Gazze Savaşı İsrail’i Yalnızlaştırdı mı?

10.10.2025 - 16:57 | Son Güncellenme: 10.10.2025 - 17:03
7 Ekim 2023’te başlayan “Aksa Tufanı” operasyonundan bu yana İsrail, tarihinin en gergin siyasi ve askeri dönemlerinden birini yaşıyor. Netanyahu hükümeti bu savaştan mutlak bir zaferle çıkmayı hedefliyordu, ancak süreç tam tersi bir yöne evrildi. Ortaya çıkan tablo, İsrail’in güvenlik sistemindeki kırılganlığı gözler önüne sererken, “İsrail devletinin doğası ile uluslararası sistemdeki konumuyla ilgili temel sorular dünya gündemine taşıdı.
Savaşın ilk günlerinde Batı’dan gelen güçlü destek, Gazze’deki sivil ölümlerinin artmasıyla birlikte yerini tepkiye bıraktı.
Katliam görüntüleri, meşru müdafaa söyleminin inandırıcılığını yitirmesine yol açtı. Artık bu savaş, yalnızca askeri bir çatışma değil; küresel vicdanı sarsan bir insani felakete dönüşmüş durumda.
Batı’da desteğin erimesi
Son iki yılda İsrail’e verilen uluslararası destek gözle görülür biçimde azaldı. Özellikle Avrupa’da bu değişim önce sokakta başladı, ardından parlamentolara ve hükümetlere yansıdı.

Londra, Paris ve Berlin’de yüz binler “Gazze’de soykırımı durdurun” sloganlarıyla meydanlara çıktı. Bu toplumsal baskı, birçok Avrupa hükümetini daha dengeli bir tutum almaya zorladı.
ABD’de bile tablo değişiyor. En büyük müttefik olarak bilinen Washington’da, Biden yönetimi içerden ciddi baskı altında kalmıştı. Demokrat Parti’nin ilerici kanadı, İsrail’e verilen “şartsız desteğin” Amerika’nın insan hakları söylemiyle çeliştiğini açıkça dile getiriyordu.
Gözden Kaçmasın
Trump döneminde ise İsrail’e verilen desteğe rağmen, kendisini “barışın mimarı” olarak konumlandıran Trump, Gazze savaşını bitirme vaadiyle seçmenlerine seslenmişti ve bu yönde bir plan bile sundu.
Uluslararası kurumlarda yalnızlık
Birleşmiş Milletler ve bağlı kuruluşlarda İsrail artık eski ağırlığını gösteremiyor. Art arda çıkan kararlar, Tel Aviv yönetiminin Gazze ve Batı Şeria’daki politikalarını açıkça kınıyor. BM Güvenlik Konseyi’nde ABD’nin veto girişimleri sürse de, tablo değişmiş durumda: daha önce Filistin kararlarına “hayır” diyen ülkeler artık çekimser kalıyor ya da “evet” oyu kullanıyor.
Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’nın Gazze’deki savaş suçlarına dair davaları gündeme alması ise, İsrail’in karşı karşıya olduğu hukuki çıkmazın en net göstergesi oldu.
Ekonomik ve kültürel boykot büyüyor
Boykot artık sadece slogan değil; doğrudan İsrail ekonomisini etkileyen bir baskı aracına dönüştü. Büyük şirketler yatırımlarını iptal ediyor, dünyaca ünlü üniversiteler İsrailli kurumlarla ortak projeleri askıya alıyor.
Spor ve sanat dünyasında da tablo farklı değil. İsrail temsilcileriyle aynı etkinlikte yer almayı reddeden takımlar ve sanatçılar giderek çoğalıyor.
Bu gelişmeler, İsrail’in yıllarca üzerine inşa ettiği “modern, demokratik ve gelişmiş ülke” imajını yerle bir ediyor. Artık dünya kamuoyu, bu ülkeyi “ileri teknoloji”yle değil, “yıkım ve kan” görüntüleriyle hatırlıyor.

İsrail içinde büyüyen çatlaklar
İçeride de tablo karanlık. Netanyahu hükümeti tarihinin en ciddi güven bunalımlarından birini yaşıyor. Savaş uzadıkça, “zafer nerede?” sorusu hem sokakta hem orduda daha yüksek sesle soruluyor.
Toplumda derin bir kutuplaşma var: dindar kesimle sekülerler arasında, siyasetçilerle ordu arasında, hatta koalisyon ortakları arasında bile çatışmalar yaşanıyor.
Öte yandan, Gazze ve Batı Şeria’daki direnişin sürmesi İsrail toplumunda moral çöküntüsünü artırıyor. “Yenilmez ordu” imajını çürütüyor.
İmaj savaşında kaybeden taraf
İsrail’in savaşı artık yalnızca toprakta değil, ekranlarda da sürüyor. Gazze’den gelen görüntüler, çocuk cesetleri ve yıkılmış mahalleler sosyal medyada dünya kamuoyunu derinden etkiliyor.
Bir zamanlar medya gücüyle algıyı yönlendirebilen İsrail, bugün bu savaşı kaybediyor. Küresel kamuoyu, Tel Aviv’in “savunma” değil “sistematik saldırı” yaptığını düşünüyor.
Bu durum, uzun vadede İsrail’in itibarını onarılamaz biçimde zedeliyor. Çünkü güven kaybı, diplomatik izolasyondan çok daha yıkıcı olabilir.
İsrail bir yol ayrımında
Tüm bu gelişmelerin ışığında İsrail tarihi bir yol ayrımıyla karşı karşıya görünüyor: Ya Filistin’e yönelik politikasını köklü biçimde değiştirip adil bir siyasi çözüme yönelerek uluslararası meşruiyetini kısmen geri kazanacak, ya da saldırgan çizgisinde ısrar ederek kendi elleriyle inşa ettiği izolasyon duvarının arkasında boğulacak.
Öte yandan, "İsrail istisnası" dönemi sona erdi. İsrail'in dünyadaki konumunu yeniden tanımlayan yeni bir aşama başladı. Artık yenilmez bir güç olarak değil, her yönden ahlaki ve siyasi sorularla kuşatılmış bir devlet olarak tanımlanıyor.





