İran’ın bölgedeki politikası, özellikle Türkiye’ye yönelik tutumu, gerçek hedefleri ve bölgesel değişimlere uyumu açısından birçok soru işareti doğurmaktadır.  

Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın İran’a yönelik açıklamaları da bu bağlamda rastgele söylenmiş sözler değildir, aksine, İran’ın Suriye ve Irak başta olmak üzere bölge istikrarını tehdit eden şüpheli faaliyetlerine dair birikmiş verilere ve gelişmelere dayanmaktadır. 

İran’ın silahlı gruplara desteği 

On yıllardır İran, bölgesel nüfuzunu artırmak amacıyla silahlı grupları desteklemeyi temel bir strateji olarak benimsemiştir. Bu politika özellikle Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen'de açıkça görülmektedir. Tahran, jeopolitik çıkarlarını koruyabilmek için bu gruplara finansman ve silah desteği sağlamaktadır. Ancak, mevcut gelişmeler bu yöntemi büyük bir risk haline getirmektedir. Özellikle ABD ve İsrail’in artan baskıları ve bölge ülkelerinin İran’ın yayılmacı politikalarına duyduğu tepki, bu stratejinin sürdürülebilirliğini sorgulamaktadır.  

İstihbarat ve medya raporlarına göre İran Devrim Muhafızları, Irak’ın kuzeyinde gizli toplantılar düzenleyerek, Ahmed Şaraa liderliğinde kurulan yeni Suriye hükümetinin istikrarını bozmayı ve eski rejim kalıntılarına yeniden destek sağlamayı hedeflemektedir. İran’ın bu müdahaleleri, nüfuzunu koruma adına kaosu bir araç olarak kullanma alışkanlığını devam ettirdiğini göstermektedir. Oysa birçok bölgesel aktör artık istikrara ve yeniden inşaya odaklanmıştır. 

Bu durum İran’ın ilk kez başvurduğu bir yöntem değildir. Daha önce de Devrim Muhafızları’nın PKK'ya silahlı insansız hava araçları temin ettiği duyulmuştu. Bu adım, İran’ın Türkiye’yi dolaylı yoldan hedef aldığı gerçeğini gözler önüne sermektedir. İran, Türkiye ile resmi işbirliğini sürdürmesine rağmen, perde arkasında çelişkili politikalar izlemekte ve Türkiye’nin çıkarlarıyla doğrudan çatışan hamleler yapmaktadır. İşte bu yüzden, Türkiye Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı İbrahim Kalın’ın geçtiğimiz ay Tahran’a gerçekleştirdiği ziyaret, Ankara’nın bu şüpheli İran hamlelerini anlamaya ve bölge ile Türkiye üzerindeki etkilerini değerlendirmeye yönelik bir girişim olarak değerlendirilmektedir.

İran’ın stratejik çıkmazı ve yalnızlaşan politikalar

İran’ın stratejik çıkmazı ve yalnızlaşan politikalar 

Bugün İran, bölgedeki nüfuzunu korumak için geçmişte kullandığı yöntemlere artık güvenemeyeceği farklı bir bölgesel gerçeklikle karşı karşıya. Artık "milisler döneminin sona erdiği" konusunda uluslararası bir mutabakat söz konusu ve bu mutabakat sadece Türkiye'nin tutumuyla sınırlı değil, İran’ın silahlı gruplara verdiği desteğin bölgeye verdiği zararın artık küresel düzeyde kabul edildiğini gösteriyor. 

ABD’nin bölgeye yönelik politikalarındaki değişimler de İran üzerindeki baskıyı artıran önemli bir faktör. Mevcut Amerikan yönetimi, Tahran’a karşı daha sert bir politika benimseyerek, İsrail’in Suriye ve Irak’taki İran hedeflerine yönelik saldırılarını artırmasına zemin hazırlayabilir. Bu senaryoda İran, bölgesel düzeyde yalnızlaşabilir ve Türkiye de bu süreçte Batı ile doğrudan karşı karşıya gelmemek adına İran’a destek vermekten kaçınabilir. 

Özellikle Donald Trump’ın yeniden Beyaz Saray’a dönmesiyle birlikte, ABD’nin İran’a karşı daha sert ve saldırgan bir politika izlemesi bekleniyor. Yeni yönetim, İran’a karşı maksimum baskı stratejisini yeniden devreye sokarak nükleer programını ve bölgesel etkisini hedef almayı planlıyor. Ekonomik yaptırımların sert bir şekilde geri dönmesi olasılığı yüksekken, ABD'nin bölgedeki müttefiklerine daha fazla askeri destek sağlamasıyla İran’a yönelik dolaylı bir askeri baskı da artabilir. Ayrıca, İran-İsrail geriliminin ABD desteğiyle daha da tırmanması ihtimali bulunuyor. Bu gelişmeler ışığında, Tahran, ya doğrudan bir çatışmayı göze alarak büyük bir riske girecek ya da Batı’nın giderek sıkılaşan şartları altında müzakere etmeye zorlanacak.  

İran’ın çelişkili politikaları ve bölgedeki istikrarsızlık 

İran’ın siyasetindeki en büyük paradokslardan biri, İsrail’e karşı düşmanca bir söylem benimserken, aynı zamanda Suriye’de istikrarsızlığı körükleyen politikalar izlemesidir. İsrail, Suriye’de hava saldırılarıyla askeri hedefleri vururken, İran da silahlı milisleri destekleyerek bölgedeki kaosu derinleştirmektedir. Bu çelişki, İran’ı zor bir duruma sokmaktadır.  

Tahran, devlet egemenliğinin korunması gerektiğini savunurken, Suriye ve Irak gibi ülkelerde hükümet karşıtı gruplara verdiği destekle kendi söylemiyle çelişmektedir. İran, silahlı milisler aracılığıyla bölgesel nüfuzunu artırmaya çalışırken, aynı zamanda uluslararası alanda meşruiyetini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalmaktadır. Özellikle Irak ve Suriye’deki şüpheli faaliyetlerinin gün yüzüne çıkması, İran’ın bölgede giderek artan bir izolasyona sürüklendiğini göstermektedir. Bu durumda, Tahran’ın bu politikalarını nasıl gerekçelendireceği büyük bir soru işareti olarak karşımızda duruyor. 

 İran’ın bölgesel stratejilerini yeniden şekillendirme zorunluluğu

İran’ın bölgesel stratejilerini yeniden şekillendirme zorunluluğu 

Türkiye-İran ilişkileri her zaman iki paralel eksende ilerlemiştir: biri diplomatik ve açık bir şekilde olumlu, diğeri ise zaman zaman siyasi ve güvenlik krizleriyle su yüzüne çıkan örtülü bir gerilim içermektedir. Ankara, Tahran ile diyalog kanallarını açık tutmaya özen gösterse de, ulusal güvenliğine yönelik doğrudan bir tehdit karşısında tolerans göstermeyecektir.  

Bu bağlamda, İran’ın bölgesel stratejilerini gözden geçirmesi kaçınılmaz hale gelmektedir. Milis güçlerine dayanarak nüfuz elde etme politikası artık sürdürülebilir bir yöntem olmaktan çıkmıştır. Uluslararası ve bölgesel baskılar bu yaklaşımı giderek daha fazla sorgularken, İran’ın Suriye ve Irak’taki provokatif hamleleri onu daha da izole edebilir. Hatta, şimdiye kadar Tahran’a yakın duran bazı müttefikleri bile mesafe koymak zorunda kalabilir.  

Mevcut dinamikler ışığında İran, eski stratejilerinin artık işe yaramadığını anlamalıdır. Komşu ülkelerde istikrarsızlık yaratma çabaları ve silahlı grupları desteklemeye devam etmesi, yalnızca bölgesel ve uluslararası ölçekte siyasi ve askeri gerilimleri tırmandıracaktır. Türkiye de, eğer İran’ın politikaları kendi güvenliğini tehdit ederse, bu duruma sessiz kalmayacaktır.  

Dolayısıyla, İran’ın yeni dönemde politikalarını gözden geçirmesi ve mevcut koşullara uyum sağlaması zorunlu hale gelmiştir. Dünya artık daha fazla kaosu kaldıramaz ve silahlı gruplara yatırım yapan her devlet, er ya da geç tam bir izolasyonla karşı karşıya kalacaktır.