İran ile ABD arasındaki nükleer meselesi ve Yemen konusunun bölgesel savaşa dönüşme riski taşıyan gerginliğin ardından iki ülkenin mektuplaşma trafiği sonrasında çıkan müzakere kararı, tarafların muhtemel bir çatışmada yaşayacakları kayıpları göze alamadıklarını ve diplomatik çözüm arayışında olduklarını ortaya koyarken görüşmelerin başarıya ulaşma ihtimalinin önünde ise bazı engeller bulunuyor.

İran ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin (BMGK) daimî üyeleri ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa ile Almanya (5+1) arasında 2015'te Tahran'ın nükleer faaliyetlerinin düzenlendiği ve denetim altına alındığı bir anlaşma imzalandı.

İran anlaşmadan önce en fazla yüzde 20 saflıkta uranyum zenginleştiriyorken Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olarak adlandırılan nükleer anlaşma, Tahran'a yüzde 3,67 oranında uranyum zenginleştirme faaliyetini sürdürme ve en çok 300 kilogram uranyumu elinde tutabilme izni veriyordu. İran, bu sınırlamaya ABD'nin anlaşmadan tek taraflı çekilmesine kadar riayet etti.  

ABD, Donald Trump'ın ilk başkanlık döneminde, Mayıs 2018'de anlaşmadan tek taraflı çekilerek İran'a yeniden ancak çok daha kapsamlı yaptırımlar uygulamaya başladı. Bu durum, İran için büyük bir ekonomik baskı oluşturdu. Tahran yönetimi, nükleer anlaşmanın Avrupalı taraflarının söz vermesine rağmen ABD yaptırımlarına karşı herhangi bir adım atmaması üzerine, Mayıs 2019'da anlaşmadaki bazı taahhütlerini durdurmaya başladı. Bu aşamada, anlaşmada belirlenen uranyum zenginleştirme sınırlarını aşarak, önce yüzde 20, ardından yüzde 60 seviyesine kadar zenginleştirme yapmaya başlayan İran, bugüne gelindiğinde katettiği ilerlemeyle hem endüstriyel hem de teknolojik imkanlar açısından nükleer silah üretme eşiğinde bir devlet haline geldi. Tahran'ın nükleer silah üretimine bu kadar yaklaşması ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerin endişelerini artırdı.

Tahran-Washington hattında mektup trafiği ve görüşmelerin formatı  

Anlaşmadan 2018'de ülkesini tek taraflı çeken ABD Başkanı Trump, İran ile doğrudan nükleer müzakere çağrısında bulunan bir mektubu geçen ay İran lideri Ayetullah Ali Hamaney'e gönderdi. Bu süreçte bölgeye stratejik bombardıman uçakları dahil büyük askeri yığınak yapan Trump'ın tehditler de içeren mektubuna İran, Umman üzerinden yanıt vererek, “tehdit ve baskı altında doğrudan müzakere etmeyeceklerini; yalnızca dolaylı görüşmelere hazır olduklarını” duyurdu. Bu durum, iki ülke arasındaki güven krizinin ve dolayısıyla diplomatik çözüme olan mesafenin ne kadar derin olduğunu da ortaya koydu. 

Trump'ın baskıları sonuç verdi ve iki ülke müzakerelere başlayacaklarının haberini 7 Nisan'da verdi. İran, görüşmelerin Umman'ın aracılığında dolaylı olacağında ısrar ederken ABD tarafı doğrudan görüşme yapacaklarını duyurdu. Tahran'daki diplomasi kulislerinde görüşmelerin öncelikle dolaylı başlayacağı daha sonra tarafların talepleri arasında uçurum olmazsa aynı gün içinde doğrudan görüşmelere döneceği bilgileri dolaşıyor.

ABD'nin nükleer anlaşmadan tek taraflı çekilmesi, İran’ın nükleer ilerlemesi ve karşılıklı güven sorunları

Her ne kadar taraflar müzakereler konusunda anlaşmış görünse de sürecin başarıya ulaşma ihtimalinin önündeki karşılıklı güven sorunları, ABD'nin nükleer dışı konuları müzakerelere dahil etme isteği ve İsrail’in Tahran-Washington arasında varılacak muhtemel bir anlaşmayı akamete uğratma arzusu gibi önemli engeller bulunuyor.

ABD'nin İran'a yönelik yaptırımları ve İran’ın nükleer faaliyetlerine dair şeffaflık eksiklikleri, her iki tarafın güven duygusunu ciddi şekilde zedelemiş durumda. İran, ABD’nin 2018’de anlaşmadan tek taraflı çekilmesinden dolayı yeni bir anlaşmanın geleceğine güvenmekte zorlanıyor. Ayrıca, İran’ın nükleer silah üretme kapasitesine yaklaşması, ABD’nin endişelerini artırırken, İran’ın da karşılıklı güvene dayalı bir çözüm önerisini kabul etmesi oldukça güçleşiyor.  

İran'ın nükleer programının 2015'te imzalanan KOEP çerçevesinde belirlenen sınırların çok ötesine geçmesi de anlaşma sağlanmasını engelleyen önemli bir unsur kabul edilebilir. Çünkü İran'ın nükleer kapasitesindeki ilerlemeyi geri çekmesi yalnızca siyasi bir mesele olmaktan çıkarak aynı zamanda teknik açıdan oldukça karmaşık bir sürece dönüşmüş durumda.  

İran, büyük bir prestij meselesine dönüştürdüğü bu teknolojik ve endüstriyel ilerlemeyi terk ederek 2015'teki nükleer anlaşmanın sınırlarına dönmek istemeyebilir. Nitekim Dışişleri Bakanı Abbas Erakçi de Eylül 2024'te yaptığı bir konuşmada, “nükleer anlaşmanın bazı kısımlarının artık İran'a eskisi gibi fayda sağlamadığını, bazı kısımlarının da güncelliğini yitirdiğini ve değişikliğe ihtiyaç duyduğunu” belirterek, sürecin ne denli zorlu ve karmaşık hale geldiğini gözler önüne serdi.  

ABD'nin nükleer dışı konuları müzakerelere dahil etme ihtimali

İran, müzakerelerde yalnızca nükleer programına odaklanmak istiyor, ancak ABD’nin yaklaşımı, nükleer silah üretiminin ötesine geçerek İran’ın bölgesel stratejilerini ve askeri faaliyetlerini de denetlemeye yönelik.

ABD’nin İran’ın balistik füze programı, insansız hava araçları (İHA) geliştirme çabaları ve bölgedeki milis güçlerle ilişkileri gibi nükleer dışı konuları müzakerelere dahil etme isteği, taraflar arasında gerilime yol açabilir. Özellikle, ABD'nin İran'ın balistik füze programı ve İHA gibi askeri teknolojilerine ilişkin talepleri, İran için son derece hassas bir konu. İran, daha önce birçok kez bu konularda müzakere etmeyeceğini duyurdu. İran’ın, nükleer programının dışındaki askeri ve stratejik unsurlar konusunda taviz vermeye istekli olup olmadığı ve ABD’nin bu taleplerinde ne kadar ısrarcı olacağı müzakerelerin gidişatını belirleyecek en kritik faktörlerden. Eğer her iki taraf da bu noktada ısrarcı olursa, müzakereler çökebilir ve bunun sonucunda diplomatik çözüm imkânsız hale gelebilir.  

İsrail’in müzakere sürecini akamete uğratmak için muhtemel çabaları

İsrail'in, İran'ın nükleer silah üretme kapasitesine ulaşmasını kendi rejimi için varoluşsal tehdit kabul ettiği biliniyor. İran ile ABD arasında varılacak bir anlaşma Tahran'ın nükleer silah üretme kapasitesinin önüne geçecek olsa da İran'ın muhtemel bir anlaşmayla özellikle ekonomik açıdan rahatlaması İsrail'i endişelendiren başka bir konu olarak öne çıkıyor. İran'ın her zaman baskı altında tutulmasını isteyen İsrail, yalnızca diplomatik bir çözümün yeterli olmadığını; İran’ın bölgedeki askeri faaliyetlerinin de denetlenmesi ve kendisine yönelik tehditlerin ortadan kaldırılması gerektiğini savunuyor.  

Bu nedenle, İsrail'in müzakerelere olumsuz yaklaşması ve bu süreci engellemeye yönelik çeşitli girişimlerde bulunması ihtimali ortadan kalkmış değil. Bununla birlikte, İsrail’in bu süreci akamete uğratma çabaları sadece diplomatik alanda sınırlı kalmayabilir. İsrail, ABD'den onay almadan askeri saldırı dahil çeşitli girişimlerde bulunabilir. Bu ihtimali göz önüne alan Trump'ın, İranlılarla yapılacak üst düzey müzakereler hakkında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu özel olarak bilgilendireceğini ve Tel Aviv'i kontrol altında tutacağına dair bilgiler de ABD medyasına yansıdı.

Karşılıklı tavizler başarı şansını artırabilir

İran ve ABD arasında başlaması planlanan müzakereler hem bölgesel hem de küresel güvenlik açısından kritik bir öneme sahip ancak müzakerelerin başarıya ulaşma ihtimali, çeşitli nedenlerden dolayı sınırlandırılmış durumda. Bununla birlikte ABD'nin "azami baskı" politikası nedeniyle özellikle ekonomik açıdan köşeye sıkışan İran'ın, ABD ile uzlaşmadan bu sorununu aşamayacağının farkında olması, durumun yakın süreçte devletin bekasını tehdit edebilecek şekilde ABD ile savaşa dönüşme ihtimali, buna karşılık Trump'ın, İran ile onlarca yıldır devam eden sorunları kendisinin çözme ve askeri çatışmadan kaçınma arzusu da karşılıklı tavizler verilmek suretiyle müzakerelerde başarı şansını artırabilir.  

Ayrıca, İran hükümet kanadında Trump'ın gerçekten bir anlaşma istediğine ve bunu elde etmek için yaptırımları kaldırmak adına ciddi adımlar atabileceğine dair görüşün hâkim olması da önemli bir ayrıntı. İran tarafı, Trump'ın önceki ABD Başkanı Joe Biden'dan daha kararlı olduğunu düşünüyor. İran Dışişleri Bakanı Erakçi'nin, Trump’ın ticaret odaklı yaklaşımını göz önünde bulundurarak, İran’ın anlaşma teklifinin İran ile anlaşmanın ve yaptırımların ortadan kaldırılmasının Amerikan şirketleri için trilyon dolarlık ekonomik fırsatlar sunacağını ifade etmesi de dikkati çekti.

Diğer yandan Umman'da 12 Nisan'da üst düzeyde yapılacağı açıklanan müzakerelerde İran heyetine Dışişleri Bakanı Erakçi başkanlık edecek. ABD'yi ise Amerikan mevkidaşı Marco Rubio yerine Trump'ın Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Wittkof temsil edecek. İran karşıtı tutumuyla bilinen Rubio'nun yerine ılımlı ve diplomasiyi önceleyen görüntü çizen Wittkof'un seçilmesi de Trump'ın gerçekten İran ile bir anlaşmaya varma isteğini gösteriyor.

Tüm bu faktörlerle birlikte diplomatik çözüm arayışlarının önünde büyük zorluklar bulunsa da bu süreçte her iki tarafın da ne kadar taviz vermeye istekli olduğu, sürecin gidişatını belirleyecek en önemli faktörlerden biri olacağı görülüyor.