17 Temmuz 2025
7 Temmuz 2025 tarihinde Kenya’nın dört bir yanında patlak veren protestolar, son yılların en şiddetli ve en kanlı toplumsal hareketlerinden biri olarak kayıtlara geçti. Tarihi önemi nedeniyle sembolik bir gün olan Saba Saba Günü'nde başlayan gösterilerde, resmi kaynaklara göre 38 kişi yaşamını yitirdi, 131'den fazla kişi ise yaralandı. Kenya Ulusal İnsan Hakları Komisyonu (KNCHR) tarafından açıklanan verilere göre, ölümlerin büyük kısmı Nairobi, Kiambu ve Kajiado gibi büyük kentlerde gerçekleşti.
Göstericiler, ülkenin kötüleşen ekonomik durumu, genç işsizliğindeki artış ve polis şiddetine karşı seslerini duyurmak isterken, güvenlik güçlerinin ağır müdahalesi bu eylemleri ölümcül bir krize dönüştürdü. Gözaltılar, kayıplar ve mülkiyet tahribatı ile birlikte protestolar Kenya’da temel hak ve özgürlüklerin geldiği noktaya dair derin bir endişe yarattı.
Albert Ojwang’ın gözaltında ölümü

Protestoların temelinde ekonomik sebepler olsa da siyasal baskılar ve sistematik polis şiddeti halkın zamanla daha fazla tepki göstermesine yol açtı. Haziran ayında gözaltına alındıktan bir gün sonra ölü bulunan 31 yaşındaki öğretmen ve blogger Albert Ojwang, kamuoyunda büyük bir infial yarattı. Ojwang’ın ölümünden önce üst düzey bir polis yetkilisini yolsuzlukla suçladığı sosyal medya paylaşımları, onun hedef alınmasına neden olmuştu.
Polis, Ojwang’ın kendini hücre duvarına çarparak intihar ettiğini öne sürdü ancak bağımsız otopsi raporları bunun gerçeği yansıtmadığını ortaya koydu. Bu olay, Kenya’daki özgür ifade ortamının ve güvenlik güçlerinin hesap verilebilirliğinin sorgulanmasına neden olurken, Ojwang’ın ölümü, daha geniş çaplı ve koordineli sokak gösterilerinin başlangıcına dönüştü. Gözaltında ölümlere dair cezasızlık algısı ise gençlerin öfkesini körükledi.
Kenya Devlet Başkanı William Ruto’nun, protestoların tırmandığı günlerde yaptığı açıklamalar, zaten gergin olan toplumsal atmosferi daha da gerdi. Ruto, göstericilerin işyerlerine ve kamu mülklerine zarar vermesini gerekçe göstererek polise, "öldürmeyin ama bacaklarına vurun" talimatı verdi. Bu açıklama, hem ulusal hem uluslararası çevreler tarafından otoriter eğilimlerin açık bir göstergesi olarak yorumlandı.
Özellikle insan hakları örgütleri bu söylemlerin güvenlik güçlerine karşı hukuksuz güç kullanımını meşrulaştırdığını belirtti. Ruto’nun, protestoların siyasi muhalefet tarafından organize edildiğini ve bir tür hükümeti devirmeye teşebbüs anlamı taşıdığını iddia etmesi krizi çözmek yerine derinleştiren bir pozisyon olarak değerlendirildi. Ülkede, liderin reformcu imajını terk ederek baskıcı ve güvenlik odaklı bir yönetim anlayışına yöneldiği sıklıkla dile getiriliyor.
Protestolar WhatsApp'tan sokaklara taştı
Kenya’daki genç kuşak, protestoların dijital zeminini oluşturdu. Gen Z olarak adlandırılan bu kuşak, yapay zeka destekli araçları, sosyal medya algoritmalarını ve çevrimiçi organizasyonu eş zamanlı kullanarak kısa sürede etkili bir sivil hareket inşa etti. Örneğin, “Finance Bill GPT” adlı bir sohbet robotu, 300 sayfalık mali yasa tasarısını sadeleştirerek milyonlarca kişiye ulaştırdı. Twitter (X), TikTok ve Telegram üzerinden oluşturulan zincirleme paylaşımlar, protesto etiketlerini ülke gündeminin ilk sıralarına taşıdı.
Öte yandan WhatsApp üzerinden yayılan bilgi kartları, yasanın halk üzerindeki etkilerini özetleyen infografikler ve milletvekillerine doğrudan gönderilen metin mesajları sayesinde, gençler meclisteki oylamalarda da baskı unsuru olmayı başardı. Bu dijital hareketlilik, Kenya’da demokratik katılımın geleceğini şekillendirecek bir örnek olarak değerlendiriliyor.

Protestoları bastırma çabaları ise fiziksel güvenlik müdahaleleriyle sınırlı kalmadı. Kenya İletişim Otoritesi (CA), ulusal televizyon kanalları NTV, KTN ve K24’ün canlı yayınlarını durdurdu. Ülkenin başlıca şehirlerinde internet hızları neredeyse %40 oranında düşürüldü. Bu önlemler, medya sansürünün açık göstergesi olarak görülürken, ülke içinde bilgi akışının engellenmesine neden oldu.
Yüksek Mahkeme, CA’nın bu uygulamasını anayasaya aykırı bularak durdurma kararı verdi; ancak o ana kadar halkın doğru bilgiye ulaşması ciddi şekilde sekteye uğradı. Uzmanlar, dijital hakların ihlal edilmesinin demokratik toplumlar açısından ciddi bir tehlike oluşturduğunu ve hükümetin daha da otoriterleştiğini vurguladı.
Kenya’daki insan hakları ve hukuk kuruluşları, polisin aşırı güç kullanımına karşı ortak bir duruş sergiledi. Kenya Ulusal İnsan Hakları Komisyonu, sivil ölümler, yaralanmalar ve gözaltılar hakkında kapsamlı bir rapor yayımlayarak tüm tarafları hesap vermeye çağırdı. ARTICLE 19 gibi uluslararası sivil toplum kuruluşları ise #FreeToProtest etiketiyle küresel bir kampanya başlatarak Kenya’daki gelişmeleri dünya kamuoyuna taşıdı. Ayrıca Kenya Barolar Birliği ve Medya Konseyi, hükümetin basın özgürlüğüne yönelik müdahalelerini kınayarak hukuki süreçlerin takipçisi olacaklarını açıkladı.
Muhalefet: “Ruto yargılanmalı”
Protestoların siyasi yansıması da büyük oldu. Ruto’nun eski yardımcısı ve şu anki muhalefet lideri Rigathi Gachagua, Devlet Başkanı’nı Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) şikayet edeceklerini açıkladı. Gachagua, Ruto’nun geçmişte 2007 seçimleri sonrası şiddet olayları nedeniyle UCM’de yargılandığını hatırlatarak X hesabından yaptığı paylaşımda, “Duygu ve insanlıktan yoksunsunuz. Sizi Kenya polisine değil, bildiğiniz bir adres olan Uluslararası Ceza Mahkemesine şikayet edeceğiz." diye yazdı. Muhalefet partileri, polisin protestoculara uyguladığı şiddetin devlet destekli olduğunu ve hükümetin halkı düşman olarak konumlandırdığını ileri sürdü. Başkan Ruto tüm bu suçlamaları reddederek muhalefeti ülkeyi kaosa sürüklemekle suçladı.
Protestoların arkasındaki temel yapısal sorunlar ise daha derin. Ülkede genç nüfusun önemli bir kısmı işsiz ya da güvencesiz işlerde çalışıyor. 2025 itibariyle Kenya’nın kamu borcu, GSYİH’nin %63’üne ulaşmış durumda. Artan gıda ve enerji fiyatları, halkın temel ihtiyaçlarını karşılamasını zorlaştırıyor. Ruto hükümeti, bu sorunları önceki iktidarlardan devraldığını savunuyor ancak halk verilen vaatlerin tutulmamasından şikayetçi. Üniversite mezunu gençler iş bulamadıkları gibi kamu kaynaklarının yolsuzlukla çarçur edildiğini düşünüyor. Bu nedenle protestolar sadece sokakta değil, evlerde, dijital mecralarda ve sandıkta da sürecek bir öfkenin işareti olarak görülüyor.
Kenya’nın geleceği şu anda siyasi iradenin ve sivil toplumun alacağı kararlara bağlı. İnsan hakları kuruluşları, şeffaf ve bağımsız soruşturmalar yapılmasını, medya özgürlüğünün korunmasını ve gösteri hakkının anayasa çerçevesinde güvence altına alınmasını talep ediyor. Diğer yandan hükümetin protestoları darbe girişimi olarak kabul etmesi taraflar arasında diyaloğa engel oluyor. Kenya’nın demokratik kazanımları ciddi bir testten geçerken, ülkenin genç kuşağı reform taleplerini sürdürecek gibi görünüyor.

Ne olmuştu?
Kenya’daki protestolar ilk olarak Haziran 2024’te hükümetin meclise sunduğu 2024 Mali Yasa Tasarısı (Finance Bill 2024) ile başladı. Tasarıda; akaryakıt, maaşlar, dijital içerik üretimi ve temel tüketim ürünlerine yönelik yeni vergiler yer alıyordu. Bu vergi yükü geçim sıkıntısı çeken milyonlarca Kenyalı için oldukça ağırdı. Özellikle şehir merkezlerinde yaşayan genç nüfus ve işsizler, bu tasarının yoksulu daha da yoksullaştıracağı görüşüyle sokaklara döküldü.
Kenya’da genç nüfusun önemli bir kısmı üniversite mezunu olmasına rağmen iş bulamıyor. 2025 itibarıyla genç işsizliğin %35’in üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Hükümetin vaat ettiği istihdam politikalarının hayata geçmemesi ve üst düzey yolsuzluk haberleri, gençlerin mevcut düzene olan güvenini tamamen sarstı ve başlatılan dijital kampanyalar (#OccupyParliament, #RejectFinanceBill2024 gibi), ekonomik adaletsizlikle doğrudan bağlantılıydı.
Protestoların barışçıl doğası zamanla sertleşti çünkü polisin müdahaleleri orantısız güç kullanımıyla doluydu. Geçtiğimiz ay Albert Ojwang adlı bir öğretmenin gözaltında ölmesi polis şiddetine karşı yeni bir öfke dalgası yarattı. Ardından Boniface Kariuki adlı bir sivilin polis tarafından sokak ortasında başından vurularak öldürülmesi bardağı taşıran son damla oldu. Bu olaylar, halkın gözünde cezasızlık kültürünü ve güvenlik güçlerinin denetlenemezliğini sembolize etti. Geçen yıldan beri protestolarda 100’den fazla kişi hayatını kaybetti.