Srebrenitsa ve Ruanda’dan Alınmayan Dersler: Tarih Tekerrür Mü Ediyor?


Tarih boyunca insanlık, trajik olaylardan ders alınması gerektiğini söylese de yaşanan katliamlar ve soykırımlar bu söylemin pratiğe dökülmediğini kanıtlıyor. Birçok etnik ve dini kimliğin bir arada yaşadığı bu iki coğrafyada, 20. yüzyılın sonunda Avrupa'nın göbeğinde Srebrenitsa ve Afrika kıtasındaki Ruanda'da yaşanan soykırımlar, uluslararası toplumun ihmalkârlığını ve etkisizliğini gözler önüne serdi. Bu trajedilerden ders alındığı iddia edildi ancak günümüzde farklı coğrafyalarda benzer olayların yaşanması ve bahsi geçen coğrafyaların hala sıcak bölgeler olması maalesef bu sözlerin ne kadar içi boş olduğunu gösteriyor.
Ruanda: 100 günlük kâbus ve devam eden vahşet
Birçok etnik ve dini kimliğin bir arada yaşadığı Ruanda'da, Srebrenitsa’nın yaşandığı 1995 yılından sadece bir yıl önce, 1994’te, Afrika kıtasında benzer bir trajedi yaşandı. Ruanda'da Hutu yönetimi, Tutsi azınlığı hedef alan sistematik bir soykırıma girişti. 100 gün süren bu katliamda, yaklaşık 800.000 Tutsi ve ılımlı Hutu, komşuları ve eski arkadaşları tarafından öldürüldü. Uluslararası toplumun ilgisizliği, Ruanda'da bir soykırımın gerçekleşmesine neden oldu. BM, ABD ve Avrupa ülkeleri, durumu "soykırım" olarak nitelendirmekte bile ayak diredi ve müdahalede bulunmadı.

Ancak Ruanda'daki trajedi sadece 1994 ile sınırlı kalmadı. Günümüzde, Ruanda’nın Kongo Demokratik Cumhuriyeti'ndeki askeri müdahaleleri, Hutu-Tutsi çatışmalarının yeniden alevlenmesi ve M23 gibi milis gruplarının güç kazanmasıyla birlikte, bölgedeki istikrarsızlık devam ediyor. 2025 yılı itibarıyla, Ruanda destekli M23 milisleri Goma’yı ele geçirmiş durumda ve KDC ile Ruanda arasındaki gerilim hızla büyüyor. Uluslararası toplum, bu duruma sessiz kalarak bir kez daha tarihsel hatalarını tekrarlıyor.
Bu bağlamda, İngiltere’nin KDC’deki çatışmalara müdahil olduğu gerekçesiyle Ruanda’ya yaptırım uygulama hazırlığı dikkat çekicidir. Birleşik Krallık Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, Ruanda’nın M23 isyancı grubuna verdiği desteğin uluslararası barışı tehdit ettiğini öne sürerek çeşitli ekonomik ve diplomatik yaptırımlar gündeme getirmiştir. Ancak bu noktada önemli bir çelişki ortaya çıkmaktadır. İngiltere, Srebrenitsa soykırımı sırasında ve Ruanda’da yaşanan 1994 soykırımında uluslararası toplumun sessizliğine ortak olan bir ülkeydi. Birleşmiş Milletler ve Batılı devletler, o dönemde etkin bir müdahalede bulunmazken, bugün Ruanda’nın KDC’deki faaliyetlerine karşı harekete geçmek istemeleri, uluslararası politikaların ikiyüzlülüğünü göstermektedir.
Ruanda'da ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nde etnopolitik yaklaşımlar hâlâ devam etmekte ve bu süreçleri olumsuz yönde etkilemektedir. Etnik kimliklerin siyasi iktidar aracı olarak kullanılması, çatışmaların ve ayrışmaların devam etmesine neden olmaktadır. Bu tür kimlik temelli politikaların aşılması ve toplumsal birlikteliğin sağlanması için üst kimlik inşası mümkün olabilir mi? Ruanda’da Paul Kagame yönetimi, kalkınma ve istikrar adına “Ruandalılık” kavramını ön plana çıkarsa da Hutu ve Tutsi ayrımının tamamen ortadan kaldırılmadığı bir gerçektir. Benzer şekilde, Bosna Hersek’te de Boşnak, Hırvat ve Sırp kimlikleri siyasi düzlemde keskin bir ayrışmaya sebep olmaktadır. Üst kimlik inşası için eğitimin, hukukun üstünlüğünün ve ortak ekonomik çıkarların öncelikli hale getirilmesi gerekmektedir. Ancak, bugünkü etnopolitik atmosferde bu hedefe ulaşmak oldukça zor görünmektedir.
Srebrenitsa: Avrupa’nın kara lekesi
Birçok etnik ve dini kimliğin bir arada yaşadığı Balkanlar’da, 1995 yılında Bosna Savaşı'nın en kanlı olaylarından biri olarak tarihe geçen Srebrenitsa Soykırımı, Avrupa'nın göbeğinde yaşanan en büyük insanlık trajedilerinden biri olarak kabul ediliyor. BM tarafından "güvenli bölge" ilan edilen Srebrenitsa, Sırp güçlerinin eline geçtikten sonra en az 8.000 Boşnak erkek ve çocuğun sistematik bir şekilde katledildiği bir mezbahaya dönüştü. Birleşmiş Milletler'in barış gücü askerleri bu katliama göz yumdu ve uluslararası toplum olayı yalnızca kınamakla yetindi. Aradan geçen yıllara rağmen adaletin tam anlamıyla sağlanmadığı bu olay, dünyanın barış ve güvenlik mekanizmalarının ne kadar zayıf olduğunu bir kez daha ortaya koydu.
Srebrenitsa soykırımı sonrası Bosnalı Sırpların lideri Radovan Karadzic ve Ratko Mladic gibi isimler yargılandı ve müebbet hapse mahkum edildi. Ancak bu adalet, soykırımın kurbanlarının acılarını dindirmeye yetmedi. Hâlâ Srebrenitsa'da kimliği belirlenmemiş toplu mezarlar bulunuyor ve Boşnak halkı için bu travma bitmek bilmiyor. Hollanda'nın BM barış gücü askerlerinin sorumluluğu "kısmen" kabul edilse de bu karar uluslararası toplumun bu olaylardan gerçek bir ders çıkarmadığını kanıtlıyor.

Günümüzde tarih tekerrür ediyor mu?
Ruanda’daki Hutu-Tutsi çatışmalarının Kongo Demokratik Cumhuriyeti'ne sıçraması ve günümüzde hala devam eden Ruanda-Kongo krizinin kökenleri, 1994 soykırımı sonrası göçlerle yakından ilişkilidir. Ruanda'da bitmiş görünen etnik gerilimler, KDC topraklarında yeniden alevlenmiş ve bu bölgeyi bir savaş alanına çevirmiştir. M23 gibi milis gruplarının ortaya çıkışı, Ruanda'nın Kongo’daki askeri etkisi ve KDC’nin maden kaynakları üzerindeki çatışmalar, bölgedeki istikrarsızlığı derinleştirmiştir. Son olarak, 2025 yılı itibarıyla M23 milislerinin KDC’de Goma kentini ele geçirmesi, uluslararası toplumun hala etkisiz kaldığını ve benzer trajedilere karşı yeterli tepki göstermediğini bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Peki, ders alındı mı?
Srebrenitsa ve Ruanda, soykırımların sadece geçmişte kalmış olaylar olmadığını gösterdi. Bugün, Sudan’da, Myanmar’da, Filistin’de ve diğer kriz bölgelerinde benzer olayların yaşandığını görüyoruz. Uluslararası toplum, diplomatik kınamalarla yetinirken, saldırılar ve katliamlar devam ediyor.
Geçmişte yaşanan bu olaylardan alınması gereken dersler şunlardır:
- Uluslararası toplumun hızlı ve etkili bir müdahale mekanizması oluşturması şarttır.
- BM’nin barış gücü misyonları daha etkin hâle getirilmeli ve yetkilendirilmeleri artırılmalıdır.
- Soykırımların yaşanmaması için, yalnızca "soykırım sonrası adalet" değil, "soykırım öncesi önleme mekanizmaları" geliştirilmelidir.
- Uluslararası mahkemeler ve hukuki süreçler daha hızlı ve caydırıcı olmalıdır.
Ne yazık ki, tarih sürekli kendini tekrar ederken dünya liderleri sadece "bir daha asla" demekle yetiniyor. Ancak eyleme geçilmediği sürece, Srebrenitsa ve Ruanda gibi trajedilerin bir daha yaşanmayacağının garantisi yok.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.