18 Nisan 2025
Antik çağ insanlarının hayal gücü ve mühendislik dehası, tarihe kalıcı izler bırakan muhteşem yapılarla taçlanmıştı. Antik Dünyanın Yedi Harikası olarak bilinen bu eserler, dönemin kültürel, sanatsal ve mimari başarılarının zirvesini temsil etti.
Günümüzde bu yapıların çoğu ortadan kalkmış olsa da haklarında anlatılanlar ve arkeolojik bulgular sayesinde insanlığın mirası olarak yaşamaya devam ettiler.
Keops Piramidi

Giza'nın kalbinde, zamanın ve kumun aşındıramadığı bir anıt yükselir: Keops Piramidi. Binlerce yıldır, bu devasa yapı, insanlığın en büyük başarılarından biri olarak varlığını sürdürmektedir. Mısır'ın dördüncü hanedanının hükümdarı Firavun Khufu için inşa edilen bu piramit, sadece bir mezar değil, aynı zamanda antik Mısır medeniyetinin gücünün, bilgisinin ve inancının bir sembolü olarak da kabul edilir.
Keops Piramidi'nin inşası, günümüzdeki modern mühendislik tekniklerine rağmen hala tam olarak anlaşılamamış bir konudur. MÖ 2584 ve 2561 yılları arasında inşa edildiği tahmin edilen piramit, yaklaşık 2,3 milyon kireç taşı bloğundan oluşmaktadır. Her bir bloğun ortalama ağırlığı 2,5 ton civarındadır. Bu devasa taşların nasıl kesildiği, taşındığı ve piramitteki yerlerine yerleştirildiği, arkeologlar ve tarihçiler tarafından uzun yıllardır tartışılmaktadır.
Piramidin inşasında çalışan işçilerin sayısı da bir başka tartışma konusudur. Bazı tahminlere göre, piramidin inşasında 100.000'den fazla işçi çalışmıştır. Ancak bu işçilerin kim olduğu, nasıl yaşadığı ve nasıl organize edildiği hakkında kesin bilgiler bulunmamaktadır.
Keops Piramidi'nin mimarisi, o dönemin şartlarına göre oldukça ileri düzeydedir. Piramidin dört yüzü, kuzey, güney, doğu ve batı yönlerine tam olarak hizalanmıştır. Bu hizalama, o dönemdeki Mısır astronomi bilgisinin ne kadar gelişmiş olduğunu göstermektedir.
Piramidin içindeki odalar ve geçitler de dikkat çekicidir. Kralın ve kraliçenin odaları, piramidin merkezine yakın bir konumda bulunmaktadır. Bu odalara ulaşmak için uzun ve dar koridorlardan geçmek gerekmektedir. Piramidin içindeki en büyük oda olan Büyük Galeri, yaklaşık 47 metre uzunluğunda ve 8 metre yüksekliğindedir.
Keops Piramidi, sadece bir yapı değil, aynı zamanda derin bir sembolizme de sahiptir. Piramit, antik Mısır inancında yeniden doğuşu ve sonsuz yaşamı temsil etmektedir. Piramidin tepesi, güneşe en yakın nokta olarak kabul edilir ve firavunun ölümünden sonra tanrılarla birleştiğine inanılırdı.
Piramidin inşası, aynı zamanda Mısır toplumunun gücünü ve organizasyon yeteneğini de göstermektedir. Bu devasa yapının inşası için binlerce insanın uyumlu bir şekilde çalışması, merkezi bir otoritenin varlığını ve toplumun ne kadar organize olduğunu kanıtlamaktadır.
Babil’in Asma Bahçeleri
Antik dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilen Babil'in Asma Bahçeleri, yüzyıllardır insanlığı büyüleyen bir efsane olmuştur. Mezopotamya'nın kalbinde, Fırat Nehri'nin kıyısında yükselen bu yemyeşil bahçelerin, Kral II. Nebukadnezar tarafından eşi Kraliçe Amytis için inşa edildiği rivayet edilir. Ancak, Babil'in Asma Bahçeleri'nin varlığına dair kesin kanıtlar bulunmamaktadır ve bu durum, bahçelerin gizemini daha da artırmaktadır.
Efsaneye göre, Babil Kralı II. Nebukadnezar, ülkesinin yeşil tepelerini ve vadilerini özleyen eşi Kraliçe Amytis için olağanüstü bir hediye hazırlamaya karar verir. Mezopotamya'nın sıcak ve kurak iklimine rağmen, kral, eşinin memleketini hatırlatan yemyeşil bir vaha yaratmak için harekete geçer. İşte bu şekilde, Babil'in Asma Bahçeleri'nin inşasına başlanır.
Asma Bahçeleri, yüksek teraslar üzerine inşa edilmiş, kat kat yükselen bir bahçe kompleksiydi. Her terasta, birbirinden farklı bitki türleri, ağaçlar ve çiçekler bulunmaktaydı. Bahçelerin sulanması için karmaşık bir sulama sistemi inşa edilmişti. Fırat Nehri'nden su, özel olarak tasarlanmış su pompaları aracılığıyla yukarı taşınıyor ve bahçelerdeki bitkileri besliyordu.
Efsanelerde, Babil'in Asma Bahçeleri'nin büyüleyici güzelliği ve zenginliği övgüyle anlatılır. Bahçelerde, dünyanın dört bir yanından getirilen nadir bitki türleri, egzotik hayvanlar ve kuşlar bulunmaktaydı. Bahçelerin teraslarında, serinlemek için gölgelikler, dinlenmek için banklar ve eğlenmek için havuzlar inşa edilmişti. Babil'in Asma Bahçeleri, adeta bir cennet bahçesini andırıyordu.
Babil'in Asma Bahçeleri'nin varlığına dair kesin kanıtlar bulunmamasına rağmen, antik dönem yazarlarının eserlerinde bahçelerden sıkça bahsedilmektedir. Özellikle Yunan tarihçi Diodorus Siculus, MÖ 1. yüzyılda yazdığı "Bibliotheca Historica" adlı eserinde, Babil'in Asma Bahçeleri'nin detaylı bir tasvirini yapmıştır. Siculus'a göre, bahçeler, Babil Kralı II. Nebukadnezar tarafından inşa edilmiş ve eşi Kraliçe Amytis için bir hediye olarak tasarlanmıştır.
Ancak, bazı tarihçiler, Babil'in Asma Bahçeleri'nin tamamen bir efsane olduğunu ve hiçbir zaman var olmadığını savunmaktadırlar. Bu görüşe göre, antik dönem yazarlarının eserlerindeki bahçe tasvirleri, sadece hayal ürünüdür ve gerçekte böyle bir bahçe kompleksi inşa edilmemiştir.
Babil'in Asma Bahçeleri'nin varlığına dair kanıtların yetersiz olması, bu konudaki tartışmaları daha da alevlendirmektedir. Arkeolojik kazılarda, Babil'de büyük bir saray ve sulama sistemine ait kalıntılar bulunmuştur. Ancak, bu kalıntıların Babil'in Asma Bahçeleri'ne ait olup olmadığı henüz kanıtlanamamıştır.
Babil'in Asma Bahçeleri, varlığına dair kesin kanıtlar bulunmamasına rağmen, yüzyıllardır insanlığı etkilemeyi başarmıştır. Bahçelerin efsanevi güzelliği ve zenginliği, sanat, edebiyat ve mimaride birçok esere ilham kaynağı olmuştur.
Babil'in Asma Bahçeleri'nin gizemi, günümüzde de devam etmektedir. Arkeologlar ve tarihçiler, bahçelerin varlığına dair kanıtlar bulmak için çalışmalarını sürdürmektedirler. Belki bir gün, Babil'in Asma Bahçeleri'nin sırrı çözülecek ve bu efsanevi yapının gerçek hikayesi ortaya çıkacaktır.
Babil'in Asma Bahçeleri, insanlığın hayal gücünün ve yaratıcılığının bir sembolü olarak kabul edilir. Bahçelerin efsanesi, insanlara doğanın güzelliğini, aşkın gücünü ve hayallerin peşinden gitmeyi hatırlatmaktadır.
Artemis Tapınağı

Efes'in bereketli topraklarında, antik dünyanın en muazzam yapılarından biri olan Artemis Tapınağı yükselirdi. Tanrıça Artemis'e adanmış bu görkemli yapı, sadece bir ibadethane değil, aynı zamanda antik dünyanın sanat, mimari ve dini anlayışının bir yansımasıydı. Ne yazık ki, günümüzde tapınaktan geriye sadece birkaç mermer parçası kalmıştır. Ancak, bu kalıntılar ve antik kaynaklardan elde edilen bilgiler, Artemis Tapınağı'nın ne kadar ihtişamlı ve etkileyici olduğunu gözler önüne sermektedir.
Artemis, antik Yunan mitolojisinde avcılığın, vahşi doğanın, ayın ve kadınların tanrıçasıydı. Doğurganlığın ve bereketin sembolü olarak da kabul edilen Artemis'e adanan tapınaklar, antik dünyada büyük öneme sahipti. Efes'teki Artemis Tapınağı, bu tapınakların en büyüğü ve en görkemlisiydi.
Tapınağın inşası, MÖ 6. yüzyılda, Lidya Kralı Kroisos'un hükümdarlığı döneminde başladı. Tamamen mermerden inşa edilen tapınak, antik dünyanın en büyük ve en gösterişli yapılarından biriydi. Tapınağın mimarları hakkında kesin bilgiler bulunmamakla birlikte, dönemin ünlü mimarlarının bu projede çalıştığı düşünülmektedir.
Artemis Tapınağı'nın en dikkat çekici özelliklerinden biri, mimarisinin ihtişamıydı. Tapınak, dikdörtgen bir plan üzerine inşa edilmiş ve 127 devasa sütunla çevriliydi. Bu sütunların her biri, yaklaşık 18 metre yüksekliğindeydi ve üzerlerinde kabartmalar bulunmaktaydı. Tapınağın içindeki en önemli bölüm, Tanrıça Artemis'in kült heykelinin bulunduğu kısımdı. Bu heykel, altın ve fildişinden yapılmıştı ve Tanrıça Artemis'i çeşitli sembollerle tasvir ediyordu.
Tapınağın eni yaklaşık 60 metre, uzunluğu ise 125 metreydi. Bu boyutlar, tapınağın ne kadar muazzam olduğunu göstermektedir. Tapınak, sadece büyüklüğüyle değil, aynı zamanda mimari detaylarıyla da dikkat çekiyordu. Sütunların üzerindeki kabartmalar, tapınağın duvarlarını süsleyen heykeller ve diğer detaylar, tapınağa ayrı bir güzellik katıyordu.
Artemis Tapınağı, sadece bir mimari şaheser değil, aynı zamanda önemli bir dini merkezdi. Tapınak, Tanrıça Artemis'e adanmış bir ibadethaneydi ve her yıl binlerce insan tarafından ziyaret edilirdi. Tapınakta, Tanrıça Artemis'e çeşitli adaklar sunulur ve dualar edilirdi. Tapınak, aynı zamanda önemli bir panayır yeriydi ve çeşitli etkinliklere ev sahipliği yapardı.
Artemis Tapınağı aynı zamanda kültürel bir merkezdi. Tapınak, dönemin önemli sanatçılarını, düşünürlerini ve bilim insanlarını cezbediyordu. Tapınakta, çeşitli sanat eserleri sergilenir, felsefi tartışmalar yapılır ve bilimsel çalışmalar yürütülürdü.
Artemis Tapınağı, yüzyıllar boyunca ayakta kaldı ve antik dünyanın en önemli yapılarından biri olarak kabul edildi. Ancak, zamanla tapınak, çeşitli saldırılara ve doğal afetlere maruz kaldı. MS 4. yüzyılda, Gotlar tarafından yapılan bir saldırı sonucu tapınak büyük ölçüde tahrip oldu. Daha sonra, depremler ve diğer doğal afetler, tapınağın tamamen yıkılmasına neden oldu.
Artemis Tapınağı'ndan günümüze sadece birkaç mermer parçası kalmıştır. Bu parçalar çeşitli müzelerde sergilenmektedir. Tapınağın kalıntıları, günümüzde Efes Antik Kenti'ni ziyaret eden turistler tarafından görülebilmektedir.
Zeus Heykeli
Zeus Heykeli, Yunanistan'ın Olympia kentinde, Tanrıların Kralı Zeus'a adanmış bir tapınakta bulunuyordu. MÖ 435 civarında ünlü heykeltıraş Phidias tarafından yapılan bu devasa heykel, antik dünyanın en önemli ve en etkileyici eserlerinden biriydi. Ne yazık ki, günümüzde heykelden geriye hiçbir şey kalmamıştır. Ancak, antik kaynaklardan ve tasvirlerden elde edilen bilgiler, Zeus Heykeli'nin ne kadar muazzam ve görkemli olduğunu gözler önüne sermektedir.
Zeus Heykeli'nin yaratıcısı olan Phidias, antik Yunan'ın en ünlü ve en yetenekli heykeltıraşlarından biriydi. Atina'daki Parthenon Tapınağı'ndaki Athena heykeli de dahil olmak üzere, birçok önemli esere imza atmıştı. Phidias'ın Zeus Heykeli'ni yaparken kullandığı teknikler ve malzemeler, o dönemin şartlarına göre oldukça ileri düzeydeydi. Heykelin ahşap bir iskeleti vardı ve bu iskeletin üzeri fildişi ve altın plakalarla kaplanmıştı. Zeus'un teni fildişinden, saçları ve sakalı ise altından yapılmıştı. Heykelin oturduğu taht da altın, fildişi, abanoz ağacı ve değerli taşlarla süslenmişti.
Zeus Heykeli, Tanrıların Kralı Zeus'u tahtında otururken tasvir ediyordu. Heykelin yüksekliği yaklaşık 13 metreydi, bu da onu tapınağın içine sığdırmayı oldukça zorlaştırıyordu. Hatta, heykelin oturduğu taht, tapınağın tabanından yaklaşık 1 metre yükseklikteydi. Zeus, sağ elinde zafer tanrıçası Nike'nin küçük bir heykelini tutarken, sol elinde ise üzerinde çeşitli semboller bulunan bir asa tutuyordu. Heykelin yüz ifadesi, gücü, otoriteyi ve aynı zamanda merhameti yansıtıyordu. Zeus'un bakışları, tüm evreni kapsayacak kadar geniş ve etkileyiciydi.
Zeus Heykeli, sadece bir sanat eseri değil, aynı zamanda önemli bir dini ve kültürel semboldü. Heykel, antik Yunanlılar için Zeus'un gücünü ve yüceliğini temsil ediyordu. Olimpiyat Oyunları'nın düzenlendiği Olympia, aynı zamanda Zeus'un kutsal alanıydı ve heykel, bu alanın en önemli yapılarından biriydi. Heykel, sadece Yunanistan'dan değil, tüm antik dünyadan gelen ziyaretçileri cezbediyordu. İnsanlar, Zeus'a adaklarını sunmak, dua etmek ve heykelin görkemine tanık olmak için Olympia'ya akın ediyorlardı.
Zeus Heykeli, yaklaşık 800 yıl boyunca Olympia'da kaldı. Ancak, MS 5. yüzyılda, Roma İmparatorluğu'nun Hristiyanlığı kabul etmesiyle birlikte, heykelin önemi azalmaya başladı. Heykel, daha sonra Konstantinopolis'e (İstanbul) taşındı ve orada bir yangında yok oldu. Günümüzde, heykelden geriye hiçbir şey kalmamıştır. Ancak, antik kaynaklardan ve tasvirlerden elde edilen bilgiler, Zeus Heykeli'nin ne kadar muazzam ve etkileyici olduğunu anlamamızı sağlamaktadır.
Rodos Heykeli
Rodos Heykeli, Yunanistan'ın Rodos adasında, antik çağda büyük bir öneme sahip olan bir limanın girişinde yer alıyordu. Güneş Tanrısı Helios'u tasvir eden bu devasa heykel, sadece büyüklüğüyle değil, aynı zamanda sanatsal değeri ve sembolik anlamıyla da dikkat çekiyordu. Ne yazık ki, heykel, inşa edildikten kısa bir süre sonra bir deprem sonucu yıkıldı ve günümüze kadar ulaşamadı. Ancak, antik kaynaklardan ve tasvirlerden elde edilen bilgiler, Rodos Heykeli'nin ne kadar muazzam ve etkileyici olduğunu gözler önüne sermektedir.
Rodos Heykeli'nin inşası, MÖ 305 yılında Rodos adasının Demetrius Poliorcetes tarafından bir yıl boyunca süren kuşatmasının başarıyla püskürtülmesinin ardından başladı. Rodoslular, bu zaferi kutlamak ve adanın koruyucu tanrısı olan Helios'a şükranlarını sunmak amacıyla devasa bir heykel yapmaya karar verdiler. Heykelin yapımına, dönemin ünlü heykeltıraşı Lindoslu Hares önderliğinde başlandı.
Rodos Heykeli'nin yapımı yaklaşık 12 yıl sürdü ve MÖ 280 yılında tamamlandı. Heykel, bronzdan yapılmıştı ve yaklaşık 32 metre yüksekliğindeydi. Bu da onu, o dönemde bilinen en büyük heykel yapılarından biri yapıyordu. Heykelin yapımında, bronz levhalar, demir bir iskeletin üzerine yerleştirilmişti. Heykelin iç kısmı, taş ve toprakla doldurulmuştu. Heykelin yapımında kullanılan bronz miktarı, yaklaşık 13 tondu.
Rodos Heykeli, sadece bir heykel değil, aynı zamanda önemli bir semboldü. Heykel, Rodos adasının gücünü, zenginliğini ve bağımsızlığını temsil ediyordu. Aynı zamanda, Rodosluların Tanrı Helios'a olan inançlarını ve bağlılıklarını da gösteriyordu. Heykelin, limana gelen gemileri selamladığı ve adayı koruduğu düşünülüyordu.
Rodos Heykeli, inşa edildikten yaklaşık 54 yıl sonra, MÖ 226 yılında bir deprem sonucu yıkıldı. Deprem, heykelin dizlerinin kırılmasına ve yere düşmesine neden oldu. Heykelin yıkılması, Rodoslular için büyük bir kayıp oldu. Ancak, heykelin enkazı, yüzyıllar boyunca ziyaretçiler için bir ilgi odağı olmaya devam etti.
İskenderiye Feneri

İskenderiye Feneri, Mısır'ın İskenderiye kentinde, Akdeniz'in kıyısında yükselen devasa bir yapıydı. Ptolemaios Hanedanlığı döneminde, MÖ 3. yüzyılda inşa edilen bu fener, sadece bir deniz feneri değil, aynı zamanda bir mühendislik harikası, bir gözlem kulesi ve bir sembol olarak da hizmet etti. Ne yazık ki, günümüzde fenerden geriye hiçbir şey kalmamıştır. Ancak, antik kaynaklardan ve tasvirlerden elde edilen bilgiler, İskenderiye Feneri'nin ne kadar muazzam ve etkileyici olduğunu gözler önüne sermektedir.
İskenderiye Feneri'nin inşası, MÖ 280-247 yılları arasında, Kral I. Ptolemaios Soter'in hükümdarlığı döneminde başladı ve Kral II. Ptolemaios Philadelphus'un hükümdarlığı döneminde tamamlandı. Fenerin mimarı hakkında kesin bilgiler bulunmamakla birlikte, dönemin ünlü mühendislerinden Sostratus'un bu projede çalıştığı düşünülmektedir. Fener, tamamen beyaz mermerden inşa edilmişti ve yaklaşık 120-140 metre yüksekliğindeydi. Bu da onu, o dönemde bilinen en yüksek yapılardan biri yapıyordu.
İskenderiye Feneri, üç katlı bir yapıydı. En alt katı kare şeklinde, orta katı sekizgen şeklinde ve en üst katı ise silindir şeklinde inşa edilmişti. Fenerin en üst katında, bir ayna sistemi ve bir ateş yakma düzeneği bulunuyordu. Aynalar, güneş ışığını yansıtarak ateşi daha parlak hale getiriyor ve bu sayede fenerin ışığı çok uzak mesafelerden görülebiliyordu. Fenerin ışığı, yaklaşık 50 deniz mili (92,6 km) mesafeden görülebiliyordu.
İskenderiye Feneri aynı zamanda önemli bir gözlem kulesiydi. Fenerin tepesinden, Akdeniz'in engin manzarası ve İskenderiye limanının hareketli yaşantısı izlenebiliyordu. Fener, aynı zamanda bir semboldü. İskenderiye'nin zenginliğini, gücünü ve medeniyetini temsil ediyordu. Fenerin ışığı, denizciler için bir umut ışığı, bir yol göstericiydi.
İskenderiye Feneri, yüzyıllar boyunca ayakta kaldı ve antik dünyanın en önemli yapılarından biri olarak kabul edildi. Ancak, zamanla fener, çeşitli doğal afetlere ve insan kaynaklı olaylara maruz kaldı. Depremler, fenerin yapısını zayıflattı ve zamanla fenerin yıkılmasına neden oldu. Fenerin enkazı, 14. yüzyılda tamamen yıkıldı. Günümüzde, fenerden geriye hiçbir şey kalmamıştır. Ancak, antik kaynaklardan ve tasvirlerden elde edilen bilgiler, İskenderiye Feneri'nin ne kadar muazzam ve etkileyici olduğunu anlamamızı sağlamaktadır.
Halikarnas Mozolesi
Halikarnas Mozolesi, günümüzde Türkiye'nin Muğla iline bağlı Bodrum ilçesinde yer almaktadır. Karya Satrabı Mausolos için eşi ve kız kardeşi Artemisia tarafından yaptırılan bu anıt mezar, hem mimari yapısıyla hem de üzerindeki heykeltıraşlık eserleriyle antik dünyanın en önemli yapılarından biriydi. Ne yazık ki, günümüzde mozole'den geriye sadece temelleri ve bazı kalıntıları kalmıştır. Ancak, bu kalıntılar ve antik kaynaklardan elde edilen bilgiler, Halikarnas Mozolesi'nin ne kadar muazzam ve etkileyici olduğunu gözler önüne sermektedir.
Halikarnas Mozolesi'nin yapımına, Mausolos'un ölümünden sonra, MÖ 353 yılında başlandı. Kraliçe Artemisia, eşinin anısını yaşatmak ve onun adına görkemli bir anıt mezar yaptırmak istedi. Bu amaçla, dönemin en ünlü mimarlarını ve heykeltıraşlarını Halikarnas'a davet etti. Mozolenin mimarları arasında Pytheos, Satyros ve Bryaxis gibi isimler de bulunmaktaydı.
Mozolenin inşası, yaklaşık 20 yıl sürdü ve MÖ 330'lu yıllarda tamamlandı. Anıt mezar, yaklaşık 45 metre yüksekliğindeydi ve dört bölümden oluşuyordu. En alt katta, Mausolos'un mezarının bulunduğu bir oda bulunuyordu. Bu odanın üzerinde, sütunlarla çevrili bir platform yer alıyordu. Platformun üzerinde, piramit şeklinde yükselen bir çatı bulunuyordu. Çatının tepesinde ise, Mausolos ve Artemisia'yı tasvir eden bir araba heykeli yer alıyordu.
Halikarnas Mozolesi, mimari ve heykeltıraşlık açısından antik dünyanın en önemli eserlerinden biriydi. Mozolenin mimarisinde, Yunan ve Mısır mimarisinin etkileri görülmekteydi. Sütunlar, Yunan mimarisinin tipik özelliklerini taşırken, piramit şeklindeki çatı, Mısır mimarisinden alınmıştı. Mozolenin üzerindeki heykeltıraşlık eserleri ise, dönemin en yetenekli heykeltıraşları tarafından yapılmıştı. Bu heykeller, mozolenin ihtişamını daha da artırıyordu.
Mozolenin üzerindeki heykeller, çeşitli mitolojik ve tarihi figürleri tasvir ediyordu. Bu figürler arasında, Tanrıça Artemis, Herakles, Amazonlar ve Mausolos'un ailesi de bulunmaktaydı. Heykeller, mozolenin dört bir yanına yerleştirilmişti ve ziyaretçilerin ilgisini çekiyordu.
Halikarnas Mozolesi, sadece bir anıt mezar değil, aynı zamanda bir semboldü. Karya Satraplığı'nın gücünü ve zenginliğini temsil ediyordu. Aynı zamanda, Mausolos'un anısını yaşatmak ve onun adına görkemli bir anıt bırakmak amacıyla inşa edilmişti. Mozole, antik dünyada büyük bir üne sahipti ve ziyaretçilerin akınına uğruyordu.
Halikarnas Mozolesi, yüzyıllar boyunca ayakta kaldı ve antik dünyanın en önemli yapılarından biri olarak kabul edildi. Ancak, zamanla mozole, çeşitli doğal afetlere ve insan kaynaklı olaylara maruz kaldı. Depremler, mozolenin yapısını zayıflattı ve zamanla mozolenin yıkılmasına neden oldu. Mozolenin enkazı, 15. yüzyılda Malta Şövalyeleri tarafından Bodrum Kalesi'nin yapımında kullanıldı. Günümüzde, mozole'den geriye sadece temelleri ve bazı kalıntıları kalmıştır.