Taha Kılınç: Filistin Konusunda Tek Çözüm, İsrail’in İşgal Ettiği Topraklardan Çekilmesidir

Orta Doğu uzmanı ve Yeni Şafak yazarı Taha Kılınç, Fokus+’a özel açıklamalarda bulundu. Kılınç, “İki devletli çözüm Amerikalıların uydurduğu bir yalandır” diyerek Filistin meselesinin köklü çözümünün ancak İsrail’in geri çekilmesiyle mümkün olacağını vurguladı.
Naman Bakaç
Taha Kılınç: Filistin Konusunda Tek Çözüm, İsrail’in İşgal Ettiği Topraklardan Çekilmesidir

29.10.2025 - 15:23  |  Son Güncellenme: 29.10.2025 - 15:39

İsrail’in Filistin topraklarını işgali ve sürdürdüğü katliamlar, tüm dünyanın konuştuğu 7 Ekim 2023’te başlamadı. Siyonizmin hastalıklı ve gaddar üstünlükçü teolojisi ile bu işgal durdurulmadığı müddetçe devam edecek gibi. Yakın tarih açısından 1917 Balfour Deklarasyonu ile Filistin toprakları işgal edilmeye başlandıysa da, bunu iki yüzyıl geriye taşıyan tarihçiler ve uzmanlar da sözkonusu. Onlarca yıldır Filistinliler; aşağılanarak, soykırıma tabi tutularak, açlığa ve tehcire kasıtlı olarak bırakılarak, dinmeyen bir dram olarak dünyanın baş gündemlerinden biri olmaya devam ediyor. Bu gündem; BM’nin, ulus devletlerin ve siyasi elitlerin yapamadığını, meydanlarda kitlelerin ortaya koyduğu Filistin yanlısı tepkilerle ve Filistinlilerin direnişi sayesinde gündeme ve çözüme doğru gidiyor. 

Dünyanın baş gündeminde olan ve hala süren bu soykırımın tarihsel geçmişini, bu geçmişin geçtiği ana durakları ve bu duraklarda Filistinlilerin onurlu direnişini bilmek ve bu bilinç çerçevesinde hareket etmek için Orta Doğu uzmanı, Yeni Şafak Gazetesi yazarı ve Derin Tarih Dergisi Genel Yayın Yönetmeni yazar Taha Kılınç ile son Gazze Ateşkesini de içeren bir konuşma gerçekleştirdik. 


“Kendimi bildim bileli Mağrib’den uzak Asya’ya kadar Müslüman dünyanın meseleleriyle iç içeyim

Okurlarımız sizi daha çok Orta Doğu uzmanı ve Yeni Şafak Gazetesi yazarı olarak biliyorlar. Söyleşimize; kendinizi, ailenizi, eğitim hayatınızı, çocukluğunuzun ve gençliğinizin nasıl ve nerede geçtiğini, Orta Doğu araştırmacısı olarak bu alana nasıl yöneldiğinizi ve şu anki meşguliyetlerinizi kısaca anlatarak başlasanız, nasıl bir Taha Kılınç portresi sunarsınız okurlarımıza.  

Öncelikle “Orta Doğu uzmanı” gibi kesin ve keskin bir sıfat yerine okumalarını ve öğrenmeyi sürdüren bir talebe olarak anılmayı tercih ederim. Bölgeye dair hâlâ öğrenim sürecindeyim, ölünceye kadar da bu talebelik bitmeyecek diye düşünüyorum.  

Millî Görüş çizgisine mensup bir ailenin çocuğu olarak, 1980’de Mersin’in Anamur ilçesinde dünyaya geldim. İlkokulu Anamur’da tamamladıktan sonra Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi’ni ve İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni bitirdim. Yetiştiğim çevrede İslâm coğrafyası gündemin doğal bir parçasıydı. Kendimi bildim bileli Mağrib’den Uzak Asya’ya kadar Müslüman dünyanın meseleleriyle iç içeyim. Büyüklerimden hep bu coğrafyayı dinledim. Zaman içinde de İslâm dünyasını daha profesyonel biçimde incelemek için çeşitli fırsatlar çıktı önüme. Nihayet, gazetecilik mesleğinde de bu sahaya yoğunlaştım.  

An itibariyle, Yeni Şafak gazetesinde haftanın iki günü Orta Doğu ve İslâm dünyası merkezli yazılar yazıyorum. Aylık Derin Tarih dergisinin ve online gzt.com/mecra sitesinin yayın yönetmeniyim. Yayınlanmış yirmiden fazla kitabım var. Evli ve üç çocuk babasıyım.  


“Katliam, tehcir ve gasp yöntemleriyle kendi ülkelerini kuran ve dünyaya bunu ahlak diye satan bir ikiyüzlülüktür Siyonizm

Aşağıdaki haritaya bakarak kısa bir Filistin tarihini analiz etmenizi istesek, Filistin sorununu tarihsel bağlamı içinde siz nasıl bir okumaya tabi tutarsınız? Hangi ana duraklardan bahseder, neleri ön plana çıkarırsınız? 1917 Balfour Deklarasyonu’ndan günümüze Filistin’in tarihsel süreci bize nasıl bir tablo çıkartıyor?  

Sadece bu haritaya baktığımızda, ortada bir hezimet ve gerileme tablosu olduğu çok açık. Siyonistlerin 1920’lerin başından itibaren oldukça sistemli ve planlı biçimde kadim Filistin topraklarını kemirip yuttuklarını görüyoruz. Katliam, tehcir, tehdiş ve gasp yöntemleriyle, bir halkı her türlü haklarından mahrum bırakarak, kendi ülkelerini kuran ve bunu yaparken de dünyaya ahlâk satan bir ikiyüzlülüktür Siyonizm. 

Filistin meselesinde, başından beri iki ana düğümümüz var: 1) Filistin davasını kim (hangi fraksiyon veya dünya görüşü) temsil edecek? 2) Arap ve İslâm dünyasının Filistin davasıyla kurduğu ilişkinin temeline hangi öncelik yerleşecek? İşgalin bir asrı çoktan aşan tarihine baktığınızda, her türlü problemin bu iki ana düğümden kaynaklandığını rahatlıkla görürsünüz. Bütün gerilimler, çatışmalar ve çelişkilerin temelinde -hatta İsrail işgalinden de önce- bu iki nokta yatar.   Ancak bugün geldiğimiz nokta itibariyle, söz konusu haritanın farklı versiyonları da hazırlanabilir diye düşünüyorum. Sorumuz şu olsun mesela: İşgal altındaki topraklarda, Filistinli nüfusun artış hızı nasıl? Ya da şu: İsrail’den geriye göçe dair veriler neler? Bu tarz farklı soruları çoğalttığımızda, karşımıza başka tablolar da çıkacaktır. Örneğin, İsrail’in doğrudan veya dolaylı yoldan işgal altında tuttuğu bölgelerde yaşayan Filistinli nüfusun, bundan 20-30 yıl sonra Yahudilerin tamamının nüfusunu aşacağı biliniyor. Verilere ve yıllar içindeki değişimlere odaklı olarak hazırlanmış böyle bir haritaya bakmak, eminim, Filistin’e dair mevcut algılarımızı ciddi biçimde değiştirecektir. Sadece işgalin kazandıklarına değil de kaybettiklerine odaklanmalıyız diye düşünüyorum. 


Gazze.

“İslâm dünyası Filistin konusunda üzerine düşeni yapsaydı, Gazze’de soykırım bu boyutlara varmazdı

İsrail’in 1917’den günümüze izlediği strateji, yürüttüğü diplomatik ve askeri hamleler neydi ki 2025 itibariyle işgali hala sürdürmeyi başarabiliyor? Filistinlilerin sürgünü, uğradıkları zulüm ve katliamlar, yürüttükleri diplomatik çabalar, dinmeyen direnişleri bugün itibariyle neden sonuç alıcı olamıyor? Dünyanın tüm tepkisine rağmen nasıl oluyor da işgal, acı, yıkım ve soykırım hala sürebiliyor? 

Bunların cevabı, aslında soruların ima ettiği kadar kesin ve net değil. İşgal sürüyor evet, ancak eski gücü ve kararlılığın da mı, ben emin değilim. Veya Filistinliler, acaba mücadelelerinden kesinlikle bir netice alamıyorlar mı? Ben, aksine bazı somut neticeler alınmaya başladığını görüyorum.  

Tarih, bizim istediğimiz hızda değil, kendi kuralları ve prensipleri çerçevesinde akıyor. Siyonizm ve Yahudiler, bugünkü güçlerine birkaç senede ulaşmadılar, süreci geriye doğru belki iki yüzyıla yaymak gerekiyor. 1920’lerde mesela, şu anda ellerinde tuttukları hiçbir güç ve imkâna sahip değillerdi. Bundan yüz yıl sonra, kim bilir bu güç ve imkânlar kimlerin eline geçer? Böyle bakmanın, daha sağlıklı olacağı kanaatindeyim. 

Şunu da vurgulamak gerekiyor: İslâm dünyası eğer Filistin konusunda üzerine düşeni yapmış olsaydı, Gazze’de şu anda karşımızda duran soykırım manzarası bu boyutlara varmazdı.    


“Hamas’ın hedefi, İsrail’i Filistin topraklarında işgal ettiği her bir karıştan, geri çekilmeye zorlamaktır

HAMAS’ın Filistin topraklarında bir direniş hareketi olarak başlaması ve bugünlere kadar bu direnişi sürdüren bir karaktere sahip olma sürecini bize kısaca anlatır mısınız? 1. ve 2.İntifadayı, HAMAS’ın kurucu felsefesini, kurucu aktörlerini, neyi hedeflediklerini, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kuvay-i Milliye ile ilişkilendirmesini, neden terörist bir hareket olarak nitelendirilmeyeceğini, hülasa bize bir HAMAS topoğrafyası çizer misiniz? 

Hamas, ya da tam adıyla İslâmî Direniş Hareketi (el-Hareketu’l-Mukâvemeti’l-İslâmiyye), 1987’deki Birinci İntifada’nın olağanüstü şartları sırasında doğmuş bir yapılanma. İsminden de anlaşılacağı üzere İslâmcı ve de ideolojik köken itibariyle İhvân çizgisinde bir hareket. Hamas’ı doğru anlamak ve Filistin siyaset sahnesinde doğru bir bağlama oturtmak için şu noktayı aydınlatmak gerekir: Hamas, neye cevap olarak doğdu ve Filistinlilere ne vaat etti? Bunu açalım:  

Filistin topraklarında Siyonist işgale karşı direnişin tarihine baktığımızda, ilk aşamada amatör ve kendi çabalarıyla mücadeleyi sürdüren bazı aktörlere rastlarız. Şeyh İzzeddîn el-Kassâm ve Hacı Emin el-Hüseynî, bu aktörlerin en ünlüleridir. İlki askerî sahayı domine etmiş, ikincisi daha çok siyasete ve diplomasiye odaklanmıştır. Ancak dönemin şartları ve Filistin davasının hamiliğini üstlenecek güçlü bir sponsorun yokluğu sebebiyle, Kassâm ve Hüseynî’nin çabaları somut neticelere ulaşamamıştır. Sonrasında, Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnâsır örneğinde olduğu gibi, devletlerin devreye girdiği ve Filistin meselesinde öncülük etmeye çalıştığı yeni bir dönem gelir. Bu zaman aralığında, 1959’da Kuveyt’te Yâser Arafat ve arkadaşları tarafından Fetih kurulmuş, onu Abdunnâsır’ın 1964’te Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ) kurdurma hamlesi izlemiştir. Mısır, 1967’deki Altı Gün Savaşı’nda İsrail karşısında ağır bir hezimete uğrayınca, Abdunnâsır da mecburen sahneden çekilmek durumunda kalmış, 1969 itibariyle Arafat ve kadrosu, FKÖ yönetimini ele geçirmiştir.  

İdeolojik altyapı bakımından FKÖ sosyalist ve komünist bir çizgidedir. Daha çok Arafat’ın kişisel karizması etrafında şekillenen teşkilât, zaman içinde pörsümüş ve hantallaşmıştır. Buna bir de İsrail’le mücadelede düşülen zaaf ve parasal ilişkilerde yaşanan suiistimaller eklendiğinde, 1980’lerde Filistin kamuoyu artık yeni bir hareketin filizlenmesine hazırdır. Hamas, bu temel üzerinde yükselmiştir.  

Hamas’ın hedefi, İsrail’i Filistin topraklarında işgal ettiği her bir karıştan geri çekilmeye zorlamaktır. Askerî kanadı olan İzzeddîn el-Kassâm Tugayları’nın da kuruluş gayesi budur. Dünya görüşü olarak İhvân çizgisinde bulunan hareket, 2017’den itibaren kendisini “İhvân’dan ilham alan ama kökleri Filistin’de bir teşkilât” olarak tanımlamıştır. Bu tevilde, hiç şüphesiz, o dönemde Mısır ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin Hamas’a uyguladığı ağır baskının etkisi vardır. 


“Aksâ tufanı, yıllar boyunca aşağılanmış ve yok sayılmış bir halkın, işgalcilere karşı öfke patlamasıdır” 

Tüm dünyanın gündeminde olan, konuşulan, halkların protestolarla gündeme getirmekten vazgeçmediği, 7 Ekim 2023 AKSA Tufanı operasyonunu, siz Filistin’in tarihsel sürecinde nereye oturtuyorsunuz? Filistinlileri 7 Ekim 2023’te AKSA Tufanı operasyonunu gerçekleştirmeye iten argümanlar nelerdi? Gazze direnişi Müslümanlara ve Batılılara neyi öğretti? Neyi kazandırdı, neyi kaybettirdi? 

Aksâ Tufanı, on yıllar boyunca aşağılanmış, dışlanmış, tümüyle yok sayılmış bir halkın, işgalcilere karşı öfke patlamasıdır. Meseleyi sadece 7 Ekim’le başlatmak, bu yüzden hatalıdır. Nitekim, o güne gelinceye kadar yaşanan sayısız öldürmeler, ihlal ve baskı süreçleri, Filistinlileri patlama noktasına getirmiştir.  

İşin teknik ve askerî hazırlık boyutunda, İran-Hamas iletişiminin etkili olduğu kanaatindeyim. Hatta harekâtın ilk günlerinde, Hamas yöneticileri, “İran ve Hizbullah’taki kardeşlerimizin de bize katılacağını umuyorduk” şeklinde bazı açıklamaları oldu. Buna mukabil, İran medyasında “İran, başkaları için savaşmaz” temalı makaleler yayınlandı. İran ve Hizbullah, Hamas’ı -amiyane tabirle- gaza getirip sonrasında ortada bırakmış olabilir mi? Ben bunun olabileceği kanaatindeyim. İran devlet aklı için, Filistin her zaman kullanışlı bir araçtır. 


İsrail askeri.

“İsrail’in yenilmezlik ve dokunulmazlık mitleri berhava oldu

Ne kazanıp ne kaybedildiğine gelince… Ortadaki fiziksel kayba ve can kaybındaki yüksek bilançoya rağmen, Gazze’de yaşananların neticesinde kaybeden tarafın İsrail olduğunu düşünüyorum doğrusu. Evvela, savaşa başlarken ilan ettikleri hiçbir sonuca ulaşamadılar, esirlerini kurtaramadılar, Hamas’ı yok edemediler. Dahası, sadece İsrail’e ve Siyonizm’e karşı değil, Yahudilere karşı da bütün dünyada büyük bir nefret uyandı. Ayrıca, İsrail’in yenilmezlik ve dokunulmazlık mitleri berhava oldu. Savaştan önce 9 milyon olan İsrail nüfusunun 1 milyonu son bir sene içinde dünyanın farklı ülkelerine dağıldı. Tüm bunlar, basit kazanımlar değildir. 


“Hamas’ın ateşkesi kabul etmesi taviz değil, aksine çok boyutlu ve uzun vadeli bir stratejinin yansımasıdır

İsrail ve HAMAS’a ilişkin yaptığınız kayıp ve kazanımlardan sonra 10 Ekim’den itibaren yürürlüğe giren Gazze Ateşkesini konuşmak elzem oluyor. Siz ateşkesinin maddelerini ve genel olarak ruhunu nasıl değerlendiriyorsunuz? İsrail ateşkese neden uymuyor? İsrail ile barış ve müzakere yürütülebilir mi? Eğer yürütülemezse hangi yöntem ve araçlarla İsrail yola gelir? 

Amerikan başkanlarının "Orta Doğu'ya barış getiren lider" olma şeklinde genel bir saplantısı vardır. Bölgenin içinde bulunduğu durumun kendi uyguladıkları siyasetlerle bağlantısını hiç düşünmeden, hepsi de sürekli aynı hedefin peşinde koşup durur. Donald Trump da aynı çizgide ilerliyor. Şarm el-Şeyh'teki ateşkesin en dikkat çekici tarafı, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin "bakan düzeyinde" temsil edilmesiydi. Bu elbette kasıtlı bir tercihti. Çünkü Riyad ve Abu Dabi yönetimlerinin Hamas'a yaklaşımı İsrail'in yaklaşımından farksız.  

İsrail'le bir müzakere ve barış sürecinin yürütülemeyeceğini, Siyonistlere dair küçücük bilgi kırıntılarına ulaşan herkes bilir. Ancak Hamas'ın bu ateşkesi kabul etmesi bir geri adım veya taviz değil, aksine çok boyutlu ve uzun vadeli bir stratejinin yansımasıdır diye düşünüyorum. Hamas ateşkesi kabul etmeseydi, İsrail ve ABD'nin eline bir koz vermiş olacaktı. Ayrıca masaya oturarak, Filistin siyaset sahnesinin en güçlü aktörü olduğunu da göstermiş oldu. Arap dünyası Hamas'ı kucaklamadan ve ona kapılarını açmadan, Filistin'de herhangi bir ilerleme veya çözümün olabileceği kanaatinde değilim. Böylece sadece zaman ve imkân kaybedeceğiz. Ki Hamas da bunun farkında. Tarihin kendisini haklı çıkarmasını bekliyor. 


“Tarih, kuvvetler dengesi değiştikçe, İsrail’in zayıflayacağını ve işgalin ortadan kalktığını gösterecektir

İsrail’in işgal ve soykırım politikasını sonlandıracak ve Filistinlilerin özgür bir şekilde yaşamalarını sağlayacak formülasyonun ne olduğunu düşünüyorsunuz? Filistin sorunun çözüm modeli nedir? Bunu sağlamak neyle mümkündür? İki devletli çözüm müdür? Tek devletli bir yapı ve iki halkın bir arada yaşama modeli midir? İsrail’siz bir Filistin devleti midir? Tek devletli federatif bir model midir? 

İki devletli çözüm, Filistin meselesini sürüncemede bırakmak adına Amerikalıların uydurduğu kuyruklu bir yalandır. Filistin ve bilhassa Kudüs, doğası gereği parçalara ayrılamaz, bölüşülemez; kim güçlüyse, onun elinde kalır ve o yönetir. Tarih boyunca böyle olmuştur, bugün böyle olmaktadır, yarın da böyle olmaya devam edecektir. 

Filistin konusunda gerçekçi bir çözüm konuşulacaksa, bunun tek makul reçetesi, İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesidir. Zaten tarih, kuvvetler dengesi değiştikçe, İsrail’in zayıflayacağını ve işgalin ortadan kalktığını gösterecektir.  

Günümüzde Filistin’i konuşanların çoğu, sahadaki somut gerçekliklerden habersiz. Yaptıkları sözüm ona analizler de -doğal olarak- gerçekleri yansıtmak yerine kişisel temennilere yaslanıyor.      


Taha Kılınç

Yıllardır Filistin ve Orta Doğu üzerine hem saha hem de masa çalışması yapmış bir araştırmacı olarak; Filistin-İsrail sorununa dair literatürde olan ve okunması gerektiğini düşündüğünüz hangi yerli ve yabancı kitapları önerirsiniz okurlarınıza? 

Birkaç kitap var ki ben onları herkese tavsiye ederim. Bu vesileyle, onlara tekrar atıf yapmış olayım:  

  • Demir Duvar, Avi Shlaim
  • Filistin’de Etnik Temizlik, Ilan Pappe
  • Kudüs Ey Kudüs, L. Collins-D. Lapierre
  • Arapların Gözünden Haçlı Seferleri, Amin Maalouf
  • İsrail’de Çatışan Kimlikler, Tuğçe Ersoy Ceylan 

Bunlara ilaveten, yukarıdaki eserleri tamamlayıcı babında, özellikle Filistin meselesine giriş kabilinden benim Kudüs Yazıları, Dört Suikast ve Dil ve İşgal kitaplarıma da göz atılabilir. 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.