ABD Başkanı Trump Venezuela’ya Müdahale Edecek mi?

04.09.2025 - 16:20 | Son Güncellenme: 04.09.2025 - 16:28
3 Eylül Çarşamba günü, ABD Başkanı Trump, ABD ordusunun uyuşturucu taşıyan bir tekneyi vurduğunu ve 11 “narko-teröristin” öldürüldüğünü duyurdu. Sosyal medyadan yaptığı açıklamada operasyonun Venezuela merkezli Tren de Aragua çetesini hedef aldığını söyledi.
Washington’a göre tekne uluslararası sularda seyrediyor ve ABD’ye uyuşturucu götürüyordu. Trump yönetimi, son haftalarda Maduro’ya baskıyı artırarak hakkında uyuşturucu kaçakçılığı suçlamalarıyla 50 milyon dolarlık ödül koymuştu.
Beyaz Saray’a dönüşünden bu yana Trump, yalnızca Venezuela değil, Meksika ve Latin Amerika’nın farklı ülkelerindeki suç örgütlerini de terör örgütü ilan etti. Bunların başında Venezuela’nın en bilinen yapılarından Tren de Aragua ile Maduro ve üst düzey ordu mensuplarının yönettiği iddia edilen “Cartel of the Suns” geliyor.
Peki bu örgütler arasındaki fark ne ve ABD gerçekten Venezuela ile bir savaşa hazırlanıyor mu?

Kıyılarda savaş gemileri, başkentte endişe
ABD’nin geçen hafta üç savaş gemisi ve 4.500 askerini Venezuela kıyılarına göndermesi, ülkenin gündemini altüst etti. Caracas sokaklarında “işgal” ihtimali dilden dile konuşuluyor. Birleşik Devletler’in müttefiklerinden Hollanda gibi ülkeler de olası bir çatışma ihtimaline binaen bölgedeki teçhizatını güçlendiriyor.
Gelişmelerin ardından Maduro yönetimi, halka ulusal milislere katılma çağrısı yaptı, Kolombiya sınırına binlerce asker gönderdi. Washington ise “uyuşturucu kartelleriyle mücadele” gerekçesini öne sürüyor. Ancak bölgede tansiyonun bu kadar yükselmesi, gözleri yeniden Trump’ın yıllardır dile getirdiği müdahale söylemine çeviriyor.
Ne ilk ne son
Donald Trump’ın Venezuela’yı gündeminden hiç düşürmediği biliniyor. 2017’de göreve başladığında, Latin Amerika ülkesi zaten ağır bir krizin pençesindeydi. Maduro’nun anayasayı yeniden yazma girişimi ve muhalefeti tasfiye etmesi, ülke genelinde protestoları ateşlemişti. İşte tam bu sırada Trump, Beyaz Saray’daki bir toplantıda Venezuela’ya “tam kapsamlı bir işgal” seçeneğini gündeme getirdi. Masada oturan dönemin güvenlik danışmanı H.R. McMaster, bunun geri tepeceğini söyleyerek karşı çıktı. Fakat ertesi gün Trump kameralar önüne çıkıp “askeri seçeneği dışlamıyoruz” dedi.
Beyaz Saray sözcüleri dört yıl boyunca aynı cümleyi tekrarladı: “Tüm seçenekler masada.” O dönem müdahale olmadı ama yaptırımlar art arda geldi. Maduro’nun yakalanması için 15 milyon dolarlık ödül kondu. ABD, muhalefeti destekledi, Maduro’yu meşru lider olarak tanımadı. Trump ise sürekli sert söylemlerle işi sıcak tutmaya devam etti.
Gizli planlar ve bölgesel ittifak arayışları
Perde arkasında ise çok daha ileri planlar konuşuluyordu. John Bolton, Trump’ın Venezuela’yı işgal etmenin “cool” olacağını söylediğini iddia etti. 2019’da Arjantin’in o dönemki başkanı Mauricio Macri ile ABD önderliğinde çok uluslu bir operasyon ihtimalinin tartışıldığı öne sürüldü. Kolombiya eski lideri Iván Duque de Trump’ın kendisine böyle bir plan açtığını sonradan dile getirdi.

Trump 2023’te verdiği bir röportajda şu cümleyi kurdu: “Görevden ayrıldığımda Venezuela çöküşün eşiğindeydi. Ele geçirebilir, tüm petrolü elimizde tutabilirdik.”
Dünyanın en büyük petrol rezervi
Venezuela, resmi kayıtlara göre dünyanın en büyük kanıtlanmış petrol rezervine sahip. Ancak bu devasa kaynağın bir kısmı yerin altında kalmış durumda. Sebebi de Maduro dönemindeki siyasi kaos, ABD yaptırımları ve Venezuela’nın ağır ham petrolünü işleyebilecek altyapıya sahip olmaması yahut bu konudaki yetersizliği.
Washington açısından bu tablo, Caracas’ı cazip ama karmaşık bir hedef haline getiriyor. Bir yandan ülkenin sahip olduğu enerji zenginliği, diğer yandan yönetilemeyen ekonomik kriz. Maduro ise bu ilgiyi “emperyalistlerin petrol iştahı” olarak niteliyor.
Son kriz: Ödül 50 milyon dolara çıktı
2025 yazı yeni bir gerilimi beraberinde getirdi. ABD, Maduro hakkında bilgi sağlayanlara verilen ödülü 50 milyon dolara yükseltti. Karar, Maduro’nun “Cartel of the Suns”, yani “Güneşler Çetesi” adlı suç şebekesinin lideri olduğu suçlamasıyla bağlantılandırıldı. Caracas yönetimi bu iddiayı alaycı bir şekilde reddetti. Maduro televizyon ekranına çıkıp “Gelsin de beni yakalasın” dedi.
Dolayısıyla güncel konjönktürde Birleşik Devletler, Venezuela devletinin bir çete tarafından ele geçirildiği varsayımı ile hamlelerini yapıyor. Tüm hükümet ve organlarını hedefe almaktansa, bu hükümet organlarını ele geçirdiğini düşündüğü önemli isimlerin etkisiz hale getirilmesi stratejisiyle hareket ediyor.
İşte bu sebeple Washington, Maduro’nun başına ödül koyduğu aynı günlerde savaş gemilerini Karayipler’e gönderdi. Yanında 2.200 deniz piyadesinin de olduğu toplam 4.500 asker, Venezuela açıklarına konuşlandırıldı. Resmi açıklama uyuşturucu kartelleriyle mücadeleydi ama Caracas, niyetin çok daha ötesinde olduğunu düşünüyor.
Müdahale askeri olarak mümkün mü?
Bütün bu adımların ardından en kritik soru şu: Trump gerçekten Venezuela’ya müdahale edebilir mi? Cevap pek umut vermiyor. 30 milyon nüfuslu bir ülkeyi işgal etmek için 4.500 asker yeterli değil. ABD Dış İlişkiler Konseyi’nin 2018’de yayımladığı rapora göre böyle bir operasyon için en az 100 bin asker gerekiyor.
1989’da 2 milyon nüfuslu Panama’ya yönelik operasyona 30 bin askerin katılması gibi tarihsel örnekler de tabloyu destekliyor.
Venezuela ölçeğinde bir ülkede ise operasyonun maliyeti ve siyasi riskinin çok daha yüksek olacağı tahmin ediliyor. Bu yüzden uzmanlar, Washington’un Venezuela’yı ele geçirmekten çok, Maduro’nun tüm enstrümanlarını denizden ve havadan elimine etmeye odaklandığı görüşünde.
İç politikada araç, dış politikada baskı
ABD medyasında tablo iki farklı açıdan ele alınıyor. Sağ basın, savaş gemilerinin gönderilmesini kararlı ve cesur bir adım olarak yorumluyor. Sol basın ise bu hamleyi tehlikeli, gereksiz ve bölgeyi istikrarsızlığa sürükleyecek bir tırmandırma olarak değerlendiriyor.
Ancak yaşananlar, çatışma ihtimalinin şimdilik iki lider için de kendi yerel desteklerini konsolide etmeye yaradığını gösteriyor. Maduro, ekonomik çöküş ve milyonlarca insanın göç etmesinin yarattığı baskıyı dış tehdit söylemiyle bastırmaya çalışıyor. Trump ise yeniden başkanlık yarışında güçlü görünmek istiyor.
Daha çok restleşme, daha az gerçeklik
Çarşamba günü vurulan Venezuela gemisinin ise Tren de Aragua çetesine ait olduğu söyleniyor.
Doğrudan Nicolás Maduro veya hükümetle “resmî” bir bağı olduğu yönünde kanıt yok. Ancak örgütün yıllarca hapishane içinden büyüyüp palazlanmasına göz yumulduğu, güvenlik kurumlarının yeterince müdahale etmediği biliniyor. Bu da “örtük bir hoşgörü” veya “devletin kontrolsüzlüğü” olarak yorumlanıyor. Bazı araştırmacılar, örgütün hapishaneyi fiilen kontrol etmesine devletin izin vermesini örtük bir çıkar ilişkisi olarak değerlendiriyor.
Venezuela kıyılarında dalgalar şimdilik sadece savaş gemilerini sallıyor. Gerçek bir işgalin ufukta olup olmadığı belirsiz ama kesin olan tek şey, Washington ve Caracas arasındaki restleşmenin yakın zamanda bitmeyeceği.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.





