Bugün Yaşananlar Gölgesinde Nepal’de Monarşiyi Hatırlamak

20.10.2025 - 16:55 | Son Güncellenme: 20.10.2025 - 17:02
Nepal Krallığı yüzyıllar boyunca Güney Asya’nın dağlık coğrafyasında varlığını sürdürmüş bir devlet olmuştu. Himalayaların sarp dorukları arasında şekillenen bu krallık, uzun süre boyunca dış etkilere kapalı kalmış, kendi iç dinamikleriyle yönetilmişti. 18. yüzyılın sonlarına doğru Gurkalar adı verilen savaşçı toplulukların öncülüğünde kurulan merkezi yönetim, Nepal’in sınırlarını genişletmiş ve özellikle İngiliz sömürge idaresinin bölgedeki hâkimiyetine karşı zaman zaman direnmişti. Nepal Krallığı, İngiliz Hindistanı ile yaptığı savaşlardan sonra bağımsızlığını korumayı başarmış, ancak 19. yüzyılın ortalarından itibaren İngilizlerle özel bir ilişki kurmuştu. Gurkaların Britanya ordusuna asker sağlaması bu ilişkinin en önemli ayağı olmuştu. Bu sayede krallık, iç bağımsızlığını muhafaza ederken dış politikada İngiliz etkisine açık hale gelmişti.
20. yüzyıla gelindiğinde Nepal Krallığı modernleşme arayışları ile muhafazakâr yapısı arasında sıkışıp kalmıştı. Rana hanedanı adı verilen yönetici aile uzun süre boyunca krallığı fiilen yönetmiş, kralı ise sembolik bir konuma indirgemişti. Bu durum halk arasında tepkiye yol açmış, özellikle 1950’lerde demokratikleşme talepleri artmıştı. Hindistan’ın bağımsızlığını kazanmasının ardından bölgedeki siyasi iklim değişmiş, Nepal de bu süreçten etkilenmişti. 1951 yılında Rana yönetimi sona ermiş, kral yeniden yürütme yetkisini ele almıştı. Fakat çok partili siyasi hayata geçiş sancılı olmuş, monarşi ile demokratik güçler arasında sürekli bir gerilim yaşanmıştı.
Monarşinin yükselişi ve çalkantılı modernleşme
1960 yılında Kral Mahendra parlamentoyu feshetmiş, Panchayat adı verilen partiler üstü bir yönetim sistemini kurmuştu. Bu sistemde kral bütün gücü elinde toplamış, siyasi partiler yasaklanmıştı. Ancak bu durum halkın demokrasi talebini ortadan kaldırmamış, yer altına çekilen siyasi hareketler özellikle 1970’lerden itibaren güç kazanmıştı. 1990 yılına gelindiğinde ise Nepal halkı geniş katılımlı gösterilerle monarşinin mutlak gücüne son vermişti. “Jana Andolan” olarak bilinen bu halk hareketi sonucunda Kral Birendra çok partili sisteme geri dönmeyi kabul etmiş, anayasal monarşi ilan edilmişti. Böylece Nepal Krallığı modernleşme yolunda önemli bir adım atmıştı.
Gözden Kaçmasın
1990’lı yıllar Nepal’de hem demokratik açılım hem de ciddi bir istikrarsızlık dönemi olmuştu. Bir yandan farklı siyasi partiler iktidar mücadelesine girişmiş, diğer yandan kırsal kesimde yükselen Maocu hareket silahlı bir isyana dönüşmüştü. 1996 yılında başlayan ve on yıl boyunca süren Nepal İç Savaşı, ülkenin siyasi ve ekonomik hayatını derinden sarsmıştı. Maocu gerillalar özellikle dağlık bölgelerde geniş alanları kontrol altına almış, devlet otoritesi zayıflamıştı. Savaşta on binlerce insan hayatını kaybetmiş, milyonlarca kişi yerinden edilmişti. Nepal ekonomisi ciddi bir darbe almış, yoksulluk ve işsizlik artmıştı.
2001 yılında ise Nepal Krallığı büyük bir trajediyle sarsılmıştı. Kral Birendra ve ailesinin büyük bölümü, Katmandu’daki kraliyet sarayında meydana gelen kanlı bir saldırıda öldürülmüştü. Saray Katliamı olarak bilinen bu olayda sorumluluğun kimde olduğu uzun yıllar tartışılmış, resmi açıklamaya göre Veliaht Prens Dipendra ailesini öldürüp intihar etmişti. Ancak birçok Nepalli bu versiyona inanmamış, olay halkın gözünde monarşiye olan güveni daha da sarsmıştı. Katliamdan sağ çıkan Prens Gyanendra tahta çıkmış, ancak selefi kadar halk tarafından sevilmemişti.
2000’li yılların başında Nepal İç Savaşı tüm şiddetiyle sürerken, kral ile demokratik güçler arasında da ciddi bir gerilim yaşanmıştı. 2005 yılında Kral Gyanendra parlamentoyu feshetmiş, yönetimi tamamen kendi eline almıştı. Bu durum hem siyasi partiler hem de Maocular tarafından reddedilmiş, geniş çaplı protestolar başlamıştı. 2006 yılında gerçekleştirilen büyük gösteriler sonucunda kral geri adım atmak zorunda kalmış, parlamentonun yetkileri iade edilmişti. Aynı yıl imzalanan barış anlaşmasıyla Maocu isyan resmen sona ermiş, Maocular siyasi sürece dahil olmuştu.
2008 yılına gelindiğinde ise Nepal tarihinin en köklü değişikliklerinden biri gerçekleşmişti. Kurucu meclis seçimlerinin ardından toplanan parlamenterler, monarşinin kaldırılmasına karar vermişti. Böylece yüzyıllardır süregelen Nepal Krallığı tarihe karışmış, Nepal Federal Demokratik Cumhuriyeti ilan edilmişti. Kral Gyanendra tahtını terk etmek zorunda kalmış, ülke cumhuriyet yönetimine geçmişti. Bu karar halkın önemli bir kesimi tarafından desteklenmiş, ancak monarşinin sembolik değerini savunanlar da hayal kırıklığına uğramıştı.
Cumhuriyet sonrası istikrarsızlık
Cumhuriyetin ilanından sonra Nepal’in istikrara kavuşması beklenmişti. Ancak 2008 sonrasında siyasi istikrarsızlık devam etmişti. Farklı siyasi partiler arasında sık sık koalisyon krizleri yaşanmış, hükümetler kısa ömürlü olmuştu. Yeni anayasanın hazırlanması yıllarca sürmüş, etnik ve bölgesel gruplar arasında gerilimler yaşanmıştı. Özellikle Madhesi topluluğu merkezi hükümetin politikalarına karşı çıkmış, protestolar düzenlemişti. 2015 yılında uzun tartışmaların ardından yeni anayasa kabul edilmiş, ancak bu da bazı kesimleri memnun etmemişti.
2015 yılı Nepal için başka bir açıdan da felaket yılı olmuştu. Nisan ayında meydana gelen 7,8 büyüklüğündeki deprem, on binlerce insanın ölümüne yol açmış, ülkenin altyapısını büyük ölçüde tahrip etmişti. Katmandu’daki tarihi yapılar yıkılmış, kırsal bölgelerde köyler yerle bir olmuştu. Depremin ardından yaşanan insani kriz, devletin yetersizliği nedeniyle daha da ağırlaşmıştı. Bu felaket, Nepal’in ekonomik toparlanma çabalarını yıllarca geriye götürmüştü.
Nepal 2008 sonrasında demokratikleşme yolunda adımlar atmış olsa da siyasi istikrarsızlık kronik bir sorun haline gelmişti. Başbakanlar sık sık değişmiş, partiler arasındaki çekişmeler devlet kurumlarını zayıflatmıştı. Ekonomi turizme ve dış yardımlara bağımlı hale gelmiş, sanayi ve tarım alanlarında yeterli ilerleme kaydedilememişti. Genç nüfusun büyük bölümü yurt dışında çalışmaya gitmiş, döviz havaleleri ülkenin en önemli gelir kalemlerinden biri olmuştu. Bu durum sosyal yapıyı da etkilemiş, aileler parçalanmıştı.
2020’li yıllara gelindiğinde Nepal hâlâ siyasi belirsizliklerle boğuşuyordu. Bir yandan Hindistan ve Çin gibi iki büyük güç arasında denge kurmaya çalışıyor, diğer yandan iç politikada partiler arasındaki kutuplaşmayı aşamıyordu. Ekonomik kalkınma hedefleri sürekli erteleniyor, işsizlik ve yoksulluk devam ediyordu. Turizm sektörü COVID-19 pandemisiyle ağır darbe almış, Everest tırmanışları neredeyse durma noktasına gelmişti. Bu durum ülkenin gelirlerini ciddi şekilde azaltmıştı.
Nepal Krallığı’nın kaldırılmasının üzerinden yıllar geçmesine rağmen ülkede monarşi yanlısı sesler zaman zaman yükselmeye devam etmişti. Halkın bir bölümü cumhuriyetin istikrar getiremediğini savunmuş, krallığın geri dönmesi gerektiğini dile getirmişti. Ancak geniş çaplı bir monarşi restorasyonu için siyasi bir zemin oluşmamıştı. Nepal’deki genç kuşak daha çok ekonomik refah ve istikrarlı bir yönetim talep etmişti.
Neticede Nepal 2008’den itibaren istikrarsızlıklarla mücadele eden bir cumhuriyet haline gelmişti. Monarşinin kaldırılması tarihi bir dönüm noktası olmuş, ancak beklenen istikrar ve refah sağlanamamıştı. Nepal’in dağlık coğrafyası, etnik çeşitliliği ve jeopolitik konumu ülkenin hem fırsatlarını hem de zorluklarını belirlemeye devam etmişti. Geçmişte olduğu gibi Nepal halkı değişim ve dönüşüm arayışını sürdürmüş, krallıktan cumhuriyete giden yolculukta birçok sancılı deneyim yaşamıştı.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.





