Türkiye’de Mültecilere Karşı Nefret Söylemi: Medya Manipülasyonunun Etkileri


Türk toplumunda mültecilere yönelik nefret söylemi, medya ve sosyal medya üzerinden yayılarak toplumun geniş kesimlerinde karşılık buluyor. Medyada mültecilerin cinayet, hırsızlık, taciz ve terör gibi güvenlik riskleriyle ilişkilendirilmesi, ekonomik sorunların sorumlusu olarak gösterilmesi, mültecilere yönelik önyargıları ve düşmanlığı artırıyor.
Bu söylemler özellikle Suriyeli mültecileri hedef alıyor ve toplumda demografik tehdit olarak algılanmalarına yol açıyor. Hrant Dink Vakfı'nın araştırması, medyada Suriyelilere yönelik nefret söylemlerinin yaygın olduğunu ve bu söylemlerin genelleme ve çarpıtma yoluyla yayıldığını ortaya koyuyor. Örneğin, "Türkiye’de Suriyeliler denizin keyfini böyle çıkarıyor" başlığıyla paylaşılan bir fotoğrafın, aslında Suriyeli bir mülteciye değil, Türk bir gence ait olduğu ortaya çıkmış, ancak bu tür manipülasyonlar toplumda öfke ve nefreti körüklemiştir.
Nefret söyleminin toplumsal yansımaları ise ağır oluyor. Medyada ve siyasette mültecilere karşı kullanılan nefret söylemi, Türk toplumunda mültecilere yönelik önyargıları ve düşmanlığı artırarak, toplumsal huzursuzluklara ve şiddet olaylarına yol açıyor. Bu durum, sadece mültecileri değil, toplumun genelini de olumsuz etkiliyor ve toplumsal birlik ve beraberliği zedeliyor.
Araby Al-Jadeed gazetesinin haberine göre; Araştırmacı Dilek İçten, Medya ve Göç Derneği'nde (MGD) yaptığı çalışmalara dayanarak, 2018'den bu yana medyada mültecilere yönelik nefret söyleminde belirgin bir artış olduğunu belirtti. İçten, seçim dönemlerinde muhalefetin mülteci karşıtı söylemleri kışkırtıcı bir araç olarak kullandığını vurguladı.
Medyada mültecilere yönelik nefret söylemi giderek artıyor
Mülteci karşıtlığı ve ırkçı söylemin Türkiye’de yeni bir olgu olmadığının altını çizen İçten, yine de o süreçte ülkenin “kalıcı olarak yerleşilen” değil de, Avrupa’ya “geçiş ülkesi” olması nedeniyle bu söylemin yaygın olmadığının belirtti.
Öte yandan İçten, geçiş aşamasının bu kadar çok sayıda mülteciyi barındıracak şekilde planlanmamasının, bu durumu daha da kötüleştirdiğine dikkat çekti.
Bunun yerine, bu aşamanın çok kısa bir sürede gerçekleştiğini ve bu süre zarfında konu ve olası sonuçlarıyla ilgili net bir plan geliştirilmediğini de ekledi.
İçten’e göre aradan geçen uzun süre ve küresel ölçekte artan sığınma ve göç dalgaları, vatandaşlarda muhalefet partilerinin de fark edip kullandığı kaygı ve korku dalgasına yol açtı.
Peki politikacılar, akademisyenler ve toplum üzerinde etki sahibi olan kişilerin mülteciler hakkındaki çıkarımları nelerdir? Bu konuda halkın zihnini kontrol etmek ve etkilemek için nelere güvendiler?
Türkiye’deki mültecileri hedef alan provokatif söylemler veya manipülatif haberler ele alınarak, bu iki soruya verilen olası yanıtlar şunlar;
Suriyeliler medyada açık hedef halinde
Türkiye’deki bazı yerel medya organları, başta Suriyeliler olmak üzere mültecileri sistematik olarak cinayet, hırsızlık, taciz ve terör başta olmak üzere ülkeyi tehdit eden güvenlik riskleriyle ilişkilendiriyor.
Ayrıca mültecileri ülkedeki olumsuz ekonomik koşullar ve işsizliğin de sorumlusu olarak gösteriyor.
Ayrımcılık ve nefret söylemiyle mücadele ederek bir arada yaşam kültürünü geliştirmeyi hedefleyen Hrant Dink Vakfı Vakfı’nın yürüttüğü araştırmanın sonuçlarına göre, mülteciler demografik yapıya yönelik ciddi bir tehdit, en hafif benzetmeyle rahatsızlık ve gerilim kaynağı olarak görülüyorlar.
Hrant Dink Vakfı tarafından, 2019 yılında 4 ay boyunca Türkiye’deki resmi ve yerel yazılı basındaki nefret söyleminin izlenmesi ve analiz edilmesinin ardından, Eylül 2020’de yayınlanan “Medyada Nefret Söyleminin İzlenmesi” başlıklı çalışmaya göre yerel ve ulusal bazı gazeteler ve televizyon kanallarında Suriyeliler hakkında bir senede 760 nefret söylemi üretildi.
Araştırmada, söz konusu haberlerde “Ülkemizde azınlık olduk, göçmenler çoğunlukta” ve “Suriyelilerden bıktık” gibi abartma, genelleme ve gerçekleri çarpıtma şeklinde sık rastlanan söylemler kullanıldığına dikkat çekildi.
Üstelik bu söylemlere yer verilen medya organlarında, “Arap vahşeti”, “Yabancılar çocuklarımızı taciz ediyor”, “Türk kızlarına tecavüz ediliyor”, “Göçmenler bıçaklarla saldırıyor” gibi mülteci toplumunu tahrik eden düşmanca ifadelerin kullanıldı.
Bunun yanı sıra mülteciler, “dolandırıcı”, “hain” ve “ahlaksız” olarak nitelendirilerek, doğrudan hakaret ve küçümsemeye maruz kaldı.
Nefret içeriğinin yayılması, bu provokatif içerikleri oluşturma konusunda inisiyatif alan medyayla sınırlı kalmadı.
Bu konuda yapılan araştırmalarda, Korkusuz gazetesinin Temmuz 2019 tarihli haberinde kullandığı, “Türkiye’deki Suriyeliler denizin keyfini böyle çıkarıyor” başlığıyla yayınladığı fotoğraf incelendi.
Deniz içerisinde nargile içen bir genci gösteren bu fotoğraf, o dönemde bazı diğer medya kuruluşlarına bağlı olanlar da dahil, 4 bin Facebook hesabı tarafından paylaşıldı.
Ancak medyada yer alan iddiaları araştıran teyit.org sitesi, söz konusu fotoğrafta görülen kişinin Suriyeli bir mülteci değil, Erzin Soylu isimli bir Türk genci olduğunu bildirdi.
Fotoğrafın sahibi Erzin Soylu da, Twitter hesabından yaptığı açıklamayla görselde bulunan kişinin kendisi olduğunu belirtti.
Ayrımcı söylem mültecilere karşı “nefret sarmalı” yaratıyor
Irkçı eylemler, sadece yönetim ve öğretmenlerle sınırlı olmayıp, aynı okuldaki mülteci akranlarına düşmanca davranan öğrenciler tarafından da uygulanıyor.
Al-Araby Al-Jadeed’e konuşan, ailesinin güvenliğini korumak için isminin gizli kalmasını isteyen Suriyeli mülteci Ebu Hasan, oğlunun başına da bunun geldiğini, bir buçuk yıl önce bir öğrencinin, İstanbul’daki bir okulun bahçesinde oğluna saldırdığını söyledi.
Ebu Hasan, 17 yaşındaki bir gencin oğlunu yere düşürdüğünü, ayağını boynuna dolayarak boğmaya çalıştığını ancak öğrencilerin çığlıkları ve öğretmenin müdahalesi sonucu oğlunu bıraktığını bildirdi.
Oğlunun bu saldırının ardından bilincini kaybederek hastaneye kaldırıldığını ekleyen Ebu Hasan, şu ifadelerle devam etti;
“Oğlum saatlerce yoğun bakımda kaldı, solunum cihazına bağlandı. Ona ne olduğunu ve neden hastanede olduğunu bilmiyordum. Oğlum utangaç ve iyileştikten sonra da okulda başına gelenleri bana anlatmadı. Bir sağlık çalışanı, oğlumdan büyük bazı öğrencilerin Suriyeli olduğunu öğrendiğinde ona saldırdığını ve hakaret ettiğini söyledi.”
Nefret söylemi Türk toplumuna nasıl yansıdı?
Ayrımcı söylemler, siyasi veya toplumsal vizyona sahip tarafların açıklamalarının yanı sıra ana akım medyada yer alan haberler ile sosyal medya platformları üzerinden yayılan iddialar ve yanıltıcı bilgilerle farklı şekillerde tekrarlanarak yeniden dolaşıma sokuluyor. Bu durum da mülteci ve göçmenleri tuzağa düşüren bir “nefret sarmalı” yaratıyor.
Medya ve Göç Derneği’nin medyadaki nefret sarmalını izleyen araştırmasına göre bu haberler, mülteciler ve göçmenlere yönelik toplumsal algıyı şekillendiren ana bilgi kaynağı olması nedeniyle bireylerin davranışlarına yansıyor.
Geçmişte geleneksel medya kuruluşları (gazeteler ve TV kanalları), nefret terimi ve ifadelerini kullanmayı reddediyordu. Ancak, günümüzde web siteleri ve sosyal medya hesapları bu etik standartları önemsemiyor.
Söz konusu ayrımcı söylemler, sadece toplum, vatandaşlar ve mültecileri değil, artık Türkiye’ye gelmekten kaçınmaya başlayan turistler gibi, nefret söyleminin yükselişinden kaynaklanan ırkçı saldırılardan korkan birçok yabancıyı da etkiliyor.
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde görevli Doç. Dr. Burcu Sümer konuya ilişkin açıklamasında, Türkiye’de yaşayan insanların birbirleriyle iletişim kurmaktan kaçınmalarının kendisini en çok korkutan şey olduğunu söyledi.
Doç. Dr. Sümer, artık her iki tarafın da diğeriyle, sosyal paylaşım platformları ve diğer medya kuruluşlarında yer alan haber ve bilgilerden kaynaklanan, kendi zihinlerinde oluşturdukları imaja dayanarak muhatap olduklarına dikkat çekti.
Ayrıca Doç. Dr. Sümer, ırkçı söylemlerin tırmanmasının önüne geçilmesi ve bir an önce “ötekini kabul etme” durumunun gerçekleşmesi gerektiğini de ekledi.
Öte yandan Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanı Ebubekir Şahin, 16 Eylül 2022’de düzenlenen “Medyada Nefret Söylemi” isimli panelde yaptığı konuşmada şunları söyledi;
“Medyadaki nefret söyleminin fikir özgürlüğü parantezine asla alınmaması gerek. Nefret söyleminin, örneğin ırkçı saldırılar gibi nefret fiiline dönüşmesi, toplumsal felaketler olarak ortaya çıkmaktadır.”
Şahin ayrıca nefret söyleminin insanlık suçu olduğunu vurgulayarak, “Hele ki medya aracılığıyla yapılıyor ise bunun tabii ki çarpan etkileri vardır diye düşünmekteyim” ifadesini kullandı.
Buna ek olarak, devlet kurumlarının ırkçı, din karşıtı ve yabancı düşmanlığına karşı olduğunu ve bunlarla mücadele ettiğini de sözlerine ekledi.
Nefret suçlarının kanıtlanması neden bu kadar zor?
5237 sayılı TCK’nın 122. maddesine göre nefret ve ayırımcılık suç olarak kabul ediliyor.
Söz konusu maddede, “Dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep farklılığından kaynaklanan nefret nedeniyle bir kişiye kamuya arz edilmiş olan bir taşınır veya taşınmaz malın satılmasını, devrini veya kiraya verilmesini, bir kişinin kamuya arz edilmiş belli bir hizmetten yararlanmasını, bir kişinin işe alınmasını ve bir kişinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını, engelleyen kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” deniliyor.
Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama Suçu’nu içeren TCK’nın 216. maddesinde ise şunlar yazıyor;
“Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Ancak bu kanun maddelerinin uygulanmasını zorlaştıran şey, nefretin duyularla kanıtlanamayan soyut bir özellik ve zihinsel bir eylem olması nedeniyle sanığın suç işlediğini ispatlamadaki zorluk.
Bu nedenle nefret suçu şikayetlerinin çoğu geri çekiliyor ve dava açılsa bile failler hakkında iddianame hazırlanacak noktaya ulaşmıyor.
Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Akademisyen Av. Ahmet Enes Özdil’e göre çoğu zaman bu süreçte sanık hakkında mahkumiyet gibi yargı kararı verilmiyor.
Öte yandan Özdil, ırkçılık suçunun işlenmesine ilişkin sunulan rapor sayısına ilişkin Adalet Bakanlığı’nın yayınladığı son istatistiğin 2019 yılında olduğunu bildirdi.
O dönemde ırkçılık başlığı altında sunulan yalnızca sekiz rapor olduğunu söyleyen Özdil, bunların hiçbirinde sanıklar hakkında herhangi bir iddianame hazırlanmadığı ve daha sonraki istatistiklerde ise her suça ilişkin rakamların ayrı ayrı açıklığa kavuşturulmadığı bilgisini de verdi.