Osmanlı Kültürünün Siyasi Tarihi: Kahvehaneler (I)

Araştırmacı Mehmed Mazlum Çelik, Osmanlı İmparatorluğu'nda kahve kültürünün ve kahvehanelerin sosyal, kültürel ve siyasal tarihini Fokus+ için inceledi.
Mehmed Mazlum Çelik
Osmanlı Kültürünün Siyasi Tarihi Kahvehaneler (I)
24 Ocak 2025

Tarih, dün yaşandığında hayattı. Dolayısıyla tıpkı hayat gibi zıtlıklar, zayıflıklar ve gelgitlerle doludur. Hiçbir fani, peygamberlerin ismet sıfatına nail olmadığı için hatalar kaçınılmazdır. Bugün durup baktığımız noktadan tarih, bizlere en fazla bir dikiz aynası vazifesi görmektedir. Malum, bir şoför sürdüğü arabada yalnızca dikiz aynasına bakarsa muhtemeldir ki en iyi ihtimalle önündeki duvara toslayacaktır. Bu vesileyle tarihe yalnızca pragmatik heveslerle yaklaşıp büyük anlamlar yüklemek doğru değildir.  

Bir diğer nokta da tarihle ilgili çok ciddi konuları ele almaktır. Büyük liderler, büyük savaşlar, büyük öfkeler, büyük kavgalar veya başında büyük olan “ne var ise”nin nazarından yaklaşmak şüphesiz kişi evvela bireyi çölleştirir ardından radikalleştirir. Oysa biz, yani pek de büyük olmayan insanların belki de en fazla özdeşim kuracağı kişiler asırlar evvel yaşamış sıradan insanlardır. Bu yazı dizimizde de çoğunlukla sıradan insanların günlük hayatını etkileyen, şekillendiren kahvehane, hamam, berber dükkânları, mesireler ve çarşı pazar kültüründe olup bitenleri inceleyeceğiz. Elbette bu dosyalarda göreceğiz ki aktörlerimiz sıradan insanlar olsa da hadiseler hiç de sıradan olmayacaktır. Bu mahfillerde bazen darbeler olmuş, bazen de ihtilallere ev sahipliği yapmışlardı.  

Buyurun film şeridimizi yavaş yavaş geriye saralım başkentlerden saraylara oralardan kenar mahallelere cereyan eden hadiselere birlikte bakalım.  

İstanbul’u da kavuran bir tadın yolculuğu: Kahve  

Kahve, ismini anavatanı olduğu iddia edilen Habeşistan’daki “Kaffa” bölgesinden aldığı tahmin ediliyor. Arapçadaki “Kahva” ise etimolojik anlamda keyif verici içecek manasını taşıyor. F. Burton, meşhur “Binbir Gece Masalları” tercümesinde ise kahvenin Arapça’daki “akhâ” kelimesinden türediğini ve anlamının iştah kesici şey olduğunu belirtiyor.  

Kahvenin tarihi ise bir başka tartışma konusudur. Ralph S. Hattox kahvenin köklerini Hazreti Süleyman dönemine kadar taşır. Hattox, Ebu’l-Tayyib el-Gazi’den rivayetle aktardığı menkıbede şunları kaydeder;   

“Hz. Süleyman yolculukları sırasında bir kasabaya uğrar ve sakinlerinin bilinmeyen bir hastalığa yakalandığını görür. Cebrail’in buyruğu üzerine Yemen’den gelen kahve çekirdeklerini kavurur ve bundan bir içecek hazırlar. içeceğin verildiği hastalar iyileşerek hastalıktan kurtulur. Anlatımın sonunda kahvenin daha sonra bütünüyle unutulduğu ve 16. (Hicri 10.) yüzyıl baslarında yeniden ortaya çıktığı’ belirtilir.” (Ralph S. Hattox – Kahve ve Kahvehaneler)  

Kahve daha önceleri İbn-i Sina tarafından şifa amacıyla “Bunchum” ismi ile kullanıldığı bilinse de 14. veya 15. Yüzyıllarda Yemen’de bir içecek olarak tarikatlar tarafından kullanıldığı düşünülmektedir. Bu içecek, uzun süren zikirler sırasında dinçlik verip uykuyu engellemesi sebebiyle müritlerce tercih edilmişti.   

Yemen sınırlarını kısa sürede aşan kahve, Mekke ve Kahire sokaklarında büyük ilgi topladı. Kahveye olan bu ilgi beraberinde ilk kahvehane kültürünün bu şehirlerde meydana gelmesini sağladı. Bu ilgi, sırasıyla Kudüs ve Şam gibi büyük kentlere ve nihayetinde 1550’li yıllarda İstanbul’a taşındı.   

Ulemadan yasak  

Kanuni döneminde İstanbul’a ulaşan kahve ulema arasında büyük tartışmalara neden oldu. Ulemanın kahvenin tembellik ve serkeşliğe sebep olduğu gerekçesiyle yasaklanması talebini Ebusuûd ictihaden kabul etti. Bu sebeple İstanbul limanlarındaki birçok gemide bulunan kahve çuvallarının altı delinerek boğazın serin sularına döküldü.   

Ebusuûd, kahveyi yasaklayan fetvasında gerekçesini doğrudan kahveye bağlamadan şöyle açıklamıştı;  

Mes’ele: Dinin koruyucusu Sultan, pek çok defa kahvehaneleri yasakladı. Bununla birlikte, bir grup kötü adam buna aldırış etmez, fakat kahvehaneleri geçinmek için işletir. Kalabalıkları çekmek için, tüysüz çırak çalıştırırlar; satranç ve dama gibi oyun ve eğlence araçları edinirler. Şehrin hovardaları, dolandırıcıları ve serseri delikanlıları afyon ve haşhaş tüketmek için orada toplanırlar. Bütün bunlardan daha önemlisi, onlar, oyunlarla ve sahte bilimlerle en yüksek derecede meşgullerken, kahve içerler ve kendilerine emredilen duaları ihmal ederler. Yasal olarak, kahve satanları ve içenleri önleyebilecekken önlemeyen kadıya ne yapmalı?   

El-cevap: Böyle çirkin işleri yapanlar acımasız ve uzun hapis cezasıyla alıkonmalı ve bu işler önlenmelidir. Onları bu işleri yapmaktan alıkoyamayan kadılar kovulmalıdırlar.”  

Yine bir başka fetvasında Ebusuûd Efendi şunları söylemişti;  

Mes’ele: Büyük Müftü (Şeyhülislam) Arap ülkelerinde, Mekke ve Medine’de giderek yaygınlaşan kahve kullanımı konusunda ne düşünüyor? Kullanımı haram mı, değil mi?   

El- Cevap: Allah’tan ve günaha girmekten korkanlar kahveyi sefihler ya da sarhoşlar gibi içmez, sağlık ve esenlikleri için içerler; kahveyi bu amaçla tüketenler için bir engel yoktur.”  

Bütün engelleme ve yasaklara rağmen kahve ve kahvehane hakkındaki fetvalar bir şekilde delindi. Saray eşrafının kahvehane tekellerini ellerine alıp buralardan ciddi bir gelir kapısı oluşturması kahveye yönelik algıyı değiştirdi.  Ebusuûd’un fetvasına rağmen başta İstanbul’da olmak üzere ardı ardına kahvehaneler ve kahveci dükkânları açılmaya başlandı.   

Dördüncü Murat devrine gelindiğinde ise kahvehanelerin sosyal yapısı yeni tartışmalara sebep oldu. Burada toplanan ahalinin politik açıklamalar yaparak, yer yer hükümeti eleştirmesi Sarayın dikkatini çekti.   

Sultan Murat fitnenin başını ezmek amacıyla kahvehaneleri kapattı ve tüm İstanbul’da kahveyi yasakladı. Bu kurala uymayanları sürdü veya idam etti. Ayrıca bu yasağı İstanbul ile de sınırlı tutmayarak Edirne’de de tüm kahvehaneleri kapattı. Tüm bu önlemlere rağmen Dördüncü Murat kahveye çok düşkün olması sebebiyle daha sonraları bu içeceğe yönelik tedbirleri yumuşatmıştı.   

Dördüncü Murat’ın ölümünden sonra kahve ve kahvehane politik mecranın tartışma sahasından çıkmışsa da bir ahlak problemi olarak tartışılmaya devam edilmiştir. Bu konuda en sert yorumlardan birisi Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’a aitti. Ersoy, kahvehane kültürü şöyle eleştirmişti;  

“Mahalle kahvesi!” Osmanlılar bilir ne demek?   

Tasavvur etme sakın “Görmedim nedir?” diyecek.   

Dilenci şekline girmiş bu sinsi cânîler,   

Bu, gündüzün bile yol vermeyen, harâmîler,   

Adımda bir, dikilir, azminin, gelir, önüne...   

Zavallı yolcunun artık kıyar bütün gününe!   

Evet, dilenci sanır seyr eden kıyâfetini;   

Fakat bir onluğa âgûş açan sefâletini,   

Görüp de rikkate şâyân, biraz sokulsa, hemen,   

Vurur şikârını tâ kalbinin samîminden!   

Mahalle kahvesi hâlâ niçin kapanmamalı?   

Kapansın elverir artık bu perde pek kanlı!   

Hayır, bu perde, bu Şark’ın bakılmayan yarası;   

Bu, çehresindeki levsiyle yurda yüz karası…  

Avrupa’ya ihraç öykümüz  

Kahve kültürünün Osmanlı’dan Avrupa’ya geçtiği bilinse de bunun tam olarak nasıl gerçekleştiğine dair bir kanıt yoktur.  

Selçuk Ünlü, ilk kahvehanelerin Viyana’da yaygınlaşmasının gerekçesini Osmanlı’nın Viyana kuşatmasına bağlar.   

Bu iddiaya göre; Türk ordusu içerisine sızan Sırp casus Kolschinsky, Osmanlı askerine dair önemli bilgileri düşmana iletti ve Osmanlı’nın mağlup olmasına neden oldu. Kolschinsky, savaş sonrası mükâfat olarak Osmanlı ordusundan geriye kalan kahve çuvallarını talep etti ve Viyana’da Kolschinsky Kahvehaneleri olarak bilinen kahvehaneleri bu sayede kurmuştu.  

Efsaneler bir tarafa bırakıldığında Dördüncü Mehmet’in Fransa’ya elçi olarak gönderdiği Süleyman Ağa, Fransız sosyetesini Osmanlı’ya has siyah içeceği ile büyülediği bilinen bir gerçekti. Bu içeceğin tadı, sunuluşundaki zarafet ve estetik kısa süre içerisinde Fransız sosyetesinin vazgeçilmez içeceği oldu. Ulla Heise bu modayı şöyle aktarır;  

“1660 yılında Paris sosyetesi Türk elçisinin yaşadığı lüks malikâneyi görmek ve o “siyah içecekten” tatmak için diplomatın köşküne koştuğunda, Madame de Sévigné’nin şöyle dediği rivayet edilir: “Kahve içmek bir modadır, tıpkı modern yazar Racine gibi günün birinde unutulup gidilecektir.” Fakat iki tahmini de tutmadı, ne Racine unutuldu ne de kahve.” (Ulla Heise - Kahve ve Kahvehane)  

Tarihin bir başka cilvesi de yalnızca Türk kahvesi ile sınırlı değil, Türk kahvehanesi kültürü de Fransız sokaklarını doldurup taşırmış ve muhalif devrimcilerin vazgeçilmez mekânları olmuştu.  1789 yılında Fransız Devrimi’nin kıvılcımları bu kahvehanelerde atılacaktı.   

Osmanlı’da Kahvehaneler  

Osmanlı’da kahvehane kültürü yaygınlaşmadan önce toplumun sosyalleşebileceği çok az mekân bulunuyordu. Bunlar da ibadethane, meyhane ve hamam ile sınırlıydı. İbadethanelerde konu sınırı olması, meyhanenin haram kılınması ve hamamın da pahalı olması kahvehanenin toplum arasında büyük bir ilgi görmesini sağladı.   

Kahvehane bir mekân olarak yalnızca erkeklere açık olsa da kahve içmek kadınlar arasında da büyük bir yaygınlık kazanmıştı. Bu sayede kahve evin vazgeçilmez içeceği olarak mahzendeki yerini almıştı bile.   

Sonuç itibariyle kahvehane kısa süre içerisinde toplumun kalbinin attığı mekânlara dönüştü. Sadri Ertem kahvehanelerin toplumdaki yeri ve etkisini şöyle açıklıyor;  

“Anadolu köyünün gerçek tapınağı kahvedir.   

Kahveci, tapınağın teşrifatçısı,  

Kahve, er meydanıdır.  

Mahsüllerin gidişi kahvede konuşulur.  

 Kız kaçırma haberi kahveye gelir.   

Filanın vurulduğu kahvede duyulur.   

Vergi memuru kahveyi ziyaret eder.   

Tefeci kahvede işini uydurur.   

Muhtar kahvededir.”  

Tarih içerisinde ise birçok kahvehane kültürü ortaya çıkmıştı. Tüm İstanbul’a yayılan “Mahalle kahvesi” herkesin gelip sosyalleştiği kahvehanelerdi. Bugün de neredeyse her mahallede bulunan kahvehaneler bu kültürün devamı olarak kabul edilir. Buralarda daha çok gündelik konular konuşulur bunun yanı sıra politik konular da ele alınırdı. Sait Faik Abasıyanık buradaki politik tartışmaların havasını şöyle tasvir eder;  

“Geçen gün birisi bir Bakanlar Kurulu kurdu, şaştım kaldım. Türkiye’de hiç kimsenin aklından böyle bir bakanlar kurulu kurmak geçmemiştir. Yazsam gülersiniz. Sonra: Allah, Allah! Hiç de fena değil, demek zorunda kalırsınız. Ama herkes, siz, bütün kahvehane, Bakanlar Kurulu'nu kuran da gülersiniz. Ne şeker sıkıntısı, ne arpa ekmeği, ne de tuz buhranı. Sonra, birdenbire, yakında bir kurşunkalem sıkıntısının baş göstereceği üzerine kıraathaneyi bir hava sarar.”  

“Esnaflar kahvehanesi”, Osmanlı’da kendisine hayat bulan kahvehanelerdendi. Bir süre sonra ticaretin kalbi bu mekânlarda atılmaya başlanmış ve ticaretin yoğun yapıldığı tüm ilçelere dağılmıştı. Haliç, Eminönü, Aksaray gibi ticaret noktaları bu kahvehanelerin yoğun bulunduğu bölgelerdi.  

Yeniçeriler askerlik mesleğini ihmal ederek sivil hayata adapte olmaya başladıklarında yoğun olarak yaptıkları mesleklerin başında kahvecilik geliyordu. Sonraları “Tulumbacılar Kahvehaneleri” olarak bilinecek bu kahvehanelerin sermayesi külhanbeylikten elde edilen paralar ile sağlanırdı. Buraya gelen müşterilerin de tamamına yakını Yeniçeri Ocağı’nın mensuplarıydı. İkinci Mahmut Yeniçeri Ocağı’nı kaldırırken bu kahvehaneleri de yıkmayı ihmal etmemişti.   

Bunların dışında âşıkların şiirlerini icra ettikleri “Aşıklar Kahvesi”, Karagöz ve Meddahlık gibi oyunların oynandı “Meddah Kahvehaneleri”, çeşitli eğlencelerin yapıldığı “Çalgılı kahvehaneler”, afyon içilen “Afyon kahvehaneleri”, İstanbul sosyetesinin rağbet ederek tavla ve satranç oynadığı “Tiryaki Kahvehaneleri” ve camilerin bitişiğine yapılar “İmaret kahvehaneleri” gibi kahvehaneler İstanbul’un vazgeçilmez kahvehanelerindendi.  

Kahvenin ne zaman ortaya çıktığı ve yaygınlaştığı bilinmese de başta Batıya olmak üzere dünyaya yayılmasını Osmanlı sağladı. Bu içecek sudan sonra Osmanlı’da en çok tüketilen sıvıydı; fakat hiçbir içeceğin gerçekleştiremediği bir etki ile insanları bir araya getirmeyi başardı. Kimi zaman dini kurumlar kimi zaman da siyaset müesseseleri kahveyi yasaklamaya kalkmışsa da bunda başarılı olamamıştı. Özellikle Birinci Dünya Savaşında Amerikalılar arasında yaygınlaşana kadar kahveyi Türk usulü ile içmek makbuldü.   

Sonraları fazladan su ve çeşitli şerbetler katılarak çeşitli formüller geliştirildi ve farklı isimlerle büyük bir kahve piyasası meydana getirildi.  

Çay kahvenin yerini nasıl aldı?  

Rivayet odur ki İmparator Shenn Nung, bir çay ağacının altında otururken dallardan düşen yapraklar sıcak su ile dolu bir kâsenin rengini değiştirir. İmparator bu sudan içip rahatsızlıklarına deva bulunca bu şifalı ot, Çin’de süratle yayılır.   

“Çay kadehte dîde-efrûz olmalı  

Lebrîz ü lebreng ü lebsûz olmalı”  

Türklerin çay ile tanışması hayli geç bir tarih olarak verilir; oysa Hunlar çok önceden çay tüketimine başlamışlardı. Göçlerle bu bitkinin yeni yerlere götürülmemiş olması ise şaşırtıcıdır. Kuvvetle ihtimal çayın üretimi ile alakalı sıkıntılar göçebe bir kültüre sahip olan Türklerin bu bitkiyi gündelik hayatlarının bir parçasına dönüştürmesine mani olmuştur.  

Çay’ın tarihini anlatan bir dosyayı hazırlarken hemen büyük seyyahımız Evliya Çelebi’nin eserine baktım; ancak Osmanlı’nın gündelik kültüründe çayın neredeyse hiç yeri olmadığını gördüm. Diğer eserlerde de durum pek iç açıcı sayılmazdı. Sınırlı bazı kullanımların dışında klasik devir diyebileceğimiz dönem içinde Osmanlıların çaya pek bir alakası olmamıştı.   

Çayın kaderini değiştiren hadise; 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı ile hızlanan Batılılaşma süreci oldu. Avrupa’yı tanımak için giden bürokratlar ve okumak için bulunan öğrenciler Batının gündelik hayatının önemli bir parçası olan çayı özümseyerek tüketmeye başladı.   

Bahsi geçen isimler devlet ricalinde önemli görevlere geldikçe çay tüketiminin popülerliği de hızla arttı. Hatırlanacağı üzere kahve de önce sarayda popüler olup sonra halka inmişti, bu hadisenin benzeri çay için de geçerlidir.  

Seyyid Mehmet İzzet Efendi “Çay Risalesi” isimli dikkat çekici bir kitap yazdı.   

Salah Birsel, meşhur “Kahveler” eserinde çay evlerinin aydınlar arasında karşılık bulmasını teğet geçmez:  

“Direklerarası'nda, kıraathaneler arasına sıkışmış küçük çaycılar da oldukça müşteri toplar. Hele Çaycı Hacı Reşit'in çayevi bütün edebiyatçıları bağrında barındırır. Şinasi 1870 aralığında Kemeraltı Sokağı'na taşındığında Beyazıt Meydanı'na onur göstermemişse buraya gösterir. Ferah Tiyatrosu'nun karşısında Mehmet Efendi Kıraathanesi'nden birkaç dükkan üsttedir. Ahmet Rasim: ‘Edebiyat-ı Cedicecileri bilmem ama İstanbul'daki şuarayı kadimden, * zümre-i mutavassıtinden buraya uğramadık bir tane bile yoktu. Taşraya gidenlerden mektup yollayanlar da az değildi.’ der. Nedir, Cenap Şahabettin'in ‘Ramazan Geceleri’ adlı bir yazı sından Cenap'ın da oraya -hiç değilse delikanlılığında- çokça geldiği çıkarılabilir.”  

Artık kahvehanelerde kendisini dönüştürerek tamamen çay satar olmuştur. Özetle Batılılaşma evremiz, kahvenin saltanatını yıkmış ve çayı baş tacı etmiştir. Kahve kültürü, tahtını yalnızca kahvehanelerde değil; evlerde de çaya terk etmeye başlamıştır.  

Bir sonraki dosyamızda en az kahvehaneler kadar sıra dışı mekanlar olan hamamları yakın mercek altına alacağız.  

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.