlikede.
Yazar aynı zamanda, İsrail’in yıllardır bölgenin en büyük “savaş kışkırtıcısı” olduğunu, ancak sorumluluğun esas olarak ABD’ye ait olduğunu vurgulayarak, “ABD bu soykırımı ancak İsrail’e silah tedarik etmeyi bırakırsa durdurabilir” diye ekledi.
Her iki yazar da, Gazze halkının ülkelerindeki tüm koşullara rağmen varlıklarını sürdürdüklerini, özgürlük, bağımsızlık ve insan onuruna yakışır bir yaşam umudunu hiçbir zaman kaybetmediklerini belirten ortak bir fikirle kitabı sonlandırdı.
Yazarlar, Gazzeli bir çocuk olan Maria Hanoun’un ABD başkanına hitaben söylediği şu sözlerle kitabı bitirdi:
“Size cevaplamanızı umduğum bir soru sormak istiyorum. Gazze savaşından kurtulan bir çocuk olarak, sizden evinizi ve toprağınızı bırakıp Mısır veya Çin’de yaşamanızı istesem kabul eder miydiniz? Peki, reddediyorsanız, neden evimi ve toprağımı bırakmamı istiyorsunuz? Gazze hariç tüm dünyayı yönetiyorsunuz, çünkü Gazze dünya.”
Sonuç olarak, özellikle Almanca yazılmış olması ve uzman olmayanlara, hatta Filistin’deki çatışmanın ayrıntılarına aşina olmayanlara bile hitap etmesi nedeniyle, bu kitap önemli bir akademik değere sahip.
Kitabın ilk bölümünde Helga Baumgarten, İngilizlerin Filistin’i sömürgeleştirmesinden bu yana çatışmanın kapsamlı ve derinlemesine bir tarihini sunuyor.
Bu da, Gazze’de yaşanan soykırımın Siyonist hareketin ve İsrail şiddetinin bir uzantısı olarak anlaşılması için önemli bir arka plan sağlıyor.
Son olarak yazar, “soykırım” kavramının beyaz adamın şiddeti nedeniyle Avrupa bağlamında ortaya çıkan yeni bir kavram olduğunu belirtti.
Bu nedenle, Gazze’de yaşananları tanımlamak için Arapça “radikal soykırım” terimini kullanmanın daha uygun olabileceğini ifade etti.
Çünkü İsrail tarafından gerçekleştirilen bu radikal soykırımın, yalnızca Filistin halkını yok etmeyi ve onları anavatanları, tarihleri ve kültürlerinden tamamen koparmayı değil, aynı zamanda onları topraklarından tamamen söküp atmayı ve yerlerine Yahudi Siyonistleri yerleştirmeyi amaçladığını da ekledi.




devamını oku daha az oku
Teorisi İnşası”dır. 2006 yılında Kudüs'teki el-Kuds Üniversitesinden Siyaset Bilimi alanında lisans derecesi almış, 2009 yılında Birzeit Üniversitesinden Uluslararası Çalışmalar alanında ilk yüksek lisans derecesini ve 2013 yılında Almanya'daki Frankfurt am Main Goethe Üniversitesi ve Darmstadt Teknik Üniversitesinden Siyasal Teori alanında ikinci yüksek lisans derecesini almıştır. Akademik yayınları Journal of Middle Eastern Studies, Insight Turkey, Journal of Islamic Thought and Civilization, Dîvân ve Alternatives: Global, Local, Political gibi dergilerde yayımlanmıştır. Ana dili Arapça olan Dr. Fadi Zatari, Almanca, İngilizce ve Türkçe dillerini de akıcı bir şekilde konuşmaktadır. Araştırma ilgi alanları, etik ve siyaset, siyaset teorisi, medeniyet çalışmaları, medeniyet teorisi, İslami düşünce, klasik İslam düşünceleri ve Filistin-İsrail çatışmasıdır.