Cevdet Said, Suriye, Yıkım ve Devrim
Suriye iç savaşı başladığında haftalık bir gazetenin yayın yönetmenliğini yapıyordum. Orta Doğu ve İslam dünyası merceğimizi odakladığımız yerler olduğu için, komşumuzda baş gösteren hadiseler de gündemimizin ana maddesiydi. Çalışma arkadaşlarımdan Merve Akbaş, bir ara heyecanla yanıma gelip “Cevdet Said’i tanıyor musunuz?” diye sormuştu. “Hayırdır” dedim, “niçin soruyorsunuz?”, “Suriyeli önemli bir alim, kısa bir süre önce çalışmalarına sükunet içinde devam etmesi için oradan çıkarılıp Türkiye’ye getirildi.”
Akbaş’ın teklifi beni çok heyecanlandırmıştı. Ona, Cevdet Said’in üniversite yıllarında okuduğumuz isimlerden biri olduğunu, özellikle Bireysel ve Toplumsal Değişimin Yasaları kitabını elden ele dolaştırdığımızı söyledim. Bir de Said’e dair bir rivayet bizi çok etkilemişti. Onun, karısı ve bir keçisiyle Şam dışında bir dağa çekildiği, basit bir kulübede yaşadığı söylenirdi. Uzaktan uzağa imrenirdik. Hatta iç savaştan birkaç yıl önce Suriye’ye bir geziye çıkmış, orada Cevdet Said ile alakalı rivayetin doğru olup olmadığını da sormuştuk. “Evet” dediler; “şu karşıdaki Kasyun Dağı’na çekildi, şehre pek uzak sayılmaz. Cuma günleri inip İbn-i Arabi Camii’nde namazını da kılıyor.” Anlattıklarım iş arkadaşımı daha da heyecanlandırdı ve yanılmıyorsam ilk söyleşiyi biz yapıp yayımladık.
Cevdet Said bildiğim kadarıyla Suriye’de doğup büyümüş, ülkenin koşullarını çok iyi bilen bir isim, daha da önemlisi fikirlerine dikkat kesilmemiz gereken bir alim/aydındı. Söyleşiyi yayımlamadan önce dikkatle okudum. Bu konuşma, komşumuz Suriye’de olup bitenlere dair ufkumu fazlasıyla genişletti diyebilirim. Said, bir yandan soruları cevaplıyor öte yandan bazı sorulara soruyla karşılık veriyordu. Hatırlayabildiğim kadarıyla cevapları zaten içlerinde saklı olan şu soruları soruyordu:
Birincisi, bütün ilginize rağmen sizler Suriye’yi ne kadar tanıyorsunuz? İkincisi, tarihinde ciddi hiçbir demokratik geleneği olmayan bir ülkeyi ve oradaki siyasi kurumları kısa bir sürede demokratikleştirecek bir iksire sahip misiniz, buna gerçekten inanıyor musunuz? Üçüncüsü de acaba bir ülkede siyasal ve toplumsal değişimi zamana yaymak, sabırla hareket etmek mi daha doğrudur yoksa yıkım, kan ve şiddete sebep olacak bir yöntem mi seçilmelidir.
Said artık aramızda yaşamıyor, bu günleri göremedi. Onun da bir değişimi arzuladığını fakat bu değişim sürecine dair farklı düşündüğünü anlayabiliyorduk.
On yılı aşkın bir süre devam eden Suriye iç savaşı sadece bu ülkedeki kurulu nizamla muhalifler arasında geçmedi. Zaman içinde önceden pek de öngöremediğimiz bir tablo oluştu arazide. Rejim, birbirinden farklı düşünen bir dizi muhalif grup, IŞİD ve Kürtler içeriden; İran, Rusya, Amerika, İsrail ve Türkiye dışarıdan olmak üzere fazlasıyla karmaşık bir nüfuz savaşı başladı. Bu nüfuz savaşı, zaman içinde Suriye ve Suriyelileri araçsallaştırma noktasına bile vardı.
Orta Doğu’nun bu kilit bölgesinde her dış güç içeride bir ya da bir dizi unsurla ittifak içerisine girerek koşulları kendi planlarına göre evirmeye çalıştı. Komşumuz uzun süren iç savaş yılları boyunca bir operasyon ülkesi haline geldi kısacası. Ama bu karmaşık denklemin sahada da bir kendini gösterme biçimi vardı. Çatışmalar, can kayıpları, göçler, yıkılan şehirler, tahrip olan sanayi tesisleri, çöken altyapı, ruhsal çöküş… Yirmi birinci yüzyılın tarihi yazılırken, bu yüzyılda topyekûn yıkıma uğramış iki ülkeden bahsedilecek; ikisi de birbiriyle komşu olan Irak ve Suriye’den. Her ikisi de Baas rejimiyle yönetilen ve Mezopotamya havzasında kilit rol oynayan bu ülkelerin neredeyse birer kalıntıya dönüştürülmüş olmaları “büyük oyun”dan bağımsız düşünülemez herhalde.
Bu ayın başında, aralarında bir uzlaşma sağlamış olan Suriye’deki muhalif grupların ani hücumuyla Baas rejimi çöktü ve komşumuzda yeni bir sayfa açıldı. Doğrusu, Suriyelilerin bu zaferle yaşadıkları sevinç, hepimiz için hayatımızda görebileceğimiz en ışıltılı anlardan biriydi. Bir halk yıllar süren yıkım, şiddet, kan ve göçü unutmuş, ülkelerinin artık yaşanabilir bir yer haline gelmiş olmasının derin sevincini yaşamıştı. Bir halk böyle zamanlarda güzeldir ve bu güzelliği paylaşmak için ille de o milletten biri olmamız gerekmiyor.
Haberlerden öğrendiğimize göre geri dönüşler de başladı. Çok sayıda Suriyeli ile yıllarca topraklarımızı paylaştık, muhtemelen bir kısmıyla paylaşmaya da devam edeceğiz. İyi ve kötü anıları oldu. Ama gözlemim Türk halkının çok büyük bir kısmı, komşularına yardımcı olmak için ellerinden geleni yaptılar. Şimdi tek dileğimiz, Suriye’nin küresel siyasetin ablukasından kendisini koruyarak, hür ve onurlu bir ülke haline gelmesi. Çektikleri acılar buna fazlasıyla değer.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
İsrail ile Hamas arasında varılan esir takası kapsamında serbest bırakılan Filistinli kadınlar, İsrail hapishanelerinde yaşadıkları işkenceyi ve kötü muameleyi anlatarak, özgürlüğe kavuşmanın getirdiği duygusal anları paylaştı.
Japonya'daki terkedilmiş evler, hızla azalan nüfus ve artan yaşlılık oranlarının bir sonucu olarak kentsel, banliyö ve kırsal alanlarda büyük bir sorun haline geliyor. Hükümet, bu boş mülkleri yenilemek ve tekrar kullanıma kazandırmak için çeşitli…
Mozambik’te yaşanan son olaylar, siyasi gerilimler, güvensizlik ve sosyal çatışmaları bir araya getiren krizleri gözler önüne seriyor.
Kartalkaya Kayak Merkezi'nde bir otelde çıkan yangında en az 10 kişi hayatını kaybederken, 32 kişi ise yaralandı.